Site İçi Arama

siyaset

Modern Devlet Anlayışına Geçişin Temel Taşları Nelerdir? Bölüm-1

Modern devlet teorisi, ilk olarak Niccolo Machiavelli’nin tanrısallıktan arınmış, laik dünyevi bir siyasal iktidar devlet kurgusuyla başlamıştır. Ardından Bodin egemenlik kavramını ortaya atmış ve onun niteliklerini ortaya koymuştur. Hobbes ise toplum sözleşmesi kuramını geliştirerek modern devlet düşüncesini teorik bir temele kavuşturmuştur. John Locke devlet iktidarının sınırlandırılmasını, Jean Jacques Rousseau halk egemenliği teorisini, Emmanuel Sieyes de ulus egemenliği teorisini savunmuştur.

Bu çalışma modern devlet anlayışının felsefi temellerini incelemektedir. Çalışmanın amacı modern devlet kuramlarını ortaya koymaktır. Modern devlet kuramları olarak Niccolo Machiavelli, Jean Bodin, Thomas Hobbes, John Locke, Jean Jacques Rousseau ve Emmanuel Sieyes’in teorileri incelenmiştir. 

Modern devlet teorisi, ilk olarak Niccolo Machiavelli’nin tanrısallıktan arınmış, laik dünyevi bir siyasal iktidar devlet kurgusuyla başlamıştır. Ardından Bodin egemenlik kavramını ortaya atmış ve onun niteliklerini ortaya koymuştur. Hobbes ise toplum sözleşmesi kuramını geliştirerek modern devlet düşüncesini teorik bir temele kavuşturmuştur. John Locke devlet iktidarının sınırlandırılmasını, Jean Jacques Rousseau halk egemenliği teorisini, Emmanuel Sieyes de ulus egemenliği teorisini savunmuştur. 

Modern devlet terimi, siyaset literatüründe genellikle, Orta çağın sonlarında ve Yeniçağın başlarında Avrupa’da feodalitenin çözülmesi ve kilisenin etkisinin kırılması sonucu ortaya çıkan siyasal iktidar yapısını ifade etmek için kullanılır. On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda görülmeye başlanan modern devletleri geleneksel devletlerden ayıran en önemli özellik, onun sahip olduğu egemenlik ve meşruiyet anlayışıdır. 

Modernite öncesi dönemde devlet iktidarının tanrı kaynaklı olduğuna ve bütün iktidarların tanrıdan geldiğine inanılıyordu. Bu dönemde siyasal iktidarın devletin meşruiyeti de dinsel, mitolojik ve geleneksel kaynaklara dayanıyordu. Modern devlet anlayışına geçişle birlikte, devlet iktidarının toplum kaynaklı olduğu ve meşruiyetinin de toplumda aranması gerektiği fikri işlenmeye başlanmıştır. Böylelikle siyasal iktidarın devletin kaynağı dünyevileşmiş ve meşruiyeti de rasyonel esaslar üzerine oturtulmuştur. 

On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda ortaya çıkan ve günümüze kadar gelen modern devletlerin gelişim süreci, iki döneme ayrılarak incelenebilir. Orta çağın sonlarında kralların; kilise ve feodalitenin tasfiye edilmesi sonucu tek, mutlak ve bölünmez iktidar sahibi olarak tarih sahnesine çıkmaları modern devlet anlayışının ilk aşamasıdır. Bu aşama, Avrupa’da mutlak monarşilerin hâkim olduğu bir dönemi ifade etmektedir. Bu dönem 1789 Fransız Devrimi’ne kadar devam etmiştir. 

1789 Fransız Devrimi’nden günümüze kadar geçen süreç, modern devlet anlayışının ikinci aşamasıdır. Bu aşamada krala ait olan egemenlik, ondan alınarak topluma verilmiş, böylelikle egemenliğin demokratik niteliği ortaya çıkmıştır. Böylece eskiden sadece yönetilen konumunda olan insanlar, demokratik egemenlikle birlikte, üstün emretme gücünün sahibi konumuna gelmişlerdir. 

Ancak zamanla, egemenin kullanabileceği yetkilerin sınırsız olarak değil de; belirli sınırlar dâhilinde kullanılabileceği biçiminde gelişmeler yaşanınca, mutlak egemenlikten farklı, sınırlı bir egemenlik anlayışı ortaya çıkmıştır. Egemenliğin sınırlandırıldığı ve demokratik niteliklere kavuşturulduğu bu dönemin siyasal iktidar tipi, ulus devlettir. Başka bir ifadeyle ulus devlet, modern devlet anlayışının son iki yüzyılda aldığı şeklin adıdır. 

Bu araştırmadaki amacım, modern devlet anlayışının felsefi temellerini ortaya koymaktır. Çalışma, Orta çağın sona ermesi ve Yeniçağın başlamasıyla birlikte, geleneksel devlet anlayışından modern devlet anlayışına geçişin, Avrupa’nın bu dönemde yaşadığı felsefi dönüşümün bir sonucu olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Yeniçağ ile birlikte, geleneksel devlet anlayışından modern devlet anlayışına geçiş, Avrupa’nın bu dönemde yaşadığı dönüşümden bağımsız olarak değerlendirilecek bir olgu değildir. Bu açıdan düşünüldüğünde, modern devlet anlayışı, belirli bir tarihi süreçte yaşanan ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmelerin yarattığı yeni ilişki ve gelişmelere uygun bir siyasal örgütlenme yaratma düşüncesinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi biz de bu konuyu adım adım inceleyelim.

Mutlak Monarşiler Dönemi:

Modern devlet kuramının ortaya çıktığı ve tartışıldığı dönemler on beş ve on altıncı yüzyıllardır. Bu dönemin modern devlet teorisyenleri Niccolo Machiavelli, Jean Bodin ve Thomas Hobbes’tur. Modern devlet teorisinin kurucuları olarak nitelenen bu üç düşünürün ortak yanı, siyasal iktidara devlete dünyevi laik bir temel oluşturmaları ve bunu mutlak monarşiler bağlamında savunmalarıdır. 

Niccolo Machiavelli:

Machiavelli, Ortaçağ ile olan bağları kesme noktasında en önemli kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunu, siyasal iktidar olgusunu din, ahlak, metafizik gibi politikayı aşan değerlerle açıklamayı reddederek yapar. Böylece, siyasal iktidar devlet olgusunun açıklanmasında politikayı tek başına bırakarak yeni (dünyevi/laik) bir sistem kurar. Ancak; her ne kadar yeni bir sistem kurduğundan bahsedilse de; bunun tamamen kuramsal yönü olan bir sistem olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Zaten; Machiavelli’nin en temel özelliklerinden birisi de budur. O, bir kuram oluşturma endişesi olmadan, modern devlet ve egemenlik olgularını pratik düzeyde, kendi amacını gerçekleştirmek için ilk kez kullanmıştır. 

Onun siyasal görüşlerinin amacı, İtalya’nın siyasal birliğinin sağlanmasıdır. Bunu gerçekleştirecek kişinin de güçlü bir hükümdar olduğunu düşünür. Machiavelli ’ye göre; İtalya’nın bu zamanlara kadar siyasal birliğini sağlayamamasının sebebi kilisedir. Dolayısıyla; buna tepki olarak siyasal iktidarı devleti dünyevi iktidar süreci olarak düşünmüş ve kiliseyi dünyevi alandan dışlamıştır. Bu bağlamda; Machiavelli, “tüm iktidarlar Tanrıdan gelir” (Omnis potestas a Deo) formülü üzerine kurulu Ortaçağ “Skolastik Felsefesi”nden, gerçek anlamda kopuşun simgesidir. Bu şekilde, dinsel kurallar ile siyaseti kesin olarak birbirinden ayıran Machiavelli, siyasal iktidarı devleti dünyevi laik temeller üzerine oturtmuştur. 

Machiavelli’nin siyasal görüşlerinin yer aldığı eserler, “Prens” ve “Söylevler”dir. Machiavelli, bu iki yapıtıyla siyasal düşünceye özgün ve yenilik yaratıcı katkılar yapmış, bu katkılarıyla da “modern siyaset devlet kuramının en önemli kurucularından sayılmıştır. Machiavelli’nin siyasal görüşleri, kendisinden önceki düşünürlerden oldukça farklıdır. Machiavelli’den önce bütün siyasi edebiyat, (Eflatun ve Aristoteles’ten Ortaçağ ve Rönesans’a) siyasal iktidar devlet ilişkilerini politikayı aşan ahlaki, dini, kültürel ve metafiziksel terimlerle açıklamaya çalışmıştır. Machiavelli ise; siyasal iktidar devlet olgusunu ahlaktan, dinden ve metafizikten ayırarak, laik bir temele oturtmuştur. Machiavelli’ye kadar siyaset ahlak ve dinle iç içe olmuştur. 

Siyaset ahlak-din birlikteliğini savunan ilk düşünür, Machiavelli olmuştur. Machiavelli’ye göre; siyasetin ana ölçütü, iktidarı ele geçirmek ve mümkün olduğu kadar uzun kullanmaktır. Bu yüce bir amaçtır. Bu amacı gerçekleştirmek için bütün araçlar meşrudur. Machiavelli bunu büyük işler başarma kriterine bağlayarak şu şekilde gerekçelendirir:

“Bir hükümdarın sözünde durmasının, sinsi değil, içtenlikle davranmasının ne kadar övgüye değer olduğunu herkes kabul eder. Fakat, deneyler bize göstermektedir ki, büyük işler yapmış hükümdarlar verdikleri sözleri fazla dikkate almamışlar, insanları ustalıkla aldatmışlardır. Sonunda, doğruluğa dayanmış olanları geçmişlerdir” 

Machiavelli, siyaset alanındaki ahlakı akılla tanımlar. O’na göre; siyaset menfaat ile işler. Machiavelli’ye göre; siyasette menfaatin ana ölçütü, iktidarı ele geçirmek ve mümkün olduğunca uzun kullanmaktır. Bu yüzden siyaset alanındaki eylem ve davranışlar, ahlakın ilke ve kurallarına göre değil; siyasetin kendisine özgün ilke ve kurallarına göre değerlendirilmelidir. Bu yüzden siyasetin doğası ahlaki kriterlere göre değil; başarı kriterlerine göre irdelenmelidir. Siyasetin genel ölçüsü her zaman başarıdır. Dolayısıyla; Machiavelli ile birlikte, siyasetin ahlak ölçüsüne ve din temelli ilkelere uyup uymadığı önemini yitirmiştir.

Machiavelli’de amaç iktidarı ele geçirmek, elde tutmak ve yaygınlaştırmaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için ne yapılması gerekiyorsa yapılmalıdır. Burada temel ölçü başarıdır. Bir davranış; iktidarı ele geçirmek, elde tutmak ve yaygınlaştırmak işine hizmet ediyorsa iyidir. Bu davranışın toplumsal ahlak kurallarına veya dinsel kurallara uygun olup olmadığının bir önemi yoktur. Çünkü devlet mekanizması ahlaktan ve dinden bağımsız olarak; kendine mahsus bir değerler sistemine sahiptir. Siyasal davranışlar da; bu değerler sistemine göre iyi veya kötü olarak nitelendirilebilir. Bir davranışın iyi veya kötü olduğu iktidarı ele geçirmek, elde tutmak ve geliştirmek yönünde yaptığı etkiyle ölçülür.

“Devlet” kavramını modern anlamıyla ilk kullanan düşünür, Machiavelli olmuştur. Machiavelli, Prens adlı eserinde, “örgütlenmiş bir güç olarak, kendi bölgesinde üstün ve diğer devletlerle ilişkilerinde bilinçli bir yükselme politikası izleyen siyasal kurum” anlamında devlet kelimesinden söz etmiştir. Bu nedenle Machiavelli, ülke - insan topluluğu egemenlik unsurlarıyla beliren modern devlet anlayışının kurucusu sayılır. Modern devlet anlayışı, dinsel otoritelerin dünyevi iktidarlar üzerindeki sahiplik iddialarının son bulmasıyla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla; siyasal alanın laikleşmesi ile modern devlet anlayışının doğuşu arasında yakın bir bağ vardır. Modern siyasal iktidarın (laik) kuramsal temellerinin atılması açısından ise en büyük pay Machiavelli’ye aittir. 

Machiavelli’yi modern siyasi teorinin kurucusu yapan şey; onun din, ahlak ve metafizikten bağımsız bir dünya kurma girişimidir. Modern devlet ve egemenlik kavramlarını kuramsal düzeyde olmasa bile; olgusal düzeyde ilk kez kullanan düşünürdür. Siyasal iktidarı/devleti mutlak, sınırsız, bir ve bütün olarak nitelemiş, fakat kendisi bir teorisyen olmadığı için, onun meşruiyetini ve sürekliliğini hiç düşünmemiştir. Bir tarihçi olarak en büyük eksikliği budur. Onun bu eksikliğini gideren düşünür ise Jean Bodin’dir.

Yarın Bodin ve Thomas Hobbes ile devam edeceğim.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 22.11.2022
  • Süre : 6 dk
  • 1395 kez okundu

Google Ads