Site İçi Arama

siyaset

Mustafa Kemal'in Kahraman Askerleri

Kurum kültürü, insanlarda aidiyet, bağlılık ve motivasyon oluşturan inanç, değer, sembol, davranış, gelenek ve metinlerdir. Kurumun yaşam süresi uzadıkça kurum kültürü sağlamlaşır ve kurum kimliğinin önemli bir parçası olur. Özellikle her devletin ordusu, kurumsal kültür anlamında çok uzun ömürlü ve sağlam kurum kültürüne sahip yapılardır.

Ülkemizin en büyük sorununun siyasetin sınırının belli olmamasında yattığını düşünenlerdenim. Çünkü bu sınırın silikleşmesi, ortadan kalkması, iktidarın devleti tamamen kendi siyasal düşüncesine ve ideolojisine göre dizayn etmesi sonucunu doğurur. Elbette siyasal iktidar, kendi politikalarını uygulayacaktır ama bütün bunların bir sınırı vardır ve siyaset, o sınırın gerisinde kalmalıdır. Nedir o sınır? O sınır, öncelikle hukuk devletinin çizdiği, Anayasa ve yasalarla koruma altına alınmış olan bir sınırdır. Ancak bunun ötesinde, hiçbir siyasi iktidarın geçmemesi gereken bir alan vardır. Yazılı olmayan bu alan, devleti oluşturan kurumların kurum kültürleridir.

Kurum kültürü, insanlarda aidiyet, bağlılık ve motivasyon oluşturan inanç, değer, sembol, davranış, gelenek ve metinlerdir. Kurumun yaşam süresi uzadıkça kurum kültürü sağlamlaşır ve kurum kimliğinin önemli bir parçası olur. Özellikle her devletin ordusu, kurumsal kültür anlamında çok uzun ömürlü ve sağlam kurum kültürüne sahip yapılardır. Bundan dolayı, hiçbir ülkede siyaset ordunun iç işleyişine karışmaz, yapacağı en küçük müdahalenin ordunun kurum kültürünü bozacağını ve ordunun etkin görev ifa etmesini engelleyeceğini bilir.

Her ordunun başındaki komuta heyeti ise güçlü kurum kültürünün muhafazası için siyasetin ordunun içerisine nüfuz etmesine set çeker ve asla müsaade etmez. Bu nedenle komuta kademesinin üst rütbeleri, siyasetle kurumun arayüzü olarak çalışır. Siyasal iktidar, “siyasi hedef” belirler, bu hedefe ulaşmak için kuvvet kullanımına ihtiyaç duyuluyorsa orduya siyasi hedefi verir. Bu aşamadan sonra ordunun kullanımına teknik anlamda asla karışamaz. Eğer karışıyorsa, ordunun o siyasi hedefi gerçekleştirecek askeri hedefe ulaşması zorlaşır.

Bu uzun giriş bölümünden sonra, Türkiye’nin siyasi gündemini kaplayan olayla ilgili gelişmeleri ele almaya başlayabiliriz. 2024 Kara Harp Okulu mezunu genç teğmenler, resmi tören sonrasında herhangi bir resmi yönü olmayan, tamamen güçlü kurum kültürünün bir parçası haline gelmiş bir yemin metnini hep birlikte yüksek sesle dile getirmişlerdir. Devre birincisi Teğmen Ebru Eroğlu, kılıçlarını kaldıran silah arkadaşlarına Atatürk’e ve Cumhuriyete bağlılığı ifade eden sözleri tekrar ettirmiştir. Bu yeminle genç teğmenler, aldıkları eğitimin gereğini dosta düşmana ilan etmişlerdir. Normalde vatansever insanların teğmenlerin bu yeminini, büyük bir mutluluk ve güven duygusuyla karşılamaları gerekmektedir. Bir ordunun devletin kuruluş felsefesine ve değerlerine bağlılığı ordunun varlık sebebidir. Güçlü bir ordu varsa güven vardır; güçlü bir kurum kültürü varsa ordu vardır.

Ancak olması gerekenin aksine, teğmenlerin mezuniyet sonrası kutlaması olarak algılanması ve herkesi mutlu etmesi gereken bu davranışları, vatanseverlikleri kesinlikle sorgulanması gereken bir kesimde memnuniyetsizlik yaratmıştır. Bazı kendini bilmezler, bu davranışı bir disiplinsizlik olarak tanımlamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, disiplini “Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir” şeklinde tanımlar.

Şimdi bunu disiplinsizlik olarak tanımlayan hadsiz siyasetçilerin, teğmenlerin gurur duyulması gereken bu davranışının hangi kanuna, hangi düzene uymadığını, hangi amire itaatsizlik olduğunu açıklamak zorundadırlar. Resmi bir törenin akışı bozulmamıştır. Emre itaatsizlik edilmemiştir. Herhangi bir amire karşı gelinmemiştir. Tamamen kendi iradeleriyle, son derece kahramanca bir tutumla Atatürk’e ve O’nun kurduğu cumhuriyete bağlılıklarını haykırmışlardır. Hem de tamamen kendilerine ait olan zamanlarından feragat ederek.

Vatan ve millet sevgisinden uzak tepkilerin ortaya çıkması sonucunda devre birincisi Ebru Teğmenin açıklaması ise, ülkenin geldiği yeri göstermesi açısından dikkate değerdir. Okul Komutanına “Komutanım herkes bize tarikatçı, cemaatçi diyor. Bizlerin hiçbir cemaatle bağımız yok. Atatürk ve Onun kurduğu cumhuriyete bağlıyız. Yaptığımızdan pişman değiliz” mealindeki sözler, bir teğmenin söz konusu vatan olduğunda ne kadar dik durabildiğini göstermektedir. Ben bu anlamda Kara Harp Okulu’nun bütün komuta ve eğitim öğretim kadrosunu gönülden kutluyorum. Bu kadar kötü bir siyasi iklimde kurum kültürünün ayakta kalmasını sağlamaları, ülkenin geleceği adına umutlarımı artırıyor.

Bu destansı kutlama karşısında vatanın bölünmez bütünlüğünü savunan her Türk Vatandaşının gurur duyması gerekirken, bir bardak suda fırtına koparanları bu millet asla unutmayacaktır. TSK kurum kültüründe teğmen rütbesinin özel bir yeri vardır. Teğmenin kanunlara aykırılık hariç her şeyi yapmaya hakkı olduğu, bütün kıta’larda gelenek olarak kabul edilmiş bir yaklaşımdır. Çünkü teğmenin kanı deli bir sel gibi akar, vatan ve millet denince kimse o selin önünde duramaz. Kara Harp Okulu’ndan mezun olmuş emekli bir subay, ölüm döşeğinde de olsa ruhu Teğmendir. Bunun nedeni, bir subayın her zaman subay kalması ve aldığı eğitimin gereklerine bağlı olarak her zaman ve her yerde vatan, Cumhuriyet ve vazife uğrunda hayatını feda eyleyecek olmaktan bir an bile geri adım atmamasıdır. Subaylık, onur, şeref ve vatan sevgisidir. Sorgulanması gereken, bu ruhu hedef alanların nasıl olup da ülkede bu kadar etkili yerlerde olabildiği ve amaçlarının ne olduğudur.

Atatürk’ün 31 Temmuz 1920 günü Afyonkarahisar’da subaylara yaptığı konuşma ile yazımı bitiriyorum. Alınacak bir ders varsa bu sözlerde saklıdır. Her okuduğumda olan biteni daha iyi anlamamı sağlayan bu konuşmayı sizlerle paylaşıyorum. “Subaylar neden hedef alınır?” Sorusunun en net cevabı bu konuşmada Işığımız ve önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından dile getirilmiştir.

"Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.

Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.

İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüze ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayı mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.

Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak huzuruna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır.

Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak-ki milletin vicdani imanıdır- mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulunur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; “ordunun ruhu subaylardadır” O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.

Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve felsefeleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subay için “ya istiklal, ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!”(1)

(1) https://www.seksenyedililer.org/ataturk/ataturk-un-subaylara-hitabi

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 04.09.2024
  • Süre : 5 dk
  • 299 kez okundu

Google Ads