Site İçi Arama

siyaset

Modernite, Değişen Toplumsal Dinamikler ve Kurban Bayramı

Böylece ortaya kontrollü bir değişimin ürünü olan ve kendisini Cumhuriyetin değerlerinin bir uzantısı olarak gören ‘modern’ kesim ile kontrolsüz değişimle tüm değerleri erozyona uğrayan geniş halk kitleleri arasında, Türk toplumunun kimliğinin ve bilincinin ne olması gerektiğine yönelik ‘çatışmacı ve birbirini sorgulayıcı’ bir kopma yaşanmıştır.

Günümüzde modernitenin kültürel doku üzerine getirdiği hasar, toplumsal belleğin ve toplumsal vicdanın yaralanmasıyla baş gösteren zayıf bağlanma biçimlerinde belirginleşir. Modern insanı tarihsiz kılan budur. 

Öte yandan tarihsel süreç içerisinde varlığını sürdürmekte olan Türk insanı; devlet sistemi olarak Cumhuriyetin seçilmesiyle birlikte, ulus-devlet olgusunun genel karakteristiğine bağlı olarak işleyen yeni bir yapının içinde kendini bulmuştur. Böylece Türkiye Cumhuriyeti; devletler arasında yeni bir kimlikle yer almış, modern olguları kendine rehber edinmiştir. Bu yöneliş, demokrasi ve değerlerini temsil eden Batı toplumuna yönelişi, istikametin Batı olmasını beraberinde getirmiştir. Bu doğal durum, Türk toplumunun yerel kimliklerini ikame edecek Batılı değerlerin öne çıkarılması sonucunu doğurmuştur.

Zaman zaman Türk toplumunda Batı’nın sadece bilimini, teknolojisini alalım, toplumsal ve kültürel yaşamda Batı’dan uzak kalalım diyenler (muhafazakârlar) ile her yönüyle Batı medeniyetini benimseyelim diyenler (liberaller, yenilikçiler) arasında görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Ancak günümüzde bunun bir önemi ve geçerliliği bulunmamaktadır. Her durumda moderniteden etkilenen Türk toplumu, artık yüzyıl önceki geleneksel yapını koruyan dünyaya kapalı bir Türk toplumu değildir. Toplumda geleneksel değerler ve inançlar yanında kültürel yapı dahil birçok şey değişikliğe uğramıştır. Bugün gerçek kişililerden ve gerçek olgulardan çok daha yoğun olarak karşı karşıya kaldığımız küresel popüler kültür, popüler değerler, sanal dünyanın hayatlarımıza yön veren dinamikleri, neredeyse geleneksel Türk toplum yapısının rafa kalkmasına neden olmuştur. Artık elinde cep telefonu olan her çocuk, ebeveynlerinin değil o telefonun içindeki dünyanın eseri ve esiri olmak durumundadır. O dünyaya ise anne-babalar neredeyse çok az hükmedebilmektedir. Belki de bu yüzden olsa gerek, dünyanın önde gelen zengin ve köklü aileleri, çocuklarını küçük yaşlarda telefondan ve bilgisayardan uzak tutmaya özen gösteriyorlar. 

Kalıcı ve sahici bir atmosfer etrafımızı sarmıştır. Modernite içinde çok sınırlı ölçülerde geleneksel toplum yapısının koşulları var olabilmektedir. Çocuklarımız, kontrolü bizim dışımızda olan bir bilinç endüstrisinin ürünü olan imge ve mitosların yönlendirmelerine, hayallerine, sıkıntılarına, değerlerine açık hale gelmiştir. Aslında sadece çocuklarımız değil, bizler de bu dünyanın bir parçası haline gelmek üzereyiz. Ve tüm bunlar son 20-30 yıl içinde olan, halen de devam eden hızlı değişimin kaçınılmaz bir sonucu olmuştur.

Temelde tüketim ilişkilerine dayalı ve kitlesel bir karakter taşıyan popüler kültürün ulusal sınırları aşındırmada gösterdiği başarı, bir yönüyle Batılı değerler sistemine olan bağlılığın sürdürülmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda modern kültür formlarının tasarımcısı konumundaki gelişmiş Batılı ülkeler, refah toplumuna özgün bir oluşumla çokkültürlülüğe yönelirken, teknolojik ve ekonomik bağımlılığı devam eden bizim gibi ülkeler hızla kültürsüzleşmiş, bir başka deyişle kendi özünden uzaklaşmıştır.

Aslında modernleşmenin temelleri Türk toplumu için Osmanlı’nın son dönemlerinde atılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, ulus-devlet yönelimiyle birlikte, Türk kültürel hayatını yeniden şekillendirmek istemiş, modernleşme hareketlerine engel teşkil edeceği düşünülen kurum ve yapıları kaldırmış, yerlerine eğitimde, kültürde ve sanatta Batı ölçeğinde öncü kurumlar getirmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında tesis edilen bu modern kurumlar eliyle ve hayata geçirilen yenilikler vasıtasıyla yeni bir yurttaş kimliğinin oluşması için bir zemin hazırlanmıştır. Böylece, ağırlıklı olarak devletin öncülüğünde ve devlet kurumlarından beslenen siyasi kesim ile sivil ve askeri bürokrasinin sahiplendiği bu yeni model, devletle içli dışlı ilişkiler geliştirmek suretiyle zenginleşen tüccar ve sanayici kesimini de kucaklamıştır. 

Türkiye’de modern bir ulus-devlet olma yolunda oluşturulan bu modern milli kültür ile çoğunluğu köy ve kasabalarda yaşamakta olan nüfusun yerel milli kültürü arasında bir farklılığın ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Bununla birlikte, yerel karakterin korunması veya bunun korunmasına yönelik bir çabanın varlığı da söz konusu olmamıştır. Anadolu insanının türküsünü, heybesini, yazmasını, şalvarını bugünlere taşıması sadece ve sadece devletin bu insanlara ‘erişememesi’ ile bağlantılı ortaya çıkan bir Türkiye gerçekliği olmuştur. 

Nitekim, 1950’li yıllardan itibaren kapitalist politikaların ülkemizde temel belirleyici öğe olmaya başlaması ve özellikle 1980’lerde bu topraklarda hayat bulan neo-liberal küreselci politikalar; en nihayetinde köyden kente göçen ve varoşlarda yaşayan gelenekselci yapıdaki Anadolu insanının da hızla değişmesinin önünü açmıştır. Halkın yeniliğe ve değişime olan susamışlığını, 1980’li yıllarda ülkeyi dışarıya açan Özal Türkiye’si gidermeye çalışmıştır. 

Böylece ortaya kontrollü bir değişimin ürünü olan ve kendisini Cumhuriyetin değerlerinin bir uzantısı olarak gören ‘modern’ kesim ile kontrolsüz değişimle tüm değerleri erozyona uğrayan geniş halk kitleleri arasında, Türk toplumunun kimliğinin ve bilincinin ne olması gerektiğine yönelik ‘çatışmacı ve birbirini sorgulayıcı’ bir kopma yaşanmıştır. Bu noktada devreye giren siyaset kurumu; seçkinci ve Batı medeniyet değerlerini temsil ettiğine inanan Cumhuriyetçilerin yerine; geniş halk kitlelerini ve İslam medeniyeti değerlerini temsil ettiğine inanılan muhafazakâr yapıyı iktidara taşımıştır.

Bunun neticesinde tüm Türk toplumu, köyden kente, neo-liberal yapının çıkar ve beklentilerine süratle uyum sağlamış ve modernitenin bir objesi haline gelmiştir. Bu yeni toplum düzeninde, her şeyden önce Türk geleneksel toplum değerleri erozyona uğramıştır. Köy toplumundaki ve kenar gecekondu semtlerindeki ‘mahalle baskısı’ kendiliğinden ortadan kalkmış ve insanlarımız adeta birbirine yabancılaşmış, yalnızlaşmıştır. Herkesin ya okuduğu, ya çalıştığı, ya da işsiz dolaştığı geniş yığınlar; iletişim ve ulaşım koşturmacası içerisinde, zaman ve mekan mefhumunu kaybetmiştir. Herkes telaş içerisindedir. Öz benlikler kaybolmuştur. İnsanımız bir telaş girdabı içinde hayatla boğuşmaktadır.

Yerleşik hayatını kaybeden insanımız, doğduğu yerde varlığını sürdürmesinin ve dünyaya geldiği ortamda hayatını kazanmasının imkansızlığını görmüştür. Köklerinden koparılmış ve oraya-buraya savrulmuş durumdaki insanımız sülalesinden, memleketinden, toprağından uzak yeni bir yaşamın nesnesi olarak anne-babasından yaşadığı hayattan çok farklı dinamikleri olan bir koşturmacanın bir parçası olmuştur. 

Güce ve maddi imkanlara iman eden bu yeni insan tipolojisinin hakim olduğu toplum yapısında, birbirinden ayrı durduğunu sanan toplum katmanları arasındaki ortak nokta şudur: Modern dünyanın veya refah toplumunun ekonomik verilerine, teknolojik seviyesine bir türlü ulaşılamamış olmasına duyulan ortak özlem. Bu özlemin gerçekleşmesinin önünde birbirini engel gören bu dağıtık toplumsal yapının unsurları, birbirini ‘yontmanın’ veya şekillendirmenin derdiyle meşguldür. Bunun için de en kestirme yol, güce ulaşmak, devleti ‘ele geçirmek’ veya hiç olmazsa devlet için ‘makul vatandaş’ olabilmek olarak görülmektedir. 

Makul vatandaş olamayan kesim kendisini dışlanmış veya ötekileştirilmiş olarak görme eğilimine girerken, bu kırılganlık; aslında Türk toplumunun dünyada sözü geçen ülkelerde yaşayan insanların gerisinde kalmaya devam etmesini perçinleyici bir rol oynamaktadır. 

Modern demokrasiler, daha çok özgürlük, daha çok refah, daha çok medeniyet, daha çok ilerleme gibi kavramları ön planda tutarken, bizler iç ve dış tehditler, güvenlikçi politikalar arasında savrulmaya, birbirimizin kimliklerini ideolojik ve hatta dini/mezhepsel eksenlere göre tanımlamaya, liyakat yerine makul vatandaşlığı kutsayan muğlak sadakat söylemine bağlı kalmaya, işinde ehil insanlar yerine makul vatandaşa iş veren yöneticiler olmaya, makul vatandaş tipolojisini kutsamaya vb. devam ediyoruz.

Türk toplumu olarak bugün geldiğimiz noktada en büyük eksikliğimiz, birbirimize güvenin ortadan kalkmış olmasıdır. Siyasette, ticarette, bilimde, sanayide, dinde, eğitimde, kişisel ilişkilerimizde yoğun bir güven bunalımı içinde olduğumuzu herhalde kimse inkâr edemez. Modernitenin hızla değiştirdiği kültürel ve ekonomik yaşam, değerlerin ömrünü kısaltmakta ve sanki toplumsal dokuyu tahrip eden bir fonksiyonu yerine getirmektedir. Türk toplumuna, bizim dışımızda ve bizim kontrol edemeyeceğimiz büyüklükte, geniş bir kültür atmosferi hakim olmak üzeredir. Eskiden olduğu gibi toplum mühendisliği ile veya belirlenecek sosyal politikalarla bir şeylerin ‘düzeltilmesi’ neredeyse imkânsız hale gelmiştir. 

Yine de moderniteye esir olmadan medeni ve modern bir Türk toplumunu inşa etmek mümkündür inancını taşıyorum. Türk toplum kesimlerinin, ‘makul vatandaş’, ‘bizim iktidar’ söylemlerini bırakmaya her zamankine göre daha yakın bir noktada olduğuna inanıyorum. Adaletin tesis edilmesine, güven duygusunun gelişmesine, fırsat eşitliğinin gençlerimize tanınmasına vb. gerekliliklere inananların sayısı her kesimde hızla artmaktadır. Toplum vicdanı bu noktaya gelmiştir. Rıza oluşmuştur. Kültürel ve ideolojik karşıtlıkların tehlikeli boyutları görülmüştür. Toplumsal dayanışmanın önüne örülen duvarlar yıkılmak üzeredir. Var olan yapının kini ve nefreti körükleyen mekanizmasının, toplumsal tahribata neden olduğu ve genç nesillerin geleceğini kararttığı, gençlerin çareyi yurtdışına ‘kaçmakta’ aradığı bir toplumsal düzen(sizlik) geniş kesimler tarafından istenmemektedir. Bu çarpık ve yozlaşmış ortamda tüm siyaset ehli için ortak pusula, toplumda yükselen bu sese kulak vermek olmalıdır. Bu sesi duyamayanlar, duyanlara yerlerini bırakacaktır.

Türk siyasal hayatı; artık ortak amaçların, ortak değerlerin ve ortak çıkarların gösterdiği istikamette yeniden şekillenmek durumundadır. Günümüzde Türk insanının modernite ile tanışmayan bir ferdi neredeyse kalmamıştır. Modernitenin bozucu etmenlerini bir kenara bırakarak daha medeni bir toplum yapısına geçme yönünde arzularını ve isteklerini dile getiren bir toplum bilinci oluşmuştur. Bunun işaretleri sokak röportajlarına kadar yansımış durumdadır. 

Şimdi toplumsal dayanışmanın yeniden inşa edilme zamanıdır. Farklılıklarımız, inançlarımız, kimliklerimiz bu toplumun geleneksel zenginliğinin, çokkültürlülüğe saygısının bir uzantısı olarak bugüne kadar var olagelmiştir. Bundan sonra da var olmaya devam edecektir. 

Bayramların en önemli amaçlarından biri insanların birbirleriyle kaynaşmalarını sağlamaktır. Türk toplumunun, Türk milletinin ortak ideallerinin ve değerlerinin kutsal sembollerinden birisi olan Kurban Bayramı, toplumsal dayanışmanın artmasına, büyük Türk toplumunun medeni alemin bir parçası olmak için bir ve beraber hareket etmesine bir vesile olmasını diliyorum.

İyi bayramlar.

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 09.07.2022
  • Süre : 6 dk
  • 1393 kez okundu

Google Ads