Siyaset İçin Bu Kadar Ego Gerekli mi?
Lider diyoruz ya, topluma, en azından toplumunun bir kesimine liderlik etmek için bu kişisel egonun yüksek olması zaten siyasetin doğası gereği, neredeyse olmazsa olmazı. Ama bir yandan da siyaset topluma hizmet için yapılır deniyor. Yani burada bir paradoks oluşuyor. Bir yandan ego gereği siyasetçide "ben" öne çıkarken, konu siyaset olunca ego "ben yaparım"a dönüyor.
Bir arkadaşımın dediği gibi, günü değil geleceği kurtarmak lazım.
Hepimizin sınırları var, daha önce yazmıştım. Aslında kendimize çizdiğimiz sınırlar içerisinde yaşıyoruz.
Doğumumuzdan gelen karakterimiz, genetik özelliklerimiz, içine doğduğumuz aile, içine doğduğumuz toplum, büyük ihtimal arkadaş çevremiz, hatta doğduğumuz zaman aralığı, aldığımız eğitim, kendimizi yetiştirmemiz, tabii bir de şans seviyemiz. Tüm bu etkenler şu anda olduğumuz kişi olmamız için belli bir rol oynamıştır hayatımızda.
Hepimiz bu hayatta yaşamımızı sürdürebilmek için bir şeyler yapıyoruz.
Yapabildiğimiz işler ise biraz önce yazdığım etkenlere bağlı olarak olabildiğimiz kişi ile çok ilgili oluyor.
Tabii olabildiğimiz kişi derken artık belli bir yaştan sonra karakterimiz de yerine oturduğu için önceliklerimiz de birbirimizden farklı oluyor. Herkes farklı bir birey oluyor.
Kimimizde şahsi hırslarımız daha baskın olurken, kimimizde ise toplumsal hassasiyetler daha baskın oluyor.
Bu kişisel hırslar özellikle siyasetçiler için diğerlerinden farklı olarak oldukça belirgin oluyor.
Çünkü siyasetçi dediğiniz kişinin, özellikle bir partinin başındaysa, biraz da egosu yüksek oluyor.
Lider diyoruz ya, topluma, en azından toplumunun bir kesimine liderlik etmek için bu kişisel egonun yüksek olması zaten siyasetin doğası gereği, neredeyse olmazsa olmazı.
Ama bir yandan da siyaset topluma hizmet için yapılır deniyor.
Yani burada bir paradoks oluşuyor. Bir yandan ego gereği siyasetçide "ben" öne çıkarken, konu siyaset olunca ego "ben yaparım"a dönüyor.
Dikkat ettiyseniz siyasetin kişisel getirilerinden bahsetmiyorum. Buradaki "ben" biraz da siyasetçilerin iç dünyalarında kurguladıkları bir "ben yaparım" duygusu. Kimi siyasetçilerde "ben" yerine "bana, hep bana" öne çıksa da, bu tarz siyasetçiler şu anda konumuz değil.
Ama siyasetçiler o hayal dünyasından biraz sıyrıldıklarında, işte o toplumun teveccühü dediğimiz, siyasetçinin toplum gözündeki gerçek değeri, yapılan ilk seçimlerde direk olarak tüm çıplaklığı ile siyasetçinin yüzüne çarpıyor.
Bu seçim bazen küçük çaplı bir seçim de olabiliyor. Mesela cumhurbaşkanlığına aday olmak isteyen kimi siyasetçiler mevcut kanunlar gereği toplamaları gereken minimum 100 bin oy yerine, bu sınırın oldukça altında oy alabiliyorlar.
Bu gerçekle yüzleşen siyasetçi kendi iç dünyasında ne yaşıyordur ben bilemem.
Ancak birçoğu bir seçimde başarısız da olsa, dönüp bir sonraki seçim için yine siyaset içinde kalmaya devam ettiklerine göre, bir şekilde iç dünyalarında kendi kendilerine bir çıkış yolu buluyor olmalılar.
Evet, insan doğası, insan yaşamı boyunca birçok hata yapıyor, ve bir şekilde ya hataları ile yüzleşiyor, ya da bir şekilde hata yapmadığına dair kendisini ikna ediyor. Başka türlü insanın yaşamına huzur içinde devam etmesi mümkün değil sanırım, başka türlü uyku uyuması da mümkün olmaz herhalde.
Siyasetçiler de aslında birer insan oldukları için bu dediğimden farkı bir şey yapmıyor olmalılar hata yaptıklarında.
Belki ikinci seçenek için, yani yaptıklarının bir hata olmadığına dair kendi kendilerini ikna etmeleri konusunda bir de etraflarında siz en iyisini yaparsınız diyen, siz en iyisini bilirsiniz diyen sınırlı bir topluluk oluyor.
Biraz da etraflarını saran bu sınırlı topluluğun gazı ile, siyasetçilerin kendilerine güveni de oldukça yüksek oluyor.
İşte budur bugün sayın İnce'nin bence nezaketten uzak söyleminin sebebi:
"Hoş geldiniz, güle güle."
Ne kadar aymazca bir söylem!
Yine insan doğası tabii ki. Yaptıklarını onaylayan az bir insan bile olsa, kişinin kendine güven duygusu yükseliyor. Çünkü insanoğlu buna meyilli.
Konumuz siyaset olduğuna göre, daha geniş toplum çerçevesinin düşüncesini ise ancak seçimler belirleyecek.
Umarım yakın zamanda yapılacak seçimlerde taşlar yerli yerine oturur.
Çünkü ben gerçekten sıkıldım artık bu egosu yüksek siyasetçilerin sırf kendi siyasi gelecekleri için yaptıklarından.
Üstelik yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadan bunu yapıyorlar.
Yani şöyle bir baktığında devleti yönetebilme yetisi olan sadece sayın Kılıçdaroğlu ve sayın Erdoğan. Sayın Erdoğan'ı da kattım hesaba, çünkü bunca yıl herhalde tecrübe edinmiştir.
Gerçi edindiği şahsi tecrübe ne kadardır onu bilmiyorum, ama ülkenin geldiği hale bakacak olursak, onun da bilgisinin yeterli olmadığını söyleyebilirim.
Yani şimdilik tek bir seçenek var bana göre.
Ülke yönetmek ciddi bir iştir.
Sanırım gelecekte bu işin eğitimini almamış hiç kimsenin, yani yanına deneyimi de katarsanız, liyakatı olmayan hiç kimsenin siyaset arenasında kendisine yer bulması mümkün olamamalıdır.
Bunu nasıl yaparız şimdilik bilmiyorum.
Eskiden şehzadeler için verilen özel eğitimler gibi devlet yönetimi için özel eğitimi mi verilir, yoksa başka bir yolu mu bulunur artık.
Ancak devletin başına ancak eğitimli kadroların gelmesinin gerekli olduğu anayasaya bile yazılmalı belki de.
Ben buna inanıyorum, böyle düşünüyorum.
Bugün ise mecburen bu seçimi de eldeki siyasetçilerle yaşayacağız.
Artık hayırlısıyla diyeyim.
Umarım toplum bu sefer doğru seçimi yapar da, sonra yine mevcut iktidardakilerin ülkeyi getirdikleri durumdan şu anda nasıl asıl sıkıntıyı kendisi çekiyorsa, ileride de aynı sıkıntıları yine yaşamaz.
Ben en iyisi Çaykovski açayım da biraz kulağımın pasını atayım.
Ama önce sayın Kılıçdaroğlu'nun şu klibini bir kez daha izleyeyim. Bence her iki klip de güzel olmuş.
Sana söz yine baharlar gelecek,
Sana söz umut bitmeyecek,
Sööz, söööz...
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla