Cumhur ve Parti Başkanlığı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 13 Ocak 2022 tarihinde Avrupa Birliği (AB) büyükelçilerine yapmış olduğu konuşmanın içeriği, ikili ilişkilerin geleceği ile ilgili doneler içermekte. Benzer bir konuşma geçen yıl da yapılmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 13 Ocak 2022 tarihinde Avrupa Birliği (AB) büyükelçilerine yapmış olduğu konuşmanın içeriği, ikili ilişkilerin geleceği ile ilgili doneler içermekte. Benzer bir konuşma geçen yıl da yapılmıştı. Enteresan olan, her iki toplantının da Külliye yerine, Çankaya köşkünde yapılması. Neredeyse her Cumhurbaşkanlığı faaliyetinde Külliye kullanılırken, AB büyükelçileriyle yapılan toplantıların Çankaya köşkünde yapılmasının sebebi nedir, nasıl bir mesaj verilmek istenmektedir, doğrusu ilginç bir durum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yılki konuşmasında; Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili yaşananlar, terörle mücadele ve göç krizi konusundaki hassasiyetlerin öne çıktığı görülüyor. Geçen yıl yapılan konuşmada, Doğu Akdeniz ve KKTC’yle ilgili konular da vurgulanmıştı. Bu yıl nedense bu konulara değinilmedi. Anlaşılan o ki, Türkiye; Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konularında daha pasif bir politik anlayışa yönelmeye başlıyor. Sondaj ve araştırma gemilerinin bölgeden geri çekilmesi ve Antalya açıklarında bekletiliyor olması, bu yeni anlayışa uygun bir durum. Türkiye’yi yöneten irade, yapabileceklerini gösterdiğini, bundan sonrasının ise karşı tarafın hamlesine göre şekilleneceğini değerlendirmiş gibi gözüküyor. Dolayısıyla karşı tarafın hamlesi görülene kadar, iyi niyetli tavır sergileme politikası devam edebilir. Ayrıca, son dönemde ekonomide yaşanan sallantılar, Batı ile bozulan ilişkileri düzeltmenin mecburiyetini ortaya koydu. ABD’nin, 7 milyar dolarlık maliyeti nedeniyle “East Med” boru hattı projesinin uygulanabilir olmadığını görmesi de, Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakları Avrupa’ya aktaracak boru hatları hazır olan Türkiye’nin bu bölgedeki etkinliğini artıracaktır. Dolayısıyla bölgede agresif bir politikaya devam etmenin çok da lüzumlu olmadığı değerlendirilebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında, geçen sene yaptığı konuşmaya benzer şekilde, Avrupa’nın ikircikli yaklaşımlarından bahsetti. Ancak, bu seferki tonaj, geçen yıla göre oldukça hafif kaldı. Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili yapması gereken hususlarda eksiklikleri veya yanlışları olabilir. Ancak, Avrupa’nın da politik hata ve yanlışlıklarını artık görmesi, anlaması ve bazı değişikliklere gitmesi gerekir. Stratejik miyopluktan Avrupa’nın kendini kurtarması ve Türkiye ile ilişkilerini geliştirme konusunda cesur adımlar atması kaçınılmazdır. Türkiye’nin de Avrupa normlarına uygun şekilde hareket etmesi, hukukun üstünlüğünü, özgürlük ve demokrasi seviyesini yükseltmesi beklenmektedir. Bu kriterlerde, üçüncü dünya ülkeleriyle, ikinci sınıf demokrasilerle aynı seviyelerde olmak, Türkiye’ye yakışmamaktadır. Değişen dünya düzeninde, Doğu Avrupa, Rusya ile Kuzey Atlantik arasındaki güç mücadelesinin ana bölgesi olmuşken ne Türkiyesiz Avrupa ne de Avrupasız Türkiye düşünülebilir. Etkin, saygın ve caydırıcı olabilmek için her iki tarafın birbirine ihtiyacı olduğunu, artık hem AB hem de Türkiye görmeli ve anlamalıdır.
Büyükelçilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması esnasında, anlaşmışçasına, hep birlikte not tutması da oldukça ilginçti. Erdoğan’ın yaptığı konuşmanın metni mutlaka dağıtılmıştır. Dağıtılmasa bile, bu metin, sosyal medya aracılığıyla bulunabilir. Konuşmanın videosu da varken, bu not tutma işinin sebebi ve arka planı da ayrı bir merak konusu olmuştur.
Dönelim, dış politikadan iç politikaya.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, dış politikayla ilgili yapmış olduğu bu tarz gerekli ve etkileyici konuşmalara benzer şekilde, iç politikada da, yürütmenin başı olması sebebiyle, halkın tümünü kucaklayıcı konuşmalar yapması beklenmektedir.
İçinde; ötekileştirme ve yandaşları konsolide etmek adına muhalif herkesi terörize etme şeklinde muhalefetin ve onun destekçisi halkın tepkisini çeken söylemlerin kullanılmasının, siyaseti ve toplumu germekten başka faydası yoktur.
Dış dünyaya hitap ettiği gibi, içeriye de gerçek sorunlarla ilgili ve tüm cumhurun başı gibi konuşsa Sayın Erdoğan, bu garip halk, güzel ülkem ve bizatihi Cumhur ittifakı adına çok daha faydalı olacaktır.
Aslında sorun sistemin tuhaflığından kaynaklanmaktadır. Cumhurbaşkanı tarafsız olmalıdır, çünkü iktidarı ve muhalefeti ile tüm cumhurun başıdır. Ancak, Türk tipi başkanlık sisteminde, Cumhurbaşkanı, yürütmenin de başı olunca, demokratik bir zeminde muhalefetin eleştirisi de normal, kaçınılmaz ve hatta gerekli olmaktadır. Parti başkanlığı ile Reis-i Cumhur’un aynı kişi olması, siyasi arenayı germektedir. Bu sistemsel sorun nedeniyle, karşılıklı siyasi söylemler sertleşmekte hem Cumhur başına hem de Cumhur başı tarafından, hakarete varan sözler söylenebilmektedir. Bu sert söylemlerin, açılan karşılıklı davaların ve bunların neticelerinin ne ülkeye ne millete ne de demokrasimize katkısı olabilir.
Sistemdeki sorunu bir empatiyle değerlendirelim. Farz edelim ki, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, ilk seçimde aday oldu ve yüzde 50+1 oyla seçildi. Kendisinin, şu anki durum gibi hem Cumhurbaşkanı hem yürütmenin başı hem de CHP Genel Başkanlığı görevine devam edeceğini, üstüne bugünkü gibi Ana Muhalefet Partisi Lideri Erdoğan’la karşılıklı tartışmalara girdiğini düşünelim.
Böyle bir durumda, CHP’ye oy vermeyen Cumhur ittifakına gönül vermiş halk, rahatsız olmaz mı? Aynı kişinin hem Cumhurun hem yürütmenin hem de partisinin genel başkanı olması, ülkeyi git gide anti demokratik bir parti devletine dönüştürmez mi? Türkiye’nin 1950 öncesi tek partili döneme benzer bir yapıya yönelmesi, ülkenin demokratik, sosyolojik ve ekonomik gelişimine katkı sağlamaz.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, ortaya çıkan bu en önemli eksikliği nedeniyle, yeniden ele alınmalıdır. Fayda ve mahzurları ortaya konmalı, dünyadaki örnekleri incelenmeli ve her kesimin kabul edebileceği bir hale dönüştürülmelidir. Yürütmenin başının tarafsız olması beklenemez, o zaman muhalefetin eleştiri yapması da kaçınılmazdır. Hele ki, herhangi bir kişinin bir partinin başkanı olarak, Cumhurbaşkanlığı makamı yoluyla halkın tümünü temsil etmesi, siyaseten bir türlü yerli yerine oturmamaktadır.
Dolayısıyla çözülmesi gereken en önemli sorun; Cumhurbaşkanı’nın partisiyle ilişiğinin devam etmesi ve bir kişinin ülkenin tümünü temsil ederken, kendi partisinin de genel başkanı olarak kalmasıdır.
Bu sıkıntılı durum, ülkenin demokrasi seviyesinin yükselmesi ile birlikte, zamanla ve ister istemez, kendini yeniden ve daha güçlü ya parlamenter ya da kabul edilebilir bir başkanlık sistemine dönüştürecektir.