Site İçi Arama

siyaset

Kürt Siyaseti, İsrail Tehdidi ve Stratejik Akıl

Amacı çok açık ve nettir. Irak, İran, Türkiye ve Suriye sınırları içerisinde 35 milyona yakın Kürt nüfusunun yaşadığından hareketle, Kürt nüfusun yaşadığı bölgelerde bağımsız bir devlet kurma haklarının olduğunu iddia etmektedir.

Kamuoyu son günlere iç siyasette yaşanan gelişmeleri yorumlamaya çalışıyor. Neler yaşandı kısaca bakalım.

·        Önce Dışişleri Bakanı ve CB İsrail’in Türkiye’ye yakın tehdidinden bahsetti.

·        Ardından iktidar kanadında bu tehdide karşı iç cephenin güçlendirilmesi hususu konuşulmaya başlandı.

·        Daha sonra Meclisin açılış gününde Bahçeli, DEM sıralarına giderek gurup başkanvekillerinin elini sıktı.

·        İsrail tehdidi Meclis’te gizli oturumda görüşüldü.

·        CB Bahçelinin el sıkışmasını desteklediğini söyledi.

·        Bahçeli el sıkışmanın rastgele yapılmadığını ifade etti.

·  15 Ekim de Bahçeli Meclis grubu konuşmasında Abdullah Öcalan’a seslenerek ondan PKK’ya silahları bırakma çağrısı yapmasını istedi.

·    Hemen aynı gün DEM Genel Başkanı Bakırhan Meclis’te madem çağrı yapmasını istiyorsunuz o zaman Abdullah Öcalan a uygulanan tecridi kaldırın dedi.

Ekim ayı içerisinde yaşanan bu gelişmelere ancak olayları sıraya koyduğunuzda bir anlam verilebilir. Akla gelen ilk soru şu; yeni bir açılım sürecine giden yolun taşları mı diziliyor? Görünüşte öyle ama peki mevcut konjonktür buna müsait mi? Ülke içinde yaşanan ekonomik sıkıntılar, iktidarın yeni bir Anayasa isteği, İsrail’in bölgedeki pervasız tutumu ve bölgedeki üst seviyede yaşanan gerginlik, beklenen ABD seçimleri gibi hususları göz ardı ederek bir değerlendirme yapılması pek mantıklı görünmüyor. Ancak Türkiye’de siyaset mekanizması biraz farklı işliyor. Tutarlılık, stratejik bakış, devlet aklı, dengeleri gözetmek gibi hususların çok önemsendiği söylenemez. Siyasetin dolambaçlı yollarında içerisinde ülkenin bekasını ve geleceğini de ilgilendiren çok mühim kararlar da dahil olmak üzere pek çok karar günlük alınıyor ve biz olayların peşinden sürüklenip duruyoruz. Suriye’de öyle olmadı mı? Herneyse asıl konumuz hükümetin karar alma süreçleri değil, bu yazıda Kürt siyasi hareketinin bir analizini yaparak Abdullah Öcalan, Selahattin Demirtaş ve DEM parti üzerinden yeni bir açılım sürecine hangi koşullarda katılabileceklerinin değerlendirmesini yapacağız.

Kürt siyasi hareketi hakkında ilk bilmemiz gereken husus geçmişinin 40-50 yıllık olmadığı, ilk isyanlardan bu yana yaklaşık 150 yıllık bir geçmişe sahip olduğu hususudur. Amacı çok açık ve nettir. Irak, İran, Türkiye ve Suriye sınırları içerisinde 35 milyona yakın Kürt nüfusunun yaşadığından hareketle, Kürt nüfusun yaşadığı bölgelerde bağımsız bir devlet kurma haklarının olduğunu iddia etmektedir. Bu onların iddiası ancak Ortadoğu’nun değişken siyasi ortamında hayata geçirilmesinin mümkün olup olmadığı her zaman tartışma konusu olmuştur. Bu istek ilk olarak 1920 yılında Sevr Anlaşmasında bir harita üzerinde realize edilmiştir. Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün akıllı adımlarıyla bunun önüne geçilmiştir. Anadolu’daki Kürt unsurlar başarıyla Milli Mücadele’ye dahil edilmiştir. Siz Sadabat Paktının İtalyan tehdidine ya da bölgede barış ve işbirliği maksadıyla mı kurulduğunu düşünüyorsunuz? Elbette hayır. Bu Anlaşma Atatürk’ün bölgede sınırlar belli olduktan sonra sınırları pekiştirme siyasetinin bir parçasıdır. Afganistan, İran, Irak ve Türkiye’nin üye olduğu Pakta Suriye henüz Hatay meselesi halledilmediği için alınmamıştır.

Toparlıyoruz. Bizim neslin Türkiye’de Kürt siyaseti ile yeniden yüzyüze gelmesi Kürt siyasetçilerin Türk solundan ayrılarak kendi yollarında gitme kararından sonra olmuştur. Ama bu bir sebep değil bir sonuçtur. Sebepleri 1978 yılında kurulan, ilk silahlı eylemini 1984 yılında gerçekleştiren ve terörü bir yöntem olarak seçen PKK’nın strateji belgelerinden ayıklayabiliriz. Bizler bu belgeleri kongre kararları olarak biliyoruz. Hepsi kamuoyuna açıktır, rahatlıkla bulup okuyabilirsiniz. Unutmadan bir hususu ifade etmeliyim. Sakın ola Kürt siyasi hareketini sadece Türkiye’de yürütülen bir faaliyet olarak düşünmeyin. Aralarında yöntem farklılıkları hatta anlaşmazlıklar bile olsa İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürt siyasi hareketleri stratejik bir akılla her zaman birbirleriyle koordineli ve işbirliği içerisinde ortak amaçları doğrultusunda hareket etmiştir. PKK ve İran’daki uzantısı Pejak başlangıçta silahlı mücadele yoluyla hareket etme yolunu seçmiştir, buna karşın Irak’ta KDP ve KYB partileri çoğu zaman politik bir tutum içerisinde bulunmuş ve özellikle Irak üzerindeki baskı yaratabilen dış unsurlarla işbirliği yaparak kendi amaçlarına yönelik bir tutum sergilemişlerdir. Suriye’de ise durum çok farklıdır. Baba ve oğul Esad rejimlerinin kimi zaman kitlesel katliama kadar giden baskıcı yöntemleri sebebiyle Kürt siyasi hareketi Suriye’de rahatlıkla faaliyet gösterememiştir.

Neticeten kongre bildirilerinden okuduğumuz kadarıyla 1980’lerde alınan kararla her bölgedeki siyasi hareket kendi özel koşullarını göz önüne alarak kendi yöntemleriyle hareket edecek ve bölgesinde bağımsızlık mücadelesi verecektir. Zımni olarak tüm bölgelerdeki Kürt parti ve gruplarının katıldığı bu mücadelenin safhaları bile belirlenmiştir. Sırasıyla;

·        Öncelikle Kürt varlığının kabul edilmesi,

·        Ana dil ve kültürel hakların elde edilmesi,

·       Partileşme ve yerel yönetimlerin ele geçirilmesi,

·   Özerklik, kanton, self determinasyon, federal yapı gibi uluslararası hukukun da tanıdığı yapılarla kendi kendini yönetme hakkının elde edilmesi,

·     Her bölgede ayrı bağımsız Kürt bölgelerinin ilanı,

·        Nihayetinde bu 4 bölgenin birleşerek birleşik bağımsız Kürdistan’ın kurulması bu mücadelenin siyasi safhalarıdır.

Şimdi gelinen aşama nedir, bir göz atalım. Irak’ta Kürt bölgesi 1990 yılında ABD’nin bölgeye yaptığı müdahale ile 36 paralel kuzeyi ile belirlenmiş ve korumaya alınmıştır. 2003 yılındaki Körfez Savaşında Irak Kürt partileri kayıtsız şartsız ABD’yi desteklemiş ve bunun mükâfatını savaştan sonra hazırlanan Irak Anayasasında yer alan şekliyle federatif bir yapı kurarak almıştır. Artık Irak’ta birisinin başkenti Erbil diğerinin başkenti Bağdat olan iki ayrı devlet vardır.

İran’da Kürt bölgesi (Erdelan) zaten muhtariyetle yönetilmektedir. Merkezi İran yönetimi Kürtlerin varlığını kabul etmekte ve yerel yönetim hakkı tanımaktadır. Ancak İran rejiminin baskıcı yaklaşımı İran Kürt siyasetinin oldukça yavaş ilerlemesine sebep olmaktadır. Bu statükoyu bozacak tek husus İran’daki mevcut rejimin ABD ve İsrail tarafından gerçekleştirilecek dış bir müdahale ile düşürülmesidir. Bugünlerde gelişen olaylara bir de bu gözle bakmamızda fayda var.

Türkiye’de hepimiz süreçleri yaşayarak gördük. PKK’nın kurulması, terörü yöntem olarak seçmesi, 90’lı yıllarda yaşanan silahlı mücadele, 90’ların sonunda sahada başarılı olamayan ve elebaşısı yakalanıp Türkiye’ye getirilen örgütün sahada etkisizleştirilmesi. Kurulan Kürt partileri yoluyla iç siyasette bir aktör olarak ortaya çıkılması. Körfez savaşından sonra bu kez Irak kuzeyinden kaynaklanan bir terör dalgasının daha TSK’nın yine dirayetli tutumuyla sona erdirilmesi. 2010’lu yıllarda hükümetin başlattığı açılım süreci ve akamete uğraması ancak oyları yüzde 10’a ulaşan partileşme sürecinin devam etmesi…

Asıl konumuz Suriye. Suriye’de neler oldu? Suriye’de Esad Arap baharının etkisiyle rejimi sallanmaya başlayınca Batılı güçler tarafından desteklenen muhaliflere karşı sertliğe başvurdu. Yıkımlar, katliamlar yaşandı. Bu kargaşada İŞİD benzeri yapılanmalar da rejime karşı mücadeleye başlayınca ABD ve müttefikleri ile Rusya bunu bahane ederek Suriye’ye yerleşip askeri üsler kurdular. Merkezi yönetiminin sahadaki otoritesinin kaybolduğu Suriye’de hükümetin kontrol edemediği bölgeler oluştu. Bunlardan bir tanesi de Kürtlerin Rojova adını verdiği kuzeydeki Kürt bölgesiydi. Başlangıçta Türkiye Suriye Kürtlerini Irak Kürt yönetimi üzerinden kontrolü altında tutmak istedi ancak PKK, İŞİD’le mücadele bahanesiyle gelip bölgeye yerleşti ve ABD’nin yardımıyla kendi kontrolünde bir bölge kurarak ordulaşma sürecine girdi. Türkiye’de sınırına yerleşen terör unsurlarına tepki vererek Suriye kuzeyinde Zeytindalı, Barış Kalkanı ve Barış Pınarı harekatları ile sınırda bir tampon bölge oluşturdu. Halen tampon bölgenin güvenliği ve yerleşim konusunda ise Özgür Suriye Ordusu olarak teşkilatlandırdığı Sünni rejim karşıtları ile işbirliği yapıyor.

Suriye’deki yaşananlar oldukça hızlı gelişti. Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelerde ön alarak bahsettiğimiz mücadele stratejisini daha hızlı gerçekleştirebileceğini planlayan Kürt siyasi hareketi Suriye’de merkezi yönetim devre dışı kalınca birdenbire öyle bir avantajlı durumla karşılaştı ki, politik olarak yüz sene uğraşsalar bunu gerçekleştirmeleri zordu. Elbette hemen bir sonraki safha için harekete geçtiler. ABD ile işbirliği başlattılar. Artık Suriye kuzeyinde Kürtlerin varlığını kimse inkâr etmiyor, seçim yapılmasından, yeni Suriye Anayasasında bölgeye özerklik verilmesinden bahsediliyor. Yukarıda bahsedilen safhaları hatırlayalım ve sonraki adımlar ne olacak tahmin edelim. 

Ne demiştik, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’deki Kürt siyasi hareketleri stratejik bir ortak akla sahiptir ve birbirileriyle koordineli ve işbirliği içerisinde çalışırlar. Şimdi gelin bu stratejik aklı Suriye’de yaşanan gelişmeler, İsrail-İran gerginliği, İsrail’in pervasızlığı ve gündeminizi meşgul eden yeni bir açılım süreci kapsamında değerlendirelim.

En başa dönüyoruz. Yeni bir açılım süreci olsa DEM partisi hükümetten ne ister? Anayasanın İlk 4 maddesinin değiştirilmesini mi? Onlar da biliyor ki mümkün değil. Sıkıntı Anayasa’daki Türk milleti ve yurttaşlık tanımında mı? Bunları değiştirmek de mümkün değil. Belediyelerine kayyum atanmamasını mı isterler? Bu kadar küçük bir menfaat için pazarlığa oturmazlar. Öcalan’a tecridin kaldırılması ya da af mı? Yeni bir açılım olacaksa bu kısmen olacak zaten. Peki DEM yani Türkiye’deki Kürt siyasi hareketi yeni bir açılım sürecinden ne bekler? Bölgede barış ortamı mı? Kendimizi kandırmayalım.

Neyse karnımızdan da konuşmayalım. Son yıllarda PKK Suriye’de gelişen olaylara paralel olarak hem Irak’taki hem de Türkiye’deki silahlı güçlerinin önemli bir bölümünü Suriye’ye kaydırmıştır, bunu hepimiz biliyoruz. Aslı var mı bilemem ama PKK’nın Kandil Dağını terk edip merkezini Sincar bölgesine alacağı dahi söylenmektedir. Sorumuza cevap verelim. PKK ile eşgüdüm içerisindeki Türkiye’deki Kürt siyasi hareketinin şu anda istediği tek şey Suriye’de Kürt bölgesinde Türkiye’nin siyaseten müdahale imkanının kısıtlandığı bir statükonun kurulmasıdır. Bölge askeri olarak zaten ABD’nin koruması altındadır. İsrail stratejik güvenliğini bahane ederek bu oyuna karışırsa, vuku bulacak bir İran-İsrail savaşı kargaşasında sadece Irak ve Suriye Kürt bölgelerinin katılımıyla bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması ummadığımız kadar hızlı olur. Çünkü Kürt siyasetinin stratejik aklına göre bu iki bölge diğerlerine göre ön almış durumdadır, konjonktür beklenmektedir. Uzun lafın kısası Suriye’nin yeni Anayasasının konuşulduğu bugünlerde Türkiye nasıl yakın bölgesinin yeni aktörü, yaramaz çocuk İsrail’in sınırımıza kadar müdahalesine engel olabilir ve de facto bir Kürt devleti kurulmasını önler? Bunun iki yolu vardır. İlki Esad rejimi ile anlaşmak ikincisi ise ancak kendi Kürt siyasi hareketi üzerinden bir açılım süreci vasıtasıyla Suriye Kürtlerinin kontrolünü sağlamak. Görünen o ki Esad görüşmeyi bile kabul etmiyor. Türkiye elindeki ikinci alternatifi oynamak istemekte ve yeni açılım sürecinin altyapısı oluşturulmaktadır. Bunun ilk adımları ise İsrail tehdidini görmek, seslendirmek ve kamuoyuna iç cephenin güçlendirilmesi paketiyle yeni bir açılım sürecini sunmaktır. Şimdi anladık mı İsrail tehdidi neymiş?

Peki DEM bu senaryoda güvenilir bir siyasi yapı mıdır? Zaten başından beri bunu hep söylüyoruz, DEM de genel Kürt siyasetinin bir parçasıdır ve kuyruğu dışarıdadır. DEM politik hamlelerini Suriye’deki Kürt kazanımlarına halel getirmeyecek şekilde ayarlayacaktır. Muhtemelen niyetini açıkça koymadan gelişmeleri birer iç politika konusu haline getirecek ve Türkiye kamuoyunu tartıştıracaktır. Maalesef en başından beri yanlış kurgulanan baştan sona hatalı Suriye dış politikası Türkiye’yi belki de istemeden uygulamak zorunda kalacağı yeni bir stratejik bir karar verme aşamasına getirmiştir. Sığınmacıların külfetinden bahsetmiyorum bile…

Sonuç olarak şunları söyleyebilirim. Bunları ben görebiliyorsam elbette Türkiye’deki devlet aklı da görebiliyordur. Bu hususlar dışişleri, Silahlı Kuvvetler ve istihbarat raporlarına mutlaka yansıyordur, hükümet değişik senaryolar üzerine çalışıyordur, askeri, siyasi önlemlerini de alıyordur. Ancak temennim Kürt siyasi hareketinin stratejik aklının asla hafife alınmamasıdır. Bölgedeki devletler kendi sorunlarıyla uğraşırken siyasi hareketlerini meşrulaştırdılar, güçlü devletlerden müttefikler edindiler şimdi bölge kontrol ediyorlar, yıllardır sırtında yükü bir karınca gibi ilerlediler. Ne Barzani bu işin dışındadır ne Salih Müslim, ne DEM, ne Demirtaş, ne de Öcalan. Bu bakış ışığında sınırların yeniden çizilmesine kesin gözüyle bakılan gergin Ortadoğu’da yürütülecek politikalar iç politik ihtiraslara malzeme yapılmamalıdır. Yapılacak hataların bedeli ve vebali çok yüksek olur.

Dr. Eşref ÖZDEMİR
Dr. Eşref ÖZDEMİR
Tüm Makaleler

  • 17.10.2024
  • Süre : 4 dk
  • 948 kez okundu

Google Ads