Hükümdarın Üç Oğlu ve Türkiye Siyaseti
Masalda olduğu gibi, Kim doğru söylüyor? Kim yalancı? belli değilse, Söylediklerinin ne zaman doğru ne zaman yalan olduğu belli olmayanların yaşadığı bir ülkede, kime nasıl güvenip geleceğimizi nasıl emanet edeceğiz?
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer top oynarken, eski hamam içinde horozlar tellal iken, pireler hamal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir varmış, bir yokmuş…
Uzak diyarlardaki küçük bir ülkenin birinde epey yaşını başını almış bir hükümdar varmış.
Bu hükümdarın üç de haylaz oğlu varmış.
Hükümdar artık kocadığından tahtı hangi oğluna bırakacağına bir türlü karar veremiyormuş.
Oğullarından biri sürekli yalan söylermiş, bir diğeri doğrucu Davut’muş, üçüncüsünün ise ne zaman doğru söylediği ne zaman yalan söylediği hiç belli olmazmış.
Hangisinin kendisinden sonra hükümdarlığını yaptığı güzel ülkesi için daha hayırlı bir hükümdar olacağına bir türlü kendi başına karar veremiyormuş.
***
Sonunda düşünmüş, taşınmış ve hangi oğlunun ülkesini ondan sonra daha iyi yönetebileceğine karar verebilmek için baş vezirine bir çare düşünmesi için görev vermiş.
Tez bulasın çareyi, yoksa kelleni alırım demeyi de unutmamış ki, vezir konuyu ciddiye alsın.
***
Baş veziri almış bir telaş.
Bakmış bu görevin altından kendi başına kalkamayacak, vezir ülkedeki en yaşlı bilge insana danışmaya karar vermiş.
Bilge insan önce oturmuş, dikkatlice dinlemiş veziri, sonra da başlamış düşünmeye.
Bir gün düşünmüş, iki gün düşünmüş, yetmemiş, bir hafta düşünmüş, ama bir türlü vezirin bahsettiği konunun çaresini bulamamış.
*
Vezir bakmış olacak gibi değil, işin ucunda kelle var tabii ki, bırakmış bilge insanı düşünedursun diye ve ülkenin en çok okuyanına danışmaya karar vermiş.
Gitmiş anlatmış derdini ülkenin en çok okuyanına.
Çok okuyan kitaplara bir bakayım bakalım demiş.
Bir gün olmuş okumuş, iki gün olmuş okumuş, yetmemiş bir hafta okumuş, ama vezirin derdine bir türlü çare bulamamış. Hiçbir kitapta bu derdin çaresi yazmıyormuş.
*
Vezir bakmış olacak gibi değil, kelle tehlikede, bırakmış çok okuyanı kitaplarıyla baş başa, bir de ülkenin en çok gezenine danışmaya karar vermiş.
En çok gezene derdini anlatınca en çok gezen ben bir gezeyim demiş.
Bir gün gezmiş, iki gün gezmiş, yetmemiş bir hafta gezmiş, ama o da bir çare bulamamış. Hiç bir yerde bu derdin çaresine rastlamadım demiş.
*
Vezir bakmış olacak gibi değil, oldu olacak bir de ülkenin delisine sorayım demiş.
Ülkenin delisi de bir gün bir o yana, bir gün bu yana dolanmış durmuş, iki gün bir o yana, bu yana dolanmış durmuş, yetmemiş, bir hafta o yana bu yana dolanmış.
Tam vezir bu da bulamadı çaresini diyecekken, deli aniden vezire dönüp “soru sor!” demiş, “şehzadelere öyle bir soru sor ki, kendileri söylesinler kimin tahtın gerçek sahibi olduğunu” demiş.
Vezir ne sorayım diye sorunca ise “ben deliyim, her şeyi ben mi söyleyeceğim?” demiş, “ne soracağını da sen bul!” diyerek yine dolanmaya başlamış bir o yana, bir bu yana.
*
Vezir bakmış olacak gibi değil, kelle tehlikede, ama başka kime danışabileceğini de bilmiyor, delinin dediği gibi hükümdarın oğullarına bir soru sormaya karar vermiş.
Şehzadelerin soracağı soruya verdikleri cevaplara göre ülke için en hayırlısı hangisidir, cevaplarına göre karar vermek ona da mantıklı gelmiş.
Ama şehzadelerin hangisi yalancı, hangisi doğrucu, hangisinin ne zaman doğru ne zaman yalan söylediği belli olmayan olduğunu kendisi bilmiyormuş.
Hükümdara böyle bir soru sormaya da cesareti yetmemiş.
Nasıl bir soru sorsun da kimin hayırlı hükümdar olacağını nasıl anlasın, onu da bilememiş.
Başlamış düşünmeye ne sorsam, ne sorsam acaba diye.
Bir gün düşünmüş, iki gün düşünmüş, yetmemiş bir hafta düşünmüş, ama bulamamış işte o sihirli soruyu.
Çünkü ne soru sorsa, cevabın doğru mu, yanlış mı olduğunu bilemeyeceğinin farkına varmış bir süre sonra.
Böyle bilinmezler ortamında ise en iyisinin hiçbir soru sormamak olduğunu anlamış.
Ne yapsın şimdi? Kaderine razı mı olsun?
Kelle gidecek çare bulamazsa!
***
Kim doğru söylüyor?
Kim yalancı?
Ya da söylediğinin ne zaman doğru ne zaman yalan olduğu belli olmayanların yaşadığı bir ülkede siz olsanız nasıl bir soru sorardınız?
Siz soru sormaya cesaret edebilir miydiniz?
Ülkenin çivisi çıkmışsa artık soru sormanın bir anlamı var mıdır?
Hani derler ya, at izi it izine karışmış diye, işte öyle değil mi ülkenin hali?
***
Artık ben bile kurtaramam bu ülkeyi derken sayın Kılıçdaroğlu ne demek istemiş acaba?
Yoksa öyle bir şey dememiş mi?
İnanın ben anlamadım!
Ama kimin neyi doğru, neyi yalan söylediğini de anlamadım.
***
Onca insanın bir şeyhin cenazesine bunca yoğunlukta katılmasını mesela, onu da hiç anlamadım. Ne kadar çok seveni varmış meğerse tarikat şeyhinin.
Yoksa konu şeyhe sevgi değil mi?
Ama şeyhin affettirdiği günahların tekrar günah olarak kalacağını, yani şeyhin yaptığı günah aflarının iptal edilmesini de anlamadım.
Ne diyorsun sen? İslamiyet’te günah çıkartma yok ki! O iptal edilenler eski şeyhin önünde verilen tövbeler. Kendi başına değil de, insanlar şeyhin önünde tövbe etmişler bir şeyler için.
İşte şimdi tövbe edenler bir kere de yeni şeyhin, (şeyhlerin?!) önünde tövbe etsinler diye eski tövbeleri iptal edilmiş.
İyiymiş değil mi? Birinin yardımıyla günahlarımızı affettirmek değil bu yapılan, birinin şahitliğinde tövbe etmek!
Zaten devlet içinde devlet olmuş o tarikat merkezini de hiç anlamadım.
O Merkeze (bir merkez daha olduğu söyleniyor!) meğerse kimsecikler giremiyormuş!
***
Bir de bazıları bu çağda kız çocuklarını okutmak istemiyorlarmış. Bunu hiç anlamıyorum.
Çareyi ise karma eğitim yapılan okullar yerine sadece kızlara ve erkek çocuklarına özel okullar açmakta bulan sayın büyüklerimizin bu mantığını da hiç anlamadım.
Ne kadar da güzel açıklıyorlar değil mi?
Benim önceliğim kız çocuklarının okuması diyor ya sayın bakanımız, niye bu çağda kız çocuklarını okutmak istemeyenlerin olduğunu ise açıklayamıyor, bunu da anlamadım. İyi niyeti ile kız erkek ayrımı olan okullar açacaklarmış.
Zaten sadece kızlara ve sadece erkeklere özel okullarımız yok mu?
***
Bu ülkede cumhuriyete bu kadar çok nefret olmasını zaten hiçbir zaman anlamadım.
Bu gibi konuları duydukça iyiden iyiye aklım başımdan gidiyor.
Belki de benim anlama kapasitem sınırlıdır.
***
Kısacası masalımızdaki bu küçücük ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine çıkabilmesi için daha ne yapılabilir, inanın çaresini ben de bulamadım.
Devletlumuz, zatı şahaneleri sonrasında başa kimin geçmesinin bu ülke için daha hayırlı olduğunu da bilemedim.
Üstelik devlet içinde devlet olmuş tarikatın başına da kimin geçeceğini anlamadım.
Şimdiden bu konuların çözüme kavuşması için bir yöntem bulunmasında fayda var sanırım.
Çare demokraside olabilir mi?
Ama hayır, demokrasi deyince şimdi halkın oyu falan, ne gereği var?
Peki, o olmuyor, bu olmuyor. Bu sorulara cevapları siz bilebildiyseniz siz söyleyin o zaman!
***
Masalımızın sonuna geldik sanırım.
Gelin masalımızı klasik masal sonları gibi sonlayalım.
*
Eteği var pile pile, saçları var lüle lüle, işimizi yaptık bitti, gidiyoruz artık güle güle.
En akıllısı eteği pile pile olan mı acaba?
Neyse, masal bitti demiştik.
Gökten üç elma düşmüş, biri ülkeyi kötü yönetenlerin başına, biri aklı başından gitmişlerin başına, biri de artık kim tahtın varisi olacaksa onun başına düşsün.
Moskova’dan herkese sevgi ve selamlar