Site İçi Arama

siyaset

Seçimler Yaklaşırken Emekli Maaşları

İktidarın ücretleri ve ücret dengelerini her seçimde oynayıp bozması nedeniyle hem hukuksuz uygulamalar meşruiyet kazandı, hem de çalışma barışı onarılamayacak derecede yerle bir oldu. Ücretler adeta iktidar elinde havuç sopa politikasının bir aracı haline geldi.

Yerel seçimler, “bir cisim yaklaşıyor” repliği gibi yaklaşıyor. 31 Mart 2024 tarihinde Türkiye sandık başına gidecek ve yerel yöneticileri belirleyecek. Sadece yerel yöneticileri değil, ayrıca belediye meclislerini ve büyük şehir olmayan illerde il genel meclislerini de belirleyecek bir seçime doğru gidiyoruz. Anayasamızda belediye, il özel idaresi ve köy olmak üzere tüzel kişiliği olan üç yerel yönetim biriminin belirtildiği bilinmektedir. (Mahalleler için de muhtar seçimi yapılsa da mahallelerin ayrı tüzel kişiliği yoktur.)  Dolayısıyla yerel yönetimlerin ve organlarının belirlendiği bir seçimin büyük ölçüde hükümete verilen desteği göstermesi de bekleniyor. Bu neden önemli? Bu soruya cevap verebilmek için biraz geriye gitmemiz gerekiyor.

Bilindiği gibi, 28 Mayıs 2023 tarihinde genel seçimler yapıldı ve bütün yıpranmışlığına rağmen Tayyip Erdoğan, iktidarını korumayı başardı. Ancak seçimin kazanılması için muhalefetle girilen popülizm yarışı, ülkedeki bütün dengeleri alt üst edebilecek bir tehlikeye dönüşmeye başladı. Bu seçimin ilk önemli sonucu olarak, Temmuz 2023 tarihinde memurlara 8072 TL seyyanen zam yapıldı ve bu zam memur emeklilerine yapılmadı. Ekonomi yönetiminin bütün ekonomik sorunların yükünü emeklilere yüklemesi, yeni dönemde emekli maaşlarının yönü ile ilgili yürütülecek kamu politikası hakkında bir fikir veriyordu. Normalde memur ve memur emeklilerinin maaşları, katsayı ve gösterge üzerinden hesaplanırken, personel rejiminin önemli bileşenlerinden olan ücret sistemi, iktidar eliyle bir daha düzelmemek üzere bozuluyordu.

Bu durum, hükümetin ilk hukuk dışı uygulaması değildi. Örneğin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden çeşitli rütbelerde, çoğunluğu irtica sebebiyle ilişiği kesilen bütün eski subaylara Emekli kıdemli Albay özlük hakları tanındı. İdare hukuku, statü hukukudur. Kimse kazanılmamış bir statünün haklarını kazanılmış sayarak veremez. Verirse bu hukuk katliamı olur. Eğer tazminat verilseydi, bu bir nebze anlaşılabilirdi. Ama Emekli Albay özlük haklarının verilmesi büyük bir adaletsizlik doğurdu. Şerefiyle TSK’dan istifa ederek ya da emekli olarak ayrılan daha alt rütbedeki personelin suçu devletine karşı hiçbir oluşumun içerisinde olmamak mıydı? Bu soruya verilebilecek hiçbir mantıklı cevap olamaz. 

AKP iktidarının ücretleri ve ücret dengelerini her seçimde oynayıp bozması nedeniyle hem hukuksuz uygulamalar meşruiyet kazandı, hem de çalışma barışı onarılamayacak derecede yerle bir oldu. Ücretler adeta iktidar elinde havuç sopa politikasının bir aracı haline geldi. Bununla birlikte muhalefetin adeta saçmalama derecesinde, hiçbir mantık ve reel ekonomik gerçekle bağdaşamayan popülist önerilerinin de gelinen noktaya zemin hazırladığını söylemek gerekir. Belki en yapılmaması gereken şey, rakam zikrederek iktidarı provoke etmekti. Çünkü hukuk tanımayan bir iktidar açısından verilen sözleri öyle ya da böyle tutuyor görünmek sorun değildi. 

“Politika kaynakların otoriter tahsisidir” diyen Easton, politikada karar verici durumda olan iktidarların öncelikleri belirlemedeki rolünü de açıklıyordu. Eğitimi özel okullara, sağlığı özel hastanelere havale edip, çok gerekliymiş gibi din adamlarını istihdam ederek kamu kaynaklarını heba etmek ve halkın refahından sürekli eksiltmek de maalesef siyasi iktidarların öncelikleri olabiliyordu. Bütün bu önceliklere ayrılan kaynak ise halk tarafından ödeniyordu. Vergi toplamayla ilgili “kazı ciyaklatmadan tüyünü yolmak” ifadesi, olsa olsa Türkiye’deki iktidarlar için rehber olabilirdi. Çünkü yaşanan bütün adaletsizliklerin temelinde vergi adaletsizliği yatıyordu.

 İhale kanununda yapılan birçok değişiklik, ihalelerin belirli gruplara verilmesi, birim maliyetlerin kat kat üstünde kullanılan kamu kaynakları, önceliği olmayan projeler, kamuda yaşanan korkunç boyuttaki israf ve her alanda yaşanan yozlaşma, Türkiye’de seçmenlerin ilgi alanına bir türlü giremiyordu. Cebinden dolaylı vergilerle alınan paranın, devlete uzaydan geldiğini sanacak kadar konuya yabancı bir seçmen kitlesini en kolay güdüleyen şey paraydı. Siyasi iktidarın bunu görmüş olması ise elbette iktidarın suçu olamazdı. Hele bir de hukuka, Anayasaya uymak gibi bir derdi yoksa ve muhalefet gibi kendisine kırmızı bir bez tutan matador varsa kim tutar iktidarı?

Gelelim emekli maaşları ile ilgili tartışmaya. Kamu çalışanlarından beyaz yakalı olanların maaşları, 4688 Sayılı Kanun çerçevesinde iki yıllık süreler için imzalanan toplu sözleşmelerde belirlenen esaslar kapsamında katsayı ve göstergeler üzerinden yapılıyordu. Yine hukukun hiçe sayıldığı bir uygulamayla, seyyanen zam verilerek çalışan memurlarla emekliler arasındaki fark açıldı. 

Oysa bütün aksaklıklarına rağmen memurların ve emeklilerinin maaşları son derece öngörülebilirdi. Yani SGK bütçesine asıl yük getiren unsur olmaktan uzaktı. Çünkü memur, kariyeri boyunca ne ödeyecek, emekli olunca ne alacak, devlette kaç memur olacak, hangi kademeden ve dereceden ne kadar kesinti yapılacak sorularının cevapları belliydi. Dolayısıyla bütçeden transfer harcamaları açısından memur ve emeklisi öngörülemeyen bir risk yaratmıyordu.

Oysa diğer emekliler açısından bu netlik yoktu. İktidar bir seçimde EYT kozunu oynuyor, bir seçimde ücret silahını çekiyor, SGK’nın gerçekleriyle bağdaşmayan düzenlemeler yapıyor ve bir şekilde seçmenin oyunu almayı başarıyordu. Ama aktüeryal denge bozuluyor ve SGK açıkları artıyordu. Her seçimde “SSK’yı batırdı” yalanının ardına sığınanlar, bu defa SSK’yı değil ama SGK’yı ciddi ciddi batırıyordu.

Kamudaki mavi yakalıların toplu iş sözleşmesinde aldıkları zamlar eğitim düzeyi düşük ve kalifiye olmayan kamu işçilerini, hem çalışan maaşı hem de emekli maaşı olarak üst düzey devlet memurlarının üzerine çıkardı. Hastanede temizlik işçisi, hemşireden fazla para almaya başlayınca idari sistem de bozulmaya başladı. Bütün bunlar hükümetin yirmi yıldan fazla süren iktidarında düzeltmek yerine daha da bozmayı tercih ettiği dengelerdi. Çünkü iktidar, eğitimli kitleyi kendi iktidarı için hep bir tehdit olarak görüyordu ve bunda da haksız değildi. Çünkü eğitimli kitle genel olarak sorgulayan, talep eden ve hak arayan insanlardan oluşuyordu. Sonuçta her seçimde ücretlerle oynama silahını keşfeden bir iktidar açısından kendi seçmen kitlesini hukuk tanımadan palazlandırması, Türkiye’yi ölümüne hükümeti savunan eğitimsiz bir kitleyle tanıştırdı. 

Gelinen noktada yerel seçimlere az bir süre kala yeniden ücret silahı devreye girdi. Ama bu, büyük bir oyun oynanarak yapıldı. Memur emeklisi bu oyunun en çok zarara uğrayan kurbanı oldu. Sözde adalet arayan söylemlerle televizyonlarda hiçbir şey bilmeden yorum yapan piyonlar, memur emeklisini hedef göstererek, ona yapılan haksızlığı görmezden geldi. Elbette herkesin bir hesabı ve çıkarı vardı. Gerçek adalet ihtiyacı olan masumlar dışında kimsenin işine yaramıyordu. Böylece seçim öncesi hükümetin ücret oyunu büyük bir başarıyla sergilendi. İktidar da muhalefet de medya da görevini yapmış olmanın mutluluğunu taşıyordu. Adalet ise köşe başında ağzı burnu kan içerisinde yerde yatıyordu. 

İşte bu koşullarda gidilecek seçimin sonuçları, yerel seçim olsa da iktidar için önem taşıyordu. Belki de toplumda nabzı en iyi ölçen siyasi partilerden biri olan AKP, gelecek yol haritasının ipuçlarını seçim sonuçlarından çıkaracaktı. Muhalefet ise bir sonuç çıkaracak mıydı, yoksa bütün ümitlerini iktidarın tökezlemesine mi bağlamıştı, orası çok net değildi.

Aslında bir ülkede adalet, sadece ücret değil, birbirine bağlı birçok politikanın tutarlılığını gerektirir. Ancak günümüzde sosyal sorunlara semptomal tedavi uygulamak, hem halkta çabuk karşılık bulmakta hem de iktidarlara bir tatsızlık çıkmadan durumu idare etme şansı sunmaktadır. Söylediklerimden diğer emeklilere verilen paranın çok olduğu gibi yanlış bir yorum çıkmasını istemem. Ama bir gerçek var ki, oynanan tiyatroda en büyük hasarı memur emeklisi aldı. Eğer dürüst, vatansever, bilimi ve eğitimi rehber edinmiş ahlaklı yöneticilerin yönettiği bir ülke olabilsek, bu ülkenin kaynakları herkesi refah içinde yaşatmaya fazlasıyla yeter. Açgözlülük, bencillik, saygısızlık ve sevgisizlik sarmalına düşmüş bir toplum için tehlike çanları çalıyor demektir. Lütfen kapıdan kafanızı uzatıp, köşede yerde yatan ve kan kaybetmekte olan adalet için bir şeyler yapın. O ölürse, bugünlerimizi de ararız…

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 25.01.2024
  • Süre : 4 dk
  • 1071 kez okundu

Google Ads