Site İçi Arama

siyaset

Sevgisizlik Toplumsal Bir Sorundur

Sevgi, üzerine en çok yazılmış ve en çok söz söylenmiş kelimelerden biridir. Bununla birlikte anlamı en az anlaşılan ve bilinen kelimelerden biri olduğunu da söyleyebiliriz.

Bir toplumda insanın aklına durgunluk verecek derecede vicdandan ve ahlaktan yoksun davranışların sayısında artık yadsınamayacak bir artış söz konusuysa, o toplumsal yapıda bir şeylerin yanlış olduğu düşünülür. Toplumsal yapının iyileştirilmesi veya dönüştürülmesi, bir anda kolayca gerçekleşebilecek bir olgu değildir, uzun bir eğitim sürecini gerektirir. Büyük bir alt üst oluş sonrası otokratik bir yönetimle bir şeyleri zorlasanız da toplum bu dönüşümü içselleştirmediyse her bulduğu fırsatta kendi özüne dönecektir. Bu yüzden büyük devrimler sonrasında toplumsal yapının istenen şekilde dönüştürülmesi için eğitim politikaları devreye girer, girmelidir.

Eğitim politikaları aynı zamanda iktidarların elinde toplumsal dönüşümü sağlamak için etkili bir araçtır. Yeter ki, iktidar toplumsal sorun olarak neyi belirlediğine karar versin. Eğer iktidar sorunu toplumdaki kin ve nefret eksikliği olarak görüyorsa buna yönelik bir eğitim politikası uygular. Eğitim sürecinden geçen toplum, sürekli bir şeylere, bazı kişilere, bazı milletlere, bazı inançlara karşı düşmanlaşır. Bu süreç uzun yıllar alacağından bu düşmanlığın ve kinin de kısa dönemde ortadan kaldırılması mümkün değildir.

Büyük dönüşümler sonrası toplumun hem kolektif dayanışma, hem birlikte huzur içerisinde yaşama iradesi, hem nefretsiz bir milliyetçilik, hem de sevgi açısından eksiklerini kapatabilecek bir eğitim sistemi, ancak kendi çağının çok ötesini görebilen büyük liderlerle mümkün olabilir. Bu bağlamda Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra bütün kurumları ve kültürüyle oluşturduğu eğitim ortamı, cumhuriyetin devamı için ihtiyaç duyulan toplumsal yapıyı inşa edebilmiştir. 100 yaşını geride bırakan cumhuriyetin maruz kaldığı iç ve dış saldırılara rağmen ayakta kalabilmesi büyük ölçüde Atatürk’ün eşsiz ve büyük liderliği sayesindedir.

Ancak toplumsal yapıda ortaya çıkan değişiklikler, toplumun geleceğinin yönü anlamında güçlü emareler barındırır. Türk toplumunda son dönemde suç oranlarındaki artış, toplumsal yapının süratle ve kontrol edilemez şekilde bozulması, giderek içinden çıkılamaz bir kin ve nefret sarmalının toplumu sarması, toplumda değerler sisteminin erozyona uğraması, şiddetin bütün boyutlarıyla topluma hâkim olması ve benzeri gelişmeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği adına olumlu sinyaller vermemektedir. Olayların vahametini değerlendirebilen insanlar korku içerisinde neyin eksik olduğunu düşünmeye başlamış durumdalar. Ben de kendimce bu tartışmaya katkı vermek adına toplumda eksikliğini gördüğüm sevginin öneminden bahsetmeye çalışacağım.

Sevgi, üzerine en çok yazılmış ve en çok söz söylenmiş kelimelerden biridir. Bununla birlikte anlamı en az anlaşılan ve bilinen kelimelerden biri olduğunu da söyleyebiliriz. Gerçek sevgiden söz edebilmek için herhangi bir şeyi kendi varlığınızdan bağımsız olarak sevmeniz gerekir. Bunu anlamak gerçekten oldukça zordur. Kediniz sadece sizin kediniz olduğu için sevgi görüyorsa, çiçek sadece bahçenizde olduğu için sizde sevgi hissi uyandırıyorsa, sevdiğinizi söylediğiniz insanı sadece sizinle olduğu için seviyorsanız, bu oldukça sorunlu bir duygudur. Aslında siz sadece sahip olduklarınızı seviyorsunuzdur ve dünyaya karşı bir sevgi algısı içerisinde değilsinizdir.

“Sevgi yalnız bir insana bağlılık değildir. Bir tutumdur. Kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünya’ya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek kişiyi seviyor, başka her şeye ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil genişletilmiş bencilliktir” ifadesi genellikle Marks’a atfedilir. Sözün aslı biraz farklı olsa da bu ifadede sevginin bir tutum olduğu sözlerine katılmamak elde değildir.

İnsanları, doğayı ve dünyayı kendi malımızı, mülkümüzü sevdiğimiz gibi sevemeyeceğimiz gerçeği iyi anlaşılmalıdır. Belki de yaşanan sevgisizlik kaynaklı birçok sorunun temelinde bu hastalıklı düşünce yatmaktadır. Sahiplik üzerinden tanımlanan bir sevgi anlayışının gerçek sevgi olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Benzer şekilde belirli koşullara dayalı bir sevginin de gerçek sevgi olma ihtimali yoktur. Sahiplik ve koşullar değiştiğinde o hastalıklı duygu kolaylıkla nefrete dönüşebilir. Kadına yönelen şiddetin en önemli sebeplerinden biri kıskançlıkla maskelenmiş bu sahte sevgidir.

Sevgi bir bütündür ve tutum olarak kabul edildiğinde bir sonuç yaratır. Herhangi bir şeyi gerçekten sevebilen insan her şeyi sevme potansiyeline sahiptir. Bu insanın sevgi üzerine inşa edilmiş bir empati duygusu vardır; doğayı, canlıları ve dünyayı sever ve zarar görmelerine asla sessiz kalmaz; sorumluluk duygusu üst düzeydedir, kötülüklere karşı birey olarak kendisini sorumlu hisseder; sevgisi çıkarlarına dayalı olmadığı için tutuma dönüşmüştür ve kolay değişmez.

Sevgi nasıl oluşur? Sevgi nasıl tutuma dönüşür? Bu iki sorunun cevabının verilebilmesi toplumsal olarak sevgiyi egemen kılmanın anahtarı olabilecektir. Üç dört yaşlarında iki çocuktan biri yavru kedi gördüğünde sevgiyle onu sevmeye koşarken diğeri taş atarak o canlıyı kovalıyorsa, etkili olanın ailenin eğitim sürecindeki tutumu olduğu anlaşılmalıdır. Küçük bir çocuk içtiği veya yediği bir şeyin kabını sokağa atıyorken, herhangi bir canlıya (bitkiye, hayvana) zarar veriyorken, ailesi bu olumsuz tutumun yerleşmesini destekleyecek şekilde sessiz kalıyorsa muhtemelen sevgisiz bir birey yetişiyordur. Sevgisiz bir birey, uygun koşullar oluştuğunda kolaylıkla bir caniye, canavara dönüşebilir.

Bu nedenle sevgisizlik önemli bir toplumsal sorundur. Ancak bir topluma “birbirinizi sevin” diyerek bu sorunu çözemezsiniz. Zaten insanlığın en büyük problemi, tarihsel gelişiminde en büyük aşama olan dilin ürünü olan söylemin, eylemle arasındaki uçurumu bir türlü kapatamamış olmasıdır. Ama insanlığın bu talihsizliği, siyasetçilerin en değerli hazinesi olmuş gibi görünüyor. Çünkü söylemin gücü inançla birleştiğinde insanların her duyduğunu gerçekmiş gibi algılamasını sağlıyor.

Sevgi kelimesinin kullanılmasının bile zayıflık olarak algılanmaya başlandığı bir topluma sevginin önemini anlatmak mı, yoksa topluma sevmeyi öğretmek mi daha kolay? Bu gerçekten zor bir soru. Ancak bir gerçek var ki, sevgisizliğin toplumu çürüten bir hastalık olarak, sinsice vücudu kaplayan bir kanser hücresinden farkı yoktur. Sevgisizlik bütün kurumları birer birer kaplıyor. Sevgisizseniz; insanın vicdanına, aklına, mantığına ve ahlakına uymayan her şeyi yapabilirsiniz. Çünkü sizin çıkarlarınızdan ve asla yok olmayacağına inandığınız bedeninizden başka hiçbir değeriniz yoktur.

Sevmediğiniz zaman, bir orman yangınında ölen kümes hayvanları için “beyaz et” diyebilirsiniz. Sevmediğiniz için “öl de ölelim, vur de vuralım” diyebilirsiniz. Sevmediğinizde sizin için canını verebilecek insanlara arkanızı dönüp gidebilirsiniz. İçinizde sevgi kırıntısı yoksa yanan ormanla yitip giden bitkiyi, börtü böceği, hayvanları ve kuşları düşünmeyebilirsiniz. Ama doğum nasıl hayatın bir gerçeği ise ölüm de hayatın en yalın gerçeğidir. Bu gerçek, hiçbir canlıyı ayırt etmez. Krallar da ölür, soytarılar da; komutanlar da ölür, askerler de; çiçekler de ölür, ağaçlar da; av da ölür avcı da. Geride sevgi kalır, ölümsüz bir bakiye gibi hep devreder.

Anayasanın 42. Maddesinde “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz” ifadesi bulunmaktadır. Bunun üzerine başka bir yorum yapma gücünü kendimde bulamıyorum. Eğer Anayasaya uygun eğitim politikaları uygulansa, sorunun çözümü mümkün olabilecek. Sevgisizlik denen toplumsal ruh hastalığının toplumsal bir sorun olarak Türk siyasetinin önceliği olmasını diliyorum. Umarım bu ülkenin “Beni sevin ulan” diyen liderler yerine gerçekten sevgiye inanan, halkına sevgiyle bakan, sevgiyle hitap eden ve bunu topluma yaymaya çalışan yöneticileri olur. Umarım bütün yöneticiler, bundan 100 yıl önce cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk'ü örnek alır. Sevgiyle…

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 11.09.2024
  • Süre : 5 dk
  • 447 kez okundu

Google Ads