Site İçi Arama

siyaset

Absürdistan’da Siyasetin Doğası

Siyasetçilerin toplumdaki ayrıcalıklı konumu devam ediyor. Her siyasetçi kendisini, Matriks filminin Neo’su gibi “seçilmiş kişi” olarak görüyor. Seçilen kişiler, ilk olarak kendi özlük haklarını düzenlemeye girişiyorlar.

Bazen bir kitap okursunuz da “yok artık bu kadar da olmaz” dersiniz ya, işte ben de Absürdistan’ın siyasi tarihini okurken sık sık bu cümleyi kurdum. Bu cümleyi kurma sebebime gelince bunun iki nedeni var; Birincisi absürtlüklerin bu ülkeyi tarihi boyunca hiç bırakmamış olması, ikincisi de aradan geçen onlarca yıla rağmen hiçbir şeyin değişmemiş olması. Toplumsal değişmenin dinamikleri bu ülkenin sınırından ya hiç geçmemiş, ya da anlı şanlı siyasi şahsiyetler o dinamiklere haddini bildirmiş olmalı. Gerçekten de bir Absürt vatandaşından değişmesini istemek yerine sunturlu bir küfür etseniz o kadar kızdıramazsınız. Oysa değişim diyalektik bir süreçtir ve hiç kimse karşısında direnemez.

Bu toplumda değişmeyen gerçeklerden biri, siyasetçilerin toplumdaki ayrıcalıklı konumu. Her siyasetçi kendisini, Matriks filminin Neo’su gibi “seçilmiş kişi” olarak görüyor. İlginç bir kurumsal yapı söz konusu. Seçilen kişiler, ilk olarak kendi özlük haklarını düzenlemeye girişiyorlar. Dünyada toplanıp el kaldırarak kendi maaşına zam yapabilen bir kurumsal yapı var mı, bilemiyorum. Siyasi tarihi okurken ilginç tercihlerle de karşılaştım. Bir dönem parlamentodaki milletvekilleri, iktidarsızlık çözümü olarak uygulanan tıbbi bir çözüm olan “mutluluk çubuğu”nun milletvekillerine ücretsiz olması için el kaldırmışlar. Demek ki kalkması gereken kalkmayınca eller kalkmış diye geçti aklımdan.

Halk siyaset kurumuna güvenini kaybetse de yine milletvekiline saygıda kusur etmiyor. Kendileri sağlık hizmetinden ücreti mukabil ve sınırlı olarak faydalansa da vekillerinin eksiksiz faydalanması için vergisinden sarfı nazar etmiyor. Kendisi yıllarca çalışıp pirim ödeyip emekli olamıyor ama milletvekili iki yılda üst seviyeden emekli olma hakkını kazanabiliyor. Yerel bir şarkıcı durumu bir şarkıda “vekilime kaymak lazım” diye özetlemiş. Sanırım sağlıklı olması ve milleti için daha çok çalışması için hakiki süt kaymağı yemesi gerektiğini vurgulamış.

Yemek deyince milletvekilleri için parlamentodaki restorandan bahsetmemek olmaz. Milletvekillerinin iguana derisi koltuklarda daha rahat uyuyabilmesi, pardon çalışabilmesi için hem malzemede sınır tanınmamış, hem de fiyat vatandaşlara komik gelecek kadar düşük tutulmuş. Arada bir fiyatları kasten sosyal medyaya sızdırmaları da sanırım halkı en azından arada bir güldürmek için yapılıyor. Ya da ben çok iyi niyetliyim.

Başka ülkelerde kamuoyu önündeki kişilerin gayrimeşru ilişki yaşamasının ortaya çıkması, istifa nedeni sayılırken, Absürdistan’da halk bu konuda oldukça geniş bir tolerans sınırına sahip. Hatta ortaya çıkması durumunda “helal olsun be!” diye bağıranların sayısı hiç de az değil. Bunu doğuştan Absürt vatandaşı olan yakın arkadaşıma sordum. Verdiği cevabı hâlâ algılamaya çalışıyorum. Bana “Abi burada halkın bu tür olaylar konusundaki düşüncesi; neyse ki, beni öpmedi diye şükretmektir” dedi. Hatta tuttuğunu yanaklarından öpen bir milletvekili için “umarım daha ileri gitmez” esprisi uzun süre yapılmış. Gerçekten Absürt vatandaşlarının nasıl bu kadar ciddi konuları mizah konusu yapabildiğine olan şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Sanırım izahı olmayanın mizahı oluyor.

Absürt vatandaşlarının bu kabullenmişliği, protestolara da yansıyor. Herkes kendi damarına basılana kadar protestocuları toplum düzenini bozan anarşist olarak görüyor. Bu konuda ilginç de bir atasözleri var. “Her koyun kendi bacağından asılır”. Bu kadar birey olamamış bir toplumda bu kadar kolektif davranışı yadsıyan bir atasözü bulunması, Absürdistan’da gördüğüm ilginç çelişkilerden biri olarak beni çok şaşırttı. Ama dedim ya, Absürdistan bir çelişkiler ülkesi.

Absürdistan Anayasası protestoyu bir hak olarak tanısa da, tıpkı diğer haklarda olduğu gibi bu hakkın da kanunla sınırlanabileceğini belirtiyor. Genellikle de son duruluma suyuna yumuşatıcı katılmış eylemler hariç bütün protestolar yasaklanıyor. Yöneticilerin anlaması gereken şey, devleti yıkanın protesto değil adaletsizlik olduğu gerçeğidir. Ama Absürdistan’da genel olarak yöneticilerin koltuklarında rahat oturabilmesinin meşruiyeti, devletin bekası söylemiyle hayat buluyor. Bu durumda devlet aygıtının baskı araçlarının, adalet talep eden vatandaşların üzerine yumruk gibi inmesi iktidarın seçeneği olmaktan çıkıp, ülkenin bekasını sağlama çabasına dönüşüyor. Bu döngüden çıkışın, daha insani, daha demokrat, daha adil bir yönetimin iktidara gelmesinden başka yolu olmadığı görülüyor. Bunun olabilmesi için de Absürt vatandaşlarının on yıllardır değişmeyen siyasal tutum ve davranışlarının değişmesi gerekiyor. Siyaset bilimi açısından bu hiç de kolay değil.

Yirmi yıldan fazla süren Şendoğan iktidarına karşı birçok eleştiri yapılsa da, Absürdistan’da siyasal tutum ve davranışlarının değişmeden kalması toplumsal bir gerçeklik olarak orta yerde duruyor. Şendoğan döneminde (Hotizm ve Absürt Milliyetçiliğine dayalı olan) bu siyasal tutum ve davranışların siyaset tarafından istismarının arttığı söylenebilirse de bunun yeni bir gelişme olduğu asla iddia edilemez. Siyaset açısından toplumda onlarca yıldır süren bir yozlaşma sürecinin varlığını görmek için akademik bilgiye gerek olmadığını düşünüyorum. Her ne kadar siyasi tercihlerindeki yanlışlar yüzünden eğitimsiz kitle çok eleştirilse de okumuşların okuduklarının toplumsal ahlaka büyük bir katkı yaptığını söylemek de zor.

Son yıllarında Şendoğan’ın İktidarının her mutlak iktidarın kaderinde olduğu gibi yozlaşmaya başladığı gerçeği, iktidar çevrelerinde görmezden gelinse de, ekonomik bozulmayla kendisini iyiden iyiye hissettiriyor. Her konuda karar verici tek merci olmak isteyen Şendoğan’ın otoriter eğilimleri, serbest piyasayı “müsaade edilen kadar serbest piyasa”ya dönüştürmüş durumda. Ülkedeki sefillerin (emeklilerin) bir kısmı, aldığı düşük ücreti kendisine Şendoğan’ın verdiğini sandığı için şükretmeye devam ediyor. Diğerleri ise sadece Şendoğan’ın verebileceği kararı vermesi için dua ediyor.

Şendoğan’ın her konuşmasında ülkedeki bozulmadan söz edip bunun muhalefetin suçu olduğunu söylemesi, AUP (Absürt Uçuş Partisi) taraftarları dışında kimsede karşılık bulmuyor. Ama Şendoğan yaklaşık %30 olan ve kendisine koşulsuz biat eden kemik kitlesini konsolide etmeyi başarıyor. Çünkü o kitle sadece AUP kontrolünde olan haber kaynaklarından bilgi alıyor. Bu haber kaynakları da en sürrealist yazarları kıskandıracak haber metinleri yazma başarısını gösteriyorlar. İnanan olduktan sonra gerçekliğin ne olduğundan çok inanılanın ne olduğu önemli hale geliyor. “Post truth” olarak da adlandırılan bu olgu, yıpranmış AUP iktidarı için adeta can simidi etkisi yaratıyor. Her inanan inandığı her şeyi gerçek olarak görmeye başlıyor. Hotizm ve Absürt milliyetçi soslarla servis edilen söylem için gerçeklik kaygısı olmaması, hiç kimsenin sorunu değil.

Şendoğan’ın başarılı olduğu bir diğer konu da toplumun büyük kesimi tarafından, yıpranan iktidarın değil onun karşısında olan muhalefetin eleştirilmesini sağlamasıydı. Bu medya düzeninin nasıl kurulduğu ise kimsenin ayrıntılı olarak düşünmediği bir konuydu. Bir primattan hallice zekâya sahip insanların bütün medya kanallarında kanaat belirtebilir hale gelmesi, elbette bu sistemin olmazsa olmazıydı. Söylenenin saçmalığı inananların çok olmasına engel değildi. Hatta sarhoş gibi konuşan bir milletvekili vardı ki, değil yasama meclisinin üyeliği herhangi bir sıradan kamu hizmetinde bulunması bile toplum sağlığına zarardı. Bir defasında ekranda “şrolop hürolop” gibi anlamsız zırvalayan bu şahsı görünce, atını Senato’ya konsül olarak atayan Caligula’yı saygıyla andım. Ödediğim vergilerin bunun gibi şahıslara maaş, emekli maaşı vs. adlarla devlet tarafından verildiğini düşününce göğsüme adeta öküz oturmuş gibi oldum.

AUP’nin son yıllarında milletvekili tercihlerinin daha çok iyi bağırabilen, dönüş manevraları konusunda uzman, kavga anında direkt dalabilen, ahlaki durumu her şeye müsait ve en önemlisi koşulsuz biat eden isimlerden oluşması, otoriterleşen bir yönetim anlayışının merkezileşen kararlarını anlamak için bilinmesi gereken bir konuydu. Ama zaten AMM (Absürdistan Millet Meclisi) artık eski parlamenter sistemdeki gücünü kaybetmişti. İnen ve kalkan eller sadece biat eden isimsiz bir kitleyi ifade etmekten başka bir şeye yaramıyordu. Bir kişi her şeye karar veriyordu, ya da en azından öyle görünüyordu. Absürt vatandaşlar ise son derece açık olan en önemli sorunu görmüyor, ekonominin krizine ve maaşına gelen artışın yetersizliğine üzülüyordu. Kısacası geçen yıllara rağmen Absürdistan’da yeni bir şey yoktu.

Not: Burada geçen bütün kişiler, kurumlar ve olaylar hayal ürünüdür. Biraz eğlenmek herkesin hakkı olmalıdır.

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 10.07.2024
  • Süre : 4 dk
  • 555 kez okundu

Google Ads