Site İçi Arama

siyaset

Toplumsal Olayların Ekonomi Politiği

Demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla içselleştirmiş ülkelerde siyaset alanında ani ve büyük kırılmalar yaşanması beklenmez. Bu nedenle toplumsal olayların ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri de son derece sınırlı olur.

Bir toplumda bireylerin davranış ve tercihlerinin toplumun geneli hakkında bilgi verdiğini kabul ederiz. Ekonomik açıdan bu doğrudur. Ancak olayın politik tarafına baktığımızda, karmaşık bir sistem olarak ele almamız gereken toplumun lineer eşitliklerle tanımlanmasının mümkün olmadığını görürüz. Bir anda bileşenlerdeki küçük bir değişiklik, toplumun politik tercihlerinde büyük değişimlerin başlangıcı olabilir. 

Toplumsal çözümlemelerde altyapı, üretim ilişkileri ve üretim araçları arasındaki ilişkilerden oluşan bir ağ gibidir. Altyapısal ilişkiler, toplumsal yapı üzerinde belirleyicidir ve onun hakkında fikir verir. Ancak bu konuda bazılarının iddia ettiği gibi tek belirleyici değildir. Hatta Engels, altyapı ile üstyapı arasında karşılıklı bir etkileşim olduğunu, bu etkileşimin üretim tarzının ve buna bağlı olarak üst yapının yeniden şekillendirilmesinin belirleyicisi olduğunu savunur. 

Diğer bir ifadeyle toplumsal olan her şey aynı zamanda ekonominin de bir parçasıdır. Devleti yönetme görevini anayasal koşullarda üstlenen iktidarlar açısından bu nesnel gerçeklik, iktidarı kendisine çizilen sınırlar içinde tutan en önemli etkenlerden biridir. Bundan dolayı dünyada iktidarın tutum ve davranışları hukuka uygun ve sürekli öngörülebilir olan ülkelerin risk primleri düşükken, kişiselleşen keyfi tutum ve davranışlara sapan iktidarların yönettiği ülkelerin risk primleri oldukça yüksektir. 

Risk primi devletin borçlanma maliyetlerini belirleyen önemli bir göstergedir. Sadece ekonomik göstergelerden değil, toplumsal yapıdan, eğitimden, insan kaynağının kalitesinden, hukuktan, iktidarın hukuksal sınırlar içerisinde kalıp kalmamasından doğrudan etkilenir. Bunun yanında iktidarın iç ve dış politikadaki tercihleri de belirleyicidir. Ülkenin jeopolitik risklerini artıran politikalar, ister istemez risk primlerinin artışına yol açacaktır. Bazen ülkeler uzun vadeli çıkarlarını korumak için jeopolitik riskleri artıran politikaları da tercih edebilirler ama bunun öngörülebilir sınırlar içerisinde kalması istenir. 

İktidarların halka karşı sorumluluğunun büyük olması, her durumda halkın refahını önceleyen politik tercihlerde bulunmasını gerekli kılar. Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak iktidarın her davranışı ve tercihi, öngörülebilir, denetlenebilir, tartışılabilir ve sorgulanabilir olmalıdır. Ani bir kararla halkın belirli bir kesimini karşısına alan bir iktidar, oluşabilecek her türlü tepkiyi ve bu tepkilerin ekonomiye etkisini hesap etmek zorundadır. Bundan dolayı toplumsal olaylar ve ekonomi arasındaki karşılıklı etkileşim, iktidarları keyfi kararlardan alıkoymalıdır. Gerçekten gerektiğine inanılan politik tercihler durumunda da iktidarlar, vatandaşların anayasal sınırlar içerisindeki gösteri ve fikir hürriyetine saygı duymak zorundadır. Duymadığı durumda toplumsal gerilim artar ve bunun sonucunda ekonominin normal zamandaki seyrini sürdürmesini beklemek gerçekçi olmaz. 

Özellikle ekonomisi kırılgan olan ülkelerde ekonomideki dalgalanmalar, toplumsal olaylardan ekonomisi sağlam ülkelere göre çok daha fazla etkilenir. Bu tür olayların yarattığı risk algısı öncelikle kısa vadeli yatırım için ülkeye gelmiş olan sermayeyi etkiler. Menkul kıymetlerde ani pozisyon değişiklikleri yaşanır ve bunun en belirgin etkisi, ülkenin para birimine olan güvenin azalmasıdır. Buna bağlı olarak döviz fiyatlarında ani ve sert artışlar yaşanır. Genellikle kırılgan ekonomiler açısından bu tür hareketlerle başa çıkmak çok kolay değildir. Kırılganlık algısı bir defa yerleştiğinde, negatif beklentiler kendini tekrar tekrar üretir. Ekonomi gittikçe daha küçük olaylara karşı hassas hale gelir ve bir kısır döngüye girilir.

Bu döngüden çıkışın reçetesi, ilginç şekilde, başlangıçta döngüye sebep olan olayları yaratan koşulların değiştirilmesiyle olabilir. İktidar açısından hukuk devleti ilkesinin yıpratılmasının yanlışlığının anlaşılması gerekir. Kurumsallaşmasını tamamlamış toplumlarda siyasetin alanının daraldığı, keyfiyetin azaldığı ve iktidarların denetlenebilir olduğu söylenebilir. Bunu sağlayan ilke “hukuk devleti” ilkesidir. 

Demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla içselleştirmiş ülkelerde siyaset alanında ani ve büyük kırılmalar yaşanması beklenmez. Bu nedenle toplumsal olayların ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri de son derece sınırlı olur. Örneğin Fransa’da çiftçiler Paris caddelerini traktörleriyle kapattığında ya da Almanya’da üniversite öğrencileri Hükümeti protesto için meydanları doldurduğunda ülke ekonomisi bunlardan zarar görmez. Hiçbir hükümet görevlisi ya da kamu görevlisi, anayasal haklar kullanıldığı için ekonominin bundan zarar gördüğünü iddia edemez. 

Gelişmiş bir demokratik kültüre sahip, hukuk devleti ilkesinin koşulsuz uygulandığı ülkelerde hiçbir kamu görevlisi varlığını hükümete bağlamaz. İktidarda kim olursa olsun kamu hizmeti ilkelerinin değişmeyeceği ve tavizsiz uygulanacağı bilinir. Siyasetin, kurumların işleyişini etkileme gücü sadece politikalarla sınırlıdır. Herkes bilir ki, bugünden yarına siyasetin yarattığı ortam yüzünden ekonomide büyük değişiklikler yaşanmaz. Ekonomi için kısa vadeli öngörülerde bulunmak daha kolay olur. 

Siyasette öngörülemezlik artarsa, kamu yönetiminde de artmaya başlar. Bu belirsizlik usulca kurumlara sirayet eder. Toplumda öngörü kaybolmaya başladığında zaten bozulma en ileri aşamasına gelmiştir. Bunun ekonomiye etkisi neredeyse kaçınılmazdır. Çözüm başlangıç noktasındadır. Siyaset öncelikle ve acilen öngörülebilir sınırlara çekilmelidir. Kurumların kurum kültürlerini çürüten siyasi etkiler, süratle ortadan kaldırılmalıdır. Sonrası kendiliğinden düzelir. 

Aslında iktidarlar kendi iktidarının devamını sağlamak adına yeni yandaşlar yaratırken, siyasetin kurumlara nüfuz etmesinin yolunu açmaktadır. Bu durum, kısa vadede iktidara bir güç ve etki alanı sağlamış görünse de uzun vadede refah kaybı ve toplumsal tepkilerdeki artışlar, iktidarların sonunu getirmektedir. Bunu engellemek için güvenlikçi politikalara ağırlık vermek, baskı uygulamak ve devlet gücünün kullanmak ise devletlerin sonunu getirebilecek kadar vahim sonuçlar doğurabilecek siyasi bir hatadır. Bu hatanın bedeli bütün kurumlar ve herkes açısından ağır olmaktadır. 

Kriz eşikleri aşıldığında ve ortam kaosa evrildiğinde, artık alışılmış çözümlerin işe yaramayacağı bir faza geçilmiş demektir. Küçük sistemlerde denge durumuna dönüş nispeten kolay olsa da büyük sosyal sistemlerde artık bunun dışarıdan etkilerle gerçekleşmesi çok zordur. Sistem dinamikleri yeni bir denge durumunu arar ve oluşturur. Ancak bu denge durumu, toplumun geneli için iyi ve kabul edilebilir bir denge olmayabilir. Bu felaket senaryosundan çıkışın formülü, çok geç olmadan öngörülebilirliğin hâkim kılınmasıdır. Aksi halde ekonomideki sorunlar gereksiz bir ayrıntıya dönüşebilir.

Akıl, bilim, liyakat, hukuk, adalet kavramları, toplumun kılcal damarlarında dolaşmaya başlamadıkça politikanın ekonomi üzerindeki belirleyiciliği adeta kader gibi kaçınılmazdır. Siyaset kurumu, içinden çıktığı toplumu yukarıdan bakarak tanımlamaya başladıysa, burada sorunun ideolojik olmaktan çok ahlaki olduğunu görmek gerekir. Ahlaki çürümenin yarattığı sorunlar ise hiçbir zaman kısa zamanda çözülebilir değildir. Ekonomik sorunlar, bunun sadece basit bir yansımasıdır. 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 19.04.2025
  • Süre : 4 dk
  • 453 kez okundu

Google Ads