Site İçi Arama

siyaset

Müslüman Demokrat Kimdir?

Batı’nın insan hakları söylemini, dinin bu hakları fıtratla özdeşleştiren bakış açısını ve diğer manevi değerlerini, milli refleksleri koruyan bilinci içeren tarihsel temellere sahip yeni bir sosyal ve siyasal kimlik tasavvuru olabilirdi.

Sosyal ve Siyasal Bir Kimlik Arayışı:

“Müslüman Demokrat” kavramsallaştırmasını önermemin sebebi ise şudur: Batı’nın insan hakları söylemini, dinin bu hakları fıtratla özdeşleştiren bakış açısını ve diğer manevi değerlerini, milli refleksleri koruyan bilinci içeren tarihsel temellere sahip yeni bir sosyal ve siyasal kimlik tasavvuru olabilirdi. Çünkü içe kapanmadan yerelleşmeden yerli (dini ve milli) değerlerin evrenleştirilmek böyle olabilirdi.

Bunu yapmak, farklı, öteki olanın özgün ve özgüllüğünü, Allah’ın bir rahmeti ve bereketi olduğunu düşünmektir; bilişip, tanışma, iyilik ve güzellikte yarışma iddiasındaki çoğulcu evrensellikler olduğunu söylemektir. Herhangi bir yabancılaşma, dışlama olmamasının nedeni budur. Bunun içinde toplumsal ve siyasal iktidar ilişkilerini kültürel farklılıkları öne çıkarak gözden ırak tutmaya yarayan bir tür şeffaf maske olmanın ötesinde bir şeydir.

“Müslüman Demokrat”, laiklik kavramının bütün dünyada demokrasinin çoğulcu boyutunun inançlar alanına yansımasının bir ifadesi olabilir. Bu gerçekleştirilirse, Türkiye; manevi değerlere saygılı laik ve demokratik hayat biçimini, tarihsel deneyimlerinin verdiği güçle, devlet nizamı içinde sürekli ihtilalle kesintiye uğratmayacak kurallara bağlayabilecektir.

Ulusal/tikelde tümel/uluslararası değerlerin okunmasıyla oluşan bu yapıyı sosyal bir kimliğe toplumsal bir kültüre dönüştürdüğümüz takdirde, bütün bölge ülkelerine örnek teşkil edebilme iddiası gerçeklik kazanır. Bu açıdan “Müslüman Demokrat”, laiklik kavramının bütün dünyada demokrasinin çoğulcu boyutunun inançlar alanına yansımasının bir ifadesi olabilir.

“Müslüman Demokrat” Kavramsallaştırmasının Olası Siyasal Getirileri:

Türkiye’de tıpkı Hıristiyanlığın verilerini dikkate alan Hıristiyan Demokrat gibi bir kavramsallaştırma pratiğe aktarılırsa ne olacaktır? Öncelikle, laik, sosyal, bir hukuk devleti olan Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyet olarak bölgesel ve uluslararası bir güç olmasına “muhafazakâr” bir katkı olacaktır. Ayrıca Avrupa Birliğinin, din temelli değil de ekonomi-politik bir birliktelik olduğu iddiası geçerlilik kazanacaktır. Çünkü halkı önemli oranda Müslüman, yönetimi laik bir devlet olan Türkiye, Hıristiyan, Yahudi, Müslüman ve Ateistlerle birlikte yaşanabilecek bir Avrupa Projesi inşasına teorik ve pratik katkıda bulunabilir. Çünkü Avrupa Birliği’nde oldukça çok sayıda Türkler ve diğer Müslüman halklardan insanlar yaşıyor. Hem, farklı kültürel dokuya sahip bu insanlarda, anayasal vatandaşlık ve yurtseverlik bilinci oluşturmasında, hem de dünya kamuoyunda çoğulcu, kuşatıcı ve kapsayıcı liberal demokrasinin gerçekleştirildiği “Müslüman Demokrat” kavramıyla daha iyi gösterilebilirdi.

11 Eylül Sonrası:

Bir diğer önemli getiri şöyle olabilirdi: 11 Eylül 2001 saldırısından sonra tekrar gündeme oturan olası bir medeniyetler savaşını engellemenin yolu, “Müslüman Demokrat” kavramsallaştırmasını işlevsel hale getiren bir Türkiye ile mümkün olabilir. Bu bağlamda, Büyükelçi Ö.Sanberk’in dediği gibi, “Türkiye, AB kültürünü benimsemeden, farklı/yerli kültürel kimliğimize sahip çıkarak, hoşgörü temelinde yükselen bir din olan İslamiyet’in değerlerini koruyarak diyalog ve işbirliğini gerçekleştirebilir. Böylece, ortak politik bir çerçeve oluşturulmasına önemli katkılarda bulunabilir/di”.

Aksi takdirde medeniyetler savaşı kuramının teorisyeni olan Huntington’un dediği gibi modern ulus devlet anlayışı yerine medeniyetler kavramına bırakacak, kültürel kimliğin belirlenmesinde önemli bir etken haline gelecektir. İnsanlar artık kendilerini bir ulusun değil, bir medeniyetin parçası olarak görünce, Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu’da yaşananların medeniyetler arasındaki ayrım çizgisinin gereği olarak sunulması gerçekleşmiş olacaktır.

Huntington Bakışı:

Huntington’un savaş alanlarını belirleyen bu kıpkızıl perdesini yırtabilecek tek devlet tarihsel ve kültürel birikimini yeni okumalarla gerçekleştirecek olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Siyasal alanları, kültürel çatışma merkezleri haline getiren iktidar odakları, böylece toplumsal çatışmaları maskeliyor.

Kültürel çatışmaların hedef şaşırtma olduğunu Türkiye ispat edebilir; zira Huntington’un ideali olan her biri başkalarıyla beraber yaşamayı öğrenmek zorunda kalacak farklı medeniyetlerden oluşan bir dünyası bizatihi gerçekleştirmiş olan ülkedir. Tarihsel olarak bunu gerçekleştirmiş bir kültürü tevarüs eden devlet, yine medeniyetler arası uyumun simgesi olabilir ve maskeleri düşürebilir/di.

Huntington’un tezine bakıldığı zaman, onun ilk önerisi olan diğer kültür ve medeniyetler için söylediği tecrit edilme ve içe kapanmayı reddedilebilecek bir yapılanmaya sahip tek devlet Türkiye’dir.

Huntington’un ikinci önerisi olan Batılı değerleri aynen kabul ederek modernleşmeyi bizatihi deneyen ama bunun da çözüm olmadığını gören yine Türkiye’dir.

Üçüncü öneri olan Batı dışı kültür ve medeniyetlerle ittifak yaparak modernleşmeyi ise günümüzde Perinçek ve ekibi dışında kimsenin savunduğu yok demiştim. Oysa son gelişmeler bu kazanımların hepsinin terk edildiği ve içe kapanmayı, bir nevi 3. Dünya ülkesi nitelemesini “onurlu yalnızlık” olarak görüldüğünü gözlemledik.

Halkın bunlara rağbet etmediği ve yönünü temel hak ve özgürlükler, insan haklarına dayalı, çoğulcu bir demokrasiye döndürerek muasır medeniyet seviyesini aşmayı hedeflediği artık apaçık bir gerçeklik olduğunu söylemiştim ama olmadı maalesef. O zaman şu soruyu sormuştum:

Müslüman Demokrat Kimdir?

Yerelleşmeden/içe kapanmadan, yerli (dini ve milli) değerleri, insanlığın diğer tarihsel birikimiyle yorumlayarak evrenselleştirme çabası olan “Müslüman Demokrat” bir siyasal ve sosyal kimlik tasavvurunun engellenmesi durumunda ortaya çıkacak siyasal zararlar neler olabilir? Yeni devleti kurarken Atatürk’ün büyük oranda lağvettiği Doğu-Batı sınırları yeniden inşa edilir. Ayrıca bireysel hak ve özgürlükler toplamı olan demokratikleşmede eksiklikler ortaya çıkabilir. Bu durumda kaybeden yalnız Türkiye ve diğer Müslüman hakların yaşadığı coğrafyadaki devletler olmayacağı kesindir.

Nitekim böyle oldu ve 2010 Arap Baharı adıyla başlayan bölgesel çatışmaların etkisi ülkemize kadar taşındı. Muhafazakârlık ve Müslümanlık değerlerinin içi boşaltıldı ve selefi zihniyet eş zamanlı bir şekilde bütün Müslüman âleminde etkili olmaya başladı.[18] Halbuki günümüz İslam dünyasında fıkhi, fikri ve siyasi özgürlük için Ebu Hanife’nin hukuk anlayışını, akıl ve rey üzerine kurulu sistemini yeniden okumak ve yorumlamak gerekirken, tam tersi oldu ve selefi zihniyet yeniden canlandı.

Sömürgecilik döneminin ortaya çıkardığı sorunlarla yüzleşip, günümüz İslam dünyasındaki bilgi ve bilim/teknoloji tasavvurlarını inceleyerek yeni bir duruş ve tutum oluşturma çabaları içindeydik. Din hegemonik bir siyasetin aracı olmaması gerekir derken bütün kurgular birbirleriyle çatışan İslam tasavvurlarıyla sunulmaya başladı. “Muhafazakâr Demokratlık” adına AB uyum sürecini takip etmeyi muasır medeniyet seviyesini aşma çabaları olarak görüyor ve buradaki olası hatalara kendi kavramlarımızla işaret ediyorduk ki, ülkemizin başarı oranı artsın umudunu koruduk.

Bu bağlamda felsefeyi Anadolu’da yeniden yurtlandırmak, Türkistan/Atayurt’tan getirdiğimiz kültürel kodlar ile Türkiye/Anayurtta bulduğumuz birikimi yeniden okuyarak aralarında irtibatını yeniden kurmaya çalışırken ilahiyat fakültelerinde Nizamiye medreselerinden itibaren başlayan felsefe ve kelam geleneğini azaltma ve yok etme çabalarıyla karşılaştık.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesi:

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini açıklamak için Atatürkçülük ve Kemalizm özdeşleşmesine ve bununla çatışan bir İslam tasavvuru üzerinden temellerimizin zayıflatılmasının tutarlı olmadığını belirttik.

İslam Aklı’nın tarihe gömülmüş ve siyasal hayatta etkili olan şekline eleştirel tavırlarla içtihat geleneğini yeniden diriltmek “Müslüman Demokrat” bir tasavvurla olabilirdi. Çünkü Muhammed Abid Cabiri’den hareketle, İslam âleminin en büyük sorununun “Demokrasi” olduğunu, söyleyerek “Çağımızda, bütün insanlığın mirası olan modern demokrasi biçimlerinden başkası yoktur” temellendirme çabalarımız sekteye uğradı. Aslında geldiğim nokta, ister “Muhafazakâr Demokrat” isterse “Müslüman Demokrat” kavramları olsun, bunlar son tahlilde oyun kurucu değil, Batı tarafından oluşturulan kavramlar eşliğinde düşünmektir. Bu nedenle artık İslam ve demokrasi ilişkisini birbirine indirgemeksizin yerine Vahhabi zihniyetinin güncel sunumu olan selefi zihniyetin hâkim olması artık yeni bir kavramsallaştırmanın da zamanını göstermektedir.

“Dindar Demokrat” Kavramının Temellendirilmesi:

Adalet ve Kalkınma Partisiyle başlayan değişim ve dönüşümün siyasal alanda “Muhafazakâr Demokrat” ve “Müslüman Demokrat” kavramlarıyla açıklanamadığı ortadadır. Peki dini değerleri önceleyen bir kişi, Türkiye’ye hizmet etmeyi hedefleyen herhangi bir siyasal parti içinde yer alabilir mi?

Ancak yerli ve milli değerleri öncelediğini söyleyen milliyetçi partiler veya dini değerleri önceleyen kendini muhafazakâr olarak nitelendiren saadet partisi gibi veya genel olarak sağ seçmene muhafazakâr demokrat nitelemesiyle hitap eden AKP gibi partiler dışında da kalanlarda niçin “Dindar Demokrat” insanlar yer alamasın?

Yahut Atılgan Bayar’ın ifadesiyle “CHP yönetimi Atatürk döneminden sonra gelen İnönü’cü ‘Laik Yanılgı’yı tashih etmeyi başarırsa, pek çok tarikatın ve İslami ekolün oyu da CHP’ye akabilir mi?”[28] veya Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri merkezli sorularımızı devam ettirecek olursak; Atatürk Maturidi meşrepti ve teoloji bilmeyenler devleti yönetemez” öncülü, sağ merkez partiler dışında benimsenirse nasıl bir siyasal durum ortaya çıkar? Türkiye’nin geleceği açısından önemli bir açılımı, Cumhuriyet’in din anlayışının ve kendi ürettiği ‘laisite’nin kökenlerine dönülüp, yeniden tartışmasının; belki de yeniden üretilmesi mümkün olabilir mi?

Siyasi ve Dini Otorite:

Bu bağlamda Selçuklu Sultanı ve Abbasi halifesi arasındaki irtibatın incelenmesini önerilir. 1055 yılında Tuğrul Bey halifeyi Şiî Buveyhilerin elinden kurtarmak için Bağdat seferine çıktı ve bu tarihten itibaren siyasi yönetici ile dini otorite arasında bir ayrım oldu. Şii Fatımî halifesinin elinden Abbasi halifesini kurtardığı zaman Tuğrul Bey’e halife sikke bastırır, özerkliğini tanır. Tuğrul Bey de onun sarayının iaşe ve ibatesini sağlar.

O halde bize düşen, Selçuklu, Osmanlı tarihsel deneyimlerine dikkat ederek, 1789 yılında değişen dünya paradigmasına uygun olarak monarşiden Cumhuriyet’e, dini değerlerden laik bir sisteme ve ulus devlete geçiş olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel kodlarını yeniden üretmeye “Dindar Demokrat” kavramı katkıda bulanabilir. Yoksa radikal sol ve radikal İslamcı söylemlerin “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesi Kemalizm ve İslam Çatışmasıyla Açıklama” çabalarıyla zihinleri ideolojik kitlemeye tabi tutup, toplumsal ve siyasal kamplaşmalara katkı sağlama riski ortaya çıkar.

Yesevi Kültürü:

Tarihsel birikimimizi yeniden okursak, Selçuklu ve Osmanlı devleti Türkistan/Atayurt ve Türkiye /Anayurt arasında kurulan devletlerin simgelerini de Türkiye Cumhuriyeti forsunda bulundurarak bu bilinci bütün dünyaya ilan ettiklerini görebiliriz. Fethedilen toprakları “vatan” kılıp “yurt”landıran kültürel doku ise Hanefi-Maturidi İslam yorumunun somutlaşmış şekli olan Horasan-Yesevi kültürüdür.

Bu hususu unutulursa, modernleşme ile batılılaşmayı özdeş gören seküler bir devlette ‘Niçin Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal bir kuruluş olarak tesis edilir? Dini sahih kaynaklardan öğrenip öğretilmesi için tefsir ve hadis külliyatı neden oluşturulur?” soruları askıda kalır.

Anadolu’da yeni bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Farklı içerikleriyle ortaya çıkan bütün fikirler ve akımlar, kuruluş aşamasındaki mahiyet ve hüviyet ilişkisindeki sorunları çözmeye yönelikti. Eğer bu çözüm önerilerini ve aralarındaki farkları analiz edersek, günümüzdeki çatışmaların ve ayrışmaların da nedenlerini bulabiliriz. Böylece farklılıkların aykırılığa dönüşmesine müsaade etmeyen bir “eşik” oluşturabilir ve bir arada yaşama motivasyonumuzu güçlendirebiliriz.

Yeni Medeniyet Tasavvuru Önerisi:

Bunu CHP’nin idrak edip, Atatürk ve arkadaşlarının uygulamalarının uygulamalarını günceller ve dini değerlerle barışık bir sistem ile “Dindar Demokrat” tasavvuruna katkıda bulunabilir. Bizim önerimiz İslam dünyasının içinde yaşadığı sosyo-ekonomik tarihini iyi incelediğimiz zaman Hanefi fıkhı, Maturidi Akaidi, Ahmet Yesevi’nin hal diliyle manevi/tinsel ilimlerle evrenin ve insanın niçin yaratıldığı; Biruni gibi alimlerin yöntemleriyle de pozitif ilimlerle evrenin dilinin mahiyetini, Farabi gibi alimlerin yaptığı gibi erdemli/medeni bir yönetimin (ahlak/fıkıh/kelam) tarzını yeniden ortaya koyabilecek yeni bir medeniyet tasavvuru oluşturabiliriz.

Arap ve Fars Müslümanlığından farklı bir niteliklere sahip olan bir Türk Müslümanlığı olduğunu Hanefi fıkhının rasyonel çözü önerileri, özgürlükçü Maturidi teolojisiyle ve bunların hayata geçirilmesi olan Ahmed Yesevi örneğinde güncelleyip selefi-şii çatışması gibi dini ekonomi-politik savaşlarda aygıt olarak kullanmayan laik yapıyı güçlendirebiliriz. Harici (İşid, Taliban, el-Kaide), Batınî (FETÖ vb ezoterik yapılar) Şii zihniyetin aşırılıklarından kurtulabilinir. Arap dünyasında mezhepçilik adı altında yapılan iktidar ve ekonomi-politik savaşlardan uzak durabilmenin yolu budur.

Bu bağlamda 28 Şubat 1997 sonrasında yaşanılanlar irtica ile mücadele adı altında ilerici-gerici, laik-anti-laik/İslamcı diye kamplara bölmüştü. 15 Temmuz 2016 terörist darbe girişiminde iktidarla birlikte olduğu bilinen sürekli hoşgörü, diyalog ve eğitim-öğretimin niteliğinin artırılmasından bahseden bir cemaatin örgütlü bir siyasal güce (FETÖ) dönüştüğünü, hükümet nezdinde devlete yönelik terörist saldırıya bile teşebbüs edebildiğini gözlemledik. Yaşadığımız farklı iki boyutlu travma (1997/2016) da din dili üzerinde ayrıntılı analizler yapmamız gerektiğini ortaya koydu.

Dindar Demokrat Kavramı:

Eğer bu yeni din dilini kurabilir ve “Dindar Demokrat” kavramını da içselleştirebilirsek, din çatışmanın değil uzlaşının bir unsuru olabilir. Sorun siyasi ve iktisadidir, din ve kültür farklılıkları ise enerji merkezlerindeki çatışmaya meşruiyet sağlamak olduğunun idrakiyle, çatışma tezinin yanlış anlama, yorumlama ve ön yargılardan oluştuğunu anlayabiliriz. Bu durumda medeniyet ve kültürlerin barışçıl bir şekilde bir arada var olabilmelerinin zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Din merkezli çatışma mantığı ve çatışma riskini en aza indirgeme ihtimali güçlenmiş olacaktır. Bu da küresel güçlerin dini, hegemonik politikalarına meşruiyet aracı olarak kullanmalarının önüne geçecektir.

Çünkü “Dindar Demokrat” kavramı, İslam’ın esenlik anlamını içselleştiren daima müspet hareket çerçevesinde yıkmadan kırmadan, şiddete başvurmadan çözüm önerileri üretilmesine katkı sağlayamaz mı? Dini verilerin belirli sağ partiler tarafından alabildiğine tüketilmesi ve siyasallaşma riskini azaltamaz mı? Bana göre azaltır, çünkü İslam, demokrasi, nomokrasi, şiddet ve diğer dini yapılanmalarda fundemantalist, radikal eğilimlere, örgütlenmelere de bakıldığı zaman “Dindar Demokrat” kavramının işlevselliği gerekir.

Bana göre son zamanlarda yaşanan içe kapanmacı ve totaliter bakış açılarının yerlilik ve millilik değil de yerellik olduğuna dikkat ederek tikel değerlerimizi tümelleştirme/evrenselleştirme çabalarına devam etmeliyiz. Bu noktada ortaya çıkacak göreceliliği ve içe kapanmacılığı engelleyen “evrensel ölçüt”, “iletişimsel rasyonalite”dir.

Yeni bir siyasal gelişme kavramının içeriği, insanın özgür ve rasyonel davranan bir birey anlamında kendi potansiyellerini gerçekleştirmesi ve bu anlamda rasyonel bir varlık olabilmesi süreci, kendi tarihselliği/yerliliği içinde belirlenecektir. Ancak bu belirleme, her siyasal, dolayısıyla kültür bağımlı toplumsal oluşumun kendi içinde benzersiz olduğunu kabul etmekle birlikte, onu rasyonelleşme, demokratikleşme standartları açsından yorumlamaya ve eleştirmeye imkân sağlayıcı ilkelere de dayanmalıdır.

Bunu yapmamız gerek, çünkü yaşanılan son gelişmelerden ve yaşanan terör olaylarından, 15 Temmuz Terörist saldırısından ve ülkenin yeniden kamplaşmasına engel olabilecek yeni bir tasavvur olabilir. Eğer yeniden 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 gibi dini argümanların iki zıt açıdan kullanımıyla ortaya çıkan olumsuzlukları bir daha yaşamak istemiyorsak, yeni bir din dili geliştirme imkânı üzerinde konuşmak için tam zamanıdır.

Siyasi Partiler:

Dindar Demokrat” kavramı önermemin nedeni, son dönemde ulusal ve uluslararası alanda ortaya konulan uygulamalar ve suiistimaller karşısında “Müslüman” terimine yüklenecek eleştirileri karşılamak mümkün değil. “Muhafazakâr Demokrat” tabiri aslında Müslüman ve/ya “Dindar Demokrat” tanımını içerecek şekilde kullanıldı. Böylece İslamcı Partiden “Dindar Demokrat” partiye dönüşmeyi kapsadığı, bu anlamda Ak Parti’nin DP, ANAP, AP, DYP gibi “Dindar Demokrat” veya kitle sağ partisi olmayı hedeflemişti.

Ama benim kanaatim asla merkez sağ partisi olmadı veya olmak istemedi, hem “Muhafazakâr Demokrat” nitelemesiyle kurucularının içinden çıktığı çizgi aslında bir merkez sağ içinde olamadı da denilebilir. Çünkü Millî Görüş merkezli olan bu hareket, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi çizgisinde devam etmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi de son oluşum içinde yer almayıp yeni bir siyasal yapılanma içine girdi ve bunu “Muhafazakâr Demokrat” ile temellendirmeye çalıştı.

Halbuki “Dindar Demokrat” kavramı “Müslüman Demokrat” kavramını içeriyor ama farklı tasavvurların olmasını da içermektedir. Hatta dindarlık kisvesi altında yapılabilecek yanlış uygulamalara da işaret etmektedir. Böylece “Dindar Demokrat” bu tür icraatlarda bulunanların yaptıklarına yönelik eleştirileri yönelten kişidir, böylelikle Müslüman teriminin esenlik, barış ve güvenli kişi niteliğine sahip çıkmak vardır. İslam

Sonuç:

Ahlak Felsefesinin hikmet, iffet, şecaat erdemlerinin toplamı olan adalet ilkesini gerçekleştiren kişi olarak daima itidal ve müspet hareket üzerine olacaktır. Siyasette de aynı şekilde müstakim ve muktesit yani temel ilkelerini merkeze alarak daima itidalli ve müspet olacak, “İnsanları Rabbin yoluna hikmet ve mev’ize-i hasene ile davet edecektir.”

Üstelik “Dindar Demokrat” kavramsallaştırmasında zülüm ve baskı görse de, kesinlikle başkasına yönelik bir zulmü ve baskıyı onaylamaz, zaten bunu kendisi yapamaz. Çünkü üç teorik erdem (hikmet, iffet, şecaat) toplamı olan adaleti önceler ve daima müspet hareket içinde olur, kırıcı ve toplumsal barışı bozan bir eylem içinde olmaz. İçinde yetiştiği İslam felsefesinin teşekkül döneminden itibaren riyaset ve din tacirliği yapanların, düşüncenin en büyük düşmanları olduğunun bilincindedir.

Prof. Dr. Mevlüt UYANIK
Prof. Dr. Mevlüt UYANIK
Tüm Makaleler

  • 25.03.2022
  • Süre : 8 dk
  • 1880 kez okundu

Google Ads