Seçim Sonrası Değerlendirmeler
Bu seçimlerde daha önceki seçimlerde görülmeyen bir şey daha gerçekleşti. Yerelde halk kendi ittifaklarını oluşturdu. Halk, beklenmeyecek ölçüde bilinçli olarak iktidara karşı tepkisini en etkili şekilde verebileceği adaya ve siyasi partiye yöneldi.
Yerel seçimler çok tartışılacak siyasi iklimin ardından çok büyük bir olay yaşanmadan sona erdi. Öncelikle bunun Türk demokrasisi adına önemli olduğunu belirtelim. Seçim kampanyaları boyunca iktidarın bakanlarının devlet olanaklarını iktidar lehine kullanması, seçimin adaleti konusunda unutulmayacak olumsuzluklar olarak tarihte yerini aldı. Bunun yanında seçim esnasında ve sonrasında halkın büyük bir olgunlukla sonuçları kabullenmesi, demokrasi adına umut verici bir gelişmeydi. Neticede seçimler sona erdi, yerel yöneticiler yeni görevlerine başlamak için sürecin tamamlanmasını bekliyor. Seçim her ne kadar bir yerel seçim olsa da sonuçların hem iktidar hem de muhalefet tarafından birçok açıdan dikkatle ele alınması gerekiyor.
Seçim sonuçları, birçok seçim bölgesinde sürprizleri de beraberinde getirdi. Türkiye genelinde CHP %37,7 oy oranı ile birinci parti olurken, AKP 22 yıldır elinde tuttuğu birinci parti olma konumunu %35,5 oy oranıyla kaybetti. Seçime katılım oranının ise önceki seçimlere göre biraz düşük kaldığı %78,7 oranını gördük. Seçimin CHP’den sonra en büyük sürprizini yapan parti %6,2 oy oranı ile YRP oldu. Zafer Partisi, İyi Parti ve MHP ise seçimin hayal kırıklığını en çok yaşayan partileri olarak kayıtlara geçti.
Elbette bu sonuçların Türkiye’deki siyasetin geleceğine çok belirgin etkilerinin olması beklenmektedir. Ancak benim ilk değerlendirmem, inanç ve etnik köken üzerinden siyasetini kurgulayan partiler, kamu politikalarının sonuçlarına karşı hassas durumdadırlar. Kamu politikasında temel stratejiden sapmalar oldukça, seçmen kitlesinde bunun yansıması mutlaka olmaktadır. AKP’nin inanç temelli siyaseti, ekonomik koşullardan çok İsrail ile ticareti devam ettiren dış politikadan etkilendi. YRP oy oranı ve katılım oranı düşüklüğü, bu görüşümüzü destekliyor görünmektedir.
Seçime gidilirken iktidarın algı temelli propaganda stratejisine rağmen kendini iyiden iyiye hissettiren ekonomik kriz koşulları, sonuçlara yansımış görünüyor. Halkın alım gücündeki azalma sürerken belediyelerin sosyal yardımlarının dezavantajlı kesimlere önemli bir katkı sağladığını söyleyebiliriz. Bu konuda sosyal belediyecilik örneği veren CHP belediyelerinin daha başlangıçta bir adım öne çıktığını görebiliyoruz. Bu ortamda CHP’nin seçim stratejisini ekonomi temelli sürdürmesi, AKP’nin algı operasyonlarının etkisini de azalttı. Özellikle emeklilerin düşük maaşlarla yaşamak zorunda kalması, AKP’ye karşı sürdürülen ekonomi temelli stratejinin başarılı olmasında önemli bir etkendi.
Seçim sonuçlarının yerel seçim değerlendirmesinin ötesine taşınmasına neden olan en önemli faktör, devlet olanaklarının kullanılmasının yanında hükümetin 17 bakanının adeta parti teşkilatının sadık bir üyesi gibi AKP için oy istemesiydi. Dolayısıyla bu seçim kaybını AKP açısından bir yerel seçim yenilgisi olarak yorumlamak çok tutarlı olmayacaktır. Bu defa gerçekten yenilen isim Recep Tayyip Erdoğan ve O’nun kendi yönetim tarzına uygun olarak tasarladığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemidir.
Erdoğan’ın bu sonuçlardan gerekli dersleri çıkartabileceğine inanmak zor görünüyor. Çünkü ekonomik koşulların aleyhine döndüğü aşamada bile kamuda tasarrufun esamesi okunmadı. Garantili döviz ödemeli projelerin yarattığı kamu zararı, emeklilere tercih edildi. Başından beri pragmatist yönetim tarzını algı yönetimiyle birlikte yönetebilme becerisini gösteren Erdoğan için denizin bittiğini söyleyebiliriz. Ancak burada kafamda bir soru işareti bulunduğunu da belirtmeliyim. Kurulu sistem itibariyle Erdoğan kendisini temsil edebiliyor mu, emin değilim. Diğer bir ifadeyle kendisi çekilmek istese de kurduğu bağımlılık ilişkileri çerçevesinde sistem buna müsaade eder mi sorusunun cevabını vermek gerçekten zor. Çünkü iktidar kaybı sadece Erdoğan açısından sorun teşkil etmiyor, kurduğu sisteme bağımlı olarak siyasi hayatını sürdüren bütün aktörler için sorun oluşturuyor.
Bu seçimlerde daha önceki seçimlerde görülmeyen bir şey daha gerçekleşti. Yerelde halk kendi ittifaklarını oluşturdu. Halk, beklenmeyecek ölçüde bilinçli olarak iktidara karşı tepkisini en etkili şekilde verebileceği adaya ve siyasi partiye yöneldi. Bu durum, ülkenin gerçekliğinden bağımsız politika üretmeye çalışan siyasi partileri çok olumsuz etkiledi. Bu anlamda merkez sağdan CHP’ye büyük bir yönelim olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Bu durum kaçınılmaz olarak CHP’ye de tarihsel misyonuna bağlı kalma sorumluluğunu yükleyecektir.
Ankara seçimlerinde CHP, Mansur Yavaş’ın önceki dönemde fark yaratan yönetim tarzı ile bir adım önde başladığı yarışı, açık farkla kazandı. Hem oylarını, hem de kazandığı ilçeleri artırdı. Önceki dönemlerde çeperde düşük oy oranlarıyla yetinen CHP, bu defa Yavaş’ın çiftçiyi ve üreticiyi destekleyen politikalarıyla sadece merkezde değil, çevre ilçelerde de başarılı sonuçlar aldı. Farkın büyük olmasındaki önemli nedenlerden biri de AKP adayının kullandığı kibirli dil ve mal varlığı konusunda halkta oluşan güvensizlik oldu. Bu anlamda Mansur Yavaş’ın açık, dürüst ve şeffaf iletişim dili, bir önceki dönemin de etkisiyle halkta gerçekçi bir karşılık buldu.
İstanbul seçimlerinin ayrı bir başlık altında incelenmesi gerekiyor. Bunun temel nedeni, İstanbul’un homojen bir şehir olarak ele alınabilmesinin mümkün olmamasıdır. Sınırları içerisinde birbirinden farklı dinamikleri olan birçok “İstanbul” barındıran İstanbul’un karşısına çıkacak adayın çok yönlü bir kişilik olması gerektiği aşikârdır. AKP bu anlamda doğru olmayan bir tercihle yola çıkmıştır. Elbette Erdoğan açısından silik bir profilin tercih edilme nedeni açıktır. Zaten bu nedenle Erdoğan seçim kampanyasında İzmir’den farklı olarak kendisini ortaya koymuştur. Ancak karşısında bir önceki dönemde çok başarılı projelere imza atmış çok yönlü bir profil olduğunu yeterince değerlendirememiştir. İstanbul seçimlerini kazandıran temel etken, İmamoğlu’nun Anadolu ile kurduğu güçlü bağdır. Kanal İstanbul dayatmasının da önemli bir faktör olduğunu görmek gerekir.
Seçimde kullanılan dil olarak bakıldığında İmamoğlu’nun kullandığı sevgi dili, AKP’nin (aday olarak Kurum görünse de) Erdoğan tarafından tercih edilen ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı diline üstün gelmiştir. İmamoğlu kapsayıcı bir dil kullanarak bu kadar heterojen bir coğrafyada yapılması gerekeni yapmıştır. Ayrıştırıcı dilin siyaseten başarılı olabileceği illerde zaten AKP’nin varlığını her şeye rağmen sürdürdüğü görülmektedir. Malatya bunun tipik örneğidir. CHP adayı Ağbaba, gerek deprem sürecinde gerekse sonrasında hemşerilerinin yanında olmasına rağmen dinsel fanatizm, mantığı geri plana atmıştır. Benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bu seçimde CHP’nin en büyük artılarından biri de kadın adayların önceki dönemlere göre belirgin şekilde fazla olmasıydı. Bu sayede Türkiye’de ilk defa bu kadar fazla kadın belediye başkanları görmemiz mümkün oldu. Cinsiyet eşitliği adına bu olumlu gelişmenin gelecek dönemde seçimlerde temsilde adaleti de içerecek şekilde genişlemesi, Türkiye’nin geleceğe daha umutla bakmasını sağlayacaktır. Birkaç bin kişinin bir belediye meclis üyesini belirlediği ilçelerin yanında on binlerce seçmenin bir belediye meclis üyesi belirleyebildiği ilçeler mevcuttur. Benzer sorun, seçim bölgelerine göre milletvekili seçimlerinde de söz konusudur. Temsilde adaletin sağlanması, belki de bu alanda en öncelikli sorunlardan biridir.
AKP’nin bu seçim yenilgisinin ardından doğru hamleler yapmadığı takdirde iktidar olarak bir meşruiyet krizinin içerisine düşebilmesi kuvvetli bir ihtimaldir. Bu durumda erken seçime doğru ilerleyecek bir süreç yaşanması muhtemeldir. Erdoğan’ın kişiliği bağlamında değerlendirildiğinde Erdoğan’ın doğru hamleleri yapma ihtimalini düşük gördüğümü belirtmeliyim. Belediyeleri engellemeye çalışması, önceki dönemden farklı olarak sadece sonu hızlandırıcı bir etki yapacaktır. AKP’nin kısa dönemde parçalanma sürecine gireceğini beklemek aşırı iyimserlik olacaktır ama partinin bütünlüğünü korumanın bundan sonra Erdoğan için daha zor olacağını söylemek mümkün olabilir.
CHP açısından bakıldığında, oy oranındaki artışa bağlı olarak gerçekleşen büyümenin, partinin yönetilebilmesini zorlaştıracağını öngörmek gerekmektedir. Burada parti yönetiminin başta yerel yönetimler olmak üzere, etik dışı davranışlara karşı sıfır tolerans ile hareket etmesi önem taşımaktadır. Bu amaçla parti organik kuruluşunda “Yerel Yönetimler Politika Değerlendirme” birimi adı altında bir yapılanmaya gitmesi ve kazandığı yerel yönetimlerde yakın izleme yapacak bir yapı oluşturması elde edilen başarıyı korumak açısından zorunlu görünmektedir. Bunun yanında partinin güçlenmesine bağlı olarak çıkar çevreleri açısından ilgi odağı olacağı açıktır. Sürecin sağlıklı ve şeffaf yönetilebilmesi, önceki dönemlere göre çok daha fazla önem taşımaktadır.
Seçim değerlendirmelerinde belki de en çok gözden kaçırılan konu, rasyonel olmayan seçmen davranışları üzerine yapılan analiz eksikliğidir. Gelecek dönemlerde bu olguyla mücadele için hem parti politikaları hem de iktidar olunması durumunda tercih edilecek kamu politikaları üzerine ayrıntılı çalışmaların yapılması gerekmektedir. Ulaşamadığınız seçmenden oy talep edemezsiniz.