Seçim Güvenliği Neden Önemlidir?
Genel seçimlerde en düşük katılım oranı 1969 yılında olmuş. 14 milyon 788 bin 552 seçmenden sadece 9 milyon 516 bin 35 seçmen seçimlere katılmış ve katılım oranı %64,34 olmuş. Yine genel seçimlerde en yüksek oran ise %93,38 ile 1987 yılında olmuş. 26 milyon 376 bin 926 seçmenden 24 milyon 603 bin 541'i seçimlere katılım göstermiş.
Gelin bugün absürt bir durumu inceleyelim.
Diyelim ki, seçim günü geldi ve insanlar seçim sandıklarının başındalar.
Seçmenlerin büyük bir bölümü cumhurbaşkanı oy pusulasında adı olmayan birinin adını pusulaya yazsa ve üzerine de mührü bassa ne olur?
Düşünebiliyor musunuz, YSK hayır demiş, sen aday olamazsın demiş ve listeye adını dahil etmemiş. Sebebi ne olursa olsun ne yöntemlerle seçime girmesi engellenmiş olursa olsun, ama insanlar YSK'nın bu kararına belki de tepki olarak bu yasaklı kişinin adını yazıp üzerine de ben bu kişiyi istiyorum cumhurbaşkanı olarak diyerek mühür basmış olsunlar.
Doğal olarak bu atılan oylar geçersiz sayılacaktır.
Ancak kurallar bir kenara, milletin teveccühü bu kişiye ise gerçekte bu oylar ne kadar geçersizdir?
Böyle bir senaryoda seçimin geçerliliği üzerine kurallar nelerdir?
İlk aklıma gelen soru acaba katılım oranı üzerine belli bir kural var mıdır? Ya da minimum geçerli oy oranı ne olmalıdır?
Bu işin sınırı nerededir?
Ne kadar oy geçerli olursa seçim geçerli sayılır?
Tabii bir başka soru da katılım oranları üzerine. Listeye istedikleri adayın adı konmadı diye ya insanlar seçimi boykot ederlerse?
Minimum seçime katılım oranı ne kadar olmalıdır mesela?
Türkiye'de bugüne kadar yapılan seçimlerin ve referandumların bu değerlerini inceledim biraz.
Genel seçimlerde en düşük katılım oranı 1969 yılında olmuş. 14 milyon 788 bin 552 seçmenden sadece 9 milyon 516 bin 35 seçmen seçimlere katılmış ve katılım oranı %64,34 olmuş.
Yine genel seçimlerde en yüksek oran ise %93,38 ile 1987 yılında olmuş. 26 milyon 376 bin 926 seçmenden 24 milyon 603 bin 541'i seçimlere katılım göstermiş.
Yerel seçimlerde 1977 yılında oranın %50,13'e kadar düştüğü görülmüş.
Seçmen sayısı ise nüfus artışı ile epey bir yükselmiş durumda.
2018 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde 59 milyon 367 bin 469 seçmen varken, daha sonra 2019 yılında yapılan yerel seçimlerde nedense seçmen sayısı 57 milyon 87 bin 743 kişiye inmiş. Aradan bir yıl geçmesine rağmen seçmen sayısındaki bu düşüş ilgimi çekti doğrusu. Farkı 2 milyon 279 bin 726 seçmen, bir yıl sonra yapılan yerel seçimlerde bu kadar sayıda seçmen nedense azalmış! Nedir acaba sebebi?
Tabii bu bilgi geçerli oy ya da katılım oranı ile ilgili değil. Direk seçmen sayıları arasındaki fark. Geçerli oylar arasındaki farklara bakmadım, daha çok seçmen sayısındaki eksilme dikkatimi çekti. Ya da tersinden bakarsak cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki seçmen fazlalığı.
Haydi bu konuda bir farka daha bakalım. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle aynı zamanda yapılan, yani 2018 yılı genel seçimlerdeki seçmen sayısına bakalım. Aynı zamanda yapılmasına rağmen genel seçimlerdeki seçmen sayısı cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki seçmen sayısından daha düşük mesela.
Genel seçimlerde 56 milyon 322 bin 622 seçmen varken, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu sayı yukarıda yazdığım gibi 59 milyon 367 bin 469.
Farkı 3 milyon 44 bin 847.
Bir başka yerden daha kontrol edeyim dedim. Bana bu fark oldukça fazla geldi. Böyle bir hata gözden kaçacak bir hata olamaz sanırım.
Çünkü bu farkı 2018 yılındaki genel seçimlerin seçmen sayısına oranlarsak, oran %5.4 ediyor.
Bu çok yüksek bir oran.
Biraz daha inceleyince baktığım yerde genel seçimlerde sadece yurtiçi seçmen sayısının verildiğini fark ettim. Yurtdışı seçmenleri de katınca seçmen sayıları tutuyor. İçim rahatladı doğrusu. Çünkü sayın cumhurbaşkanımızın 2018 yılında seçimi kazanma oranının %52.59 olduğunu düşünecek olursak, %5.4 seçmen sayısı farkı sonucu etkileyecek derecede önemli bir fark takdir edersiniz.
Aslında baştaki konumuz seçimlere katılım oranları üzerineydi, ama arada bu konu da dikkatimi çekti doğrusu.
Partilerin eski seçmen listeleri ile yenilerini karşılaştırma şansları var. Bu konuların çok ciddiye alınması gerekli. Eğer listelerde hata varsa zamanında itirazlarını yapmaları gerekir.
Seçim güvenliği derken bu konu da sanırım seçim güvenliğine giriyor. Zamanında fark etmezsen bazı şeyleri, sonra atı alan Üsküdar'ı geçiyor!
Bu arada yurtdışı seçmen sayımız da hiç az değilmiş doğrusu. Muhalefetin bu konuya da el atması gerekmiyor mu sizce? %5'ten fazla diasporada yaşayan seçmen var demek. Bence bu seçmen oranı seçimlerin sonucunu etkileyecek derecede önemli bir oran!
Dikkatimi çeken diğer bir konu da yerel seçimler konusunda.
Mesela yerel seçimlerde yurtdışı seçmen niye yok? Bence bu da bir sorun! Belki de beyanata göre, ya da nüfus bilgilerine göre yurtdışı seçmen de seçimlere katılabilmeli yerel seçimlerde. Neden olmasın, değil mi?
Neyse, biz dönelim yine konumuza.
Seçim kanununda ben seçimlere katılım oranı ile ilgili bir sınır göremedim.
Doğrusunu isterseniz ülkemiz bu konuda dünyadaki ilk yedi ülke içinde, yani seçimlere katılım oranlarımız dünya ülkeleri arasında oldukça iyi ve katılım oranları konusunda ilk kategorideki ülkeler arasındayız.
Hatta son seçimlerde OECD ülkeleri arasında Belçika'dan sonra ikinciliği Türkiye elde etmiş durumda.
Bu tabii ki gurur verici bir durum.
Avrupa'da kimi ülkelerde katılım oranının oldukça düştüğü görülüyor. Hatta Avrupa ülkelerinin yaklaşık üçte birinde katılım oranları %50 civarlarında. Listelerde %40 ve altında bile ülkeler görünüyor. Kimi ülkeler bu konuda önlem olarak zorunlu oy verme şartı da getirmişler anladığım kadarıyla.
Listelerde bir sürü bilgi var, mesela katılım oranları yanında mecliste temsil oranları da ayrıca irdelenmiş.
Tabii katılım oranlarındaki başarımız mevcut seçim kanunundaki %10 baraj sebebiyle mecliste temsil açısından o kadar da yukarılarda değil. Barajın yüksekliği konusunda dünya şampiyonluğu bizde sanırım.
Değişen kanuna göre baraj artık %7 seviyesine indirilmiş durumda, ama bu oran bile oldukça yüksek diğer ülkelerle karşılaştırıldığında.
Partiler tabii ki hülle yöntemleri ile bu barajın ardından dolaşmanın çeşitli yöntemlerini bulmuş olsalar da, sanırım ülke olarak bu durumdan utanç duymamız gerekiyor. Kendi kendimize öyle karışık kuruşuk kurallar koyuyoruz ki, sonra da eşyanın tabiatına aykırı yöntemlere koyulan kuralları çiğnemek durumunda kalıyoruz.
Tabii bu konular gücü eline geçirenin elindeki gücü kullanmaya alışması ile güç zehirlenmesi yaşaması ile sonuçlandığı için daha demokratik kuralların bir türlü konulmaması ile neticeleniyor. Sonuç eski tas eski hamam tarzı değiştirilemeden aynı seçim kanunu ile siyasetin devam etmesi olarak bunca yıl aynı kalıyor. Verilen sözler ise bir türlü yerine getirilmiyor.
Neydi o anayasa değişikliği sonrası düzenlenecek olan uyum yasalarının yapılması süresi? Altı aymıydı neydi. Üzerinden kaç altı ay geçti, ama uyum yasaları bir türlü meclise getirilip çıkartılamadı. Mecliste yeterli çoğunluk olmadığı için mi böyle oldu? Güldürmeyin beni şimdi!
Neyse, bakalım önümüzdeki günler neler gösterecek.
Yazının başında milletin tercih edeceği bir cumhurbaşkanı adayı eğer bir şekilde iktidar etkisiyle listelere girmezse ve yine de millet o adayın ismini oy pusulalarına yazıp tercihini belli ederse ne olur demiştim.
Sanırım bu senaryonun olası sonuçlarını yazmama gerek yok. Hatta aklıma gelen olası sonuçları yazmak istemiyorum desem daha doğru demiş olurum.
Milletin tercihi önünde hiç kimse duramaz diyerek kısaca düşüncemi belirtmiş olayım.
Önümüz seçim, herkesin aklı çeşitli şeytanlıklara çalışıyor. En çok da elinde gücü tutanlar şeytanlık peşindeler.
Umarım bu şeytanlıklardan vaz geçerler ve ülkemiz sağ salim seçimleri yapar da, artık önümüze bakarız.
Muhalefete bu seçimlerde çok büyük sorumluluklar düşüyor, dediğim gibi seçim güvenliğinin sağlanması için çok farklı konuların iyice gözden geçirilmesi gerekiyor.
Ben bir kez daha atı alan Üsküdar'ı geçti sözünü duymak istemiyorum. Ne diyeyim, bari bu sefer atı kaptırmayın.
Moskova'dan sevgi ve saygılarımla