Türk Toplumu Artık Daha Fazla Boş Veremez
Başkaldırışın simgesi, mistik atmosferin yoğun olduğu semtin adıydı doğduğum semt, Karagümrük. Cumhuriyetin devlet okullarında eğitim aldım. Hocalarımızın bıyıklarından anlardık nasıl kimseler olduklarını, hayat görüşlerini. En azından o zamanlar kendimizce öyle yorumlardık.
Ülkemin şartları göz önüne alındığında güzel bir yaşantım oldu diyebilirim. Şairin hesabına göre henüz ortasında olmadığım hayatımın, çoktan yarısını geçtim bile. Ama zamanın akışının serum damlasından azgın akarsulara evrildiği, alabildiğince yoğun duygu ve düşünce tahakkümüne maruz kaldığımız, maalesef ömre bedel günleri, acıları yaşadığımız anların içinden geçiyoruz şu son zamanlarda. Demlenmek derler ya hani, işte biz demlenemeden kaynayan ve kendi dibini cayır cayır yakan bir ahvaldeyiz su sıralarda ülkece. Ne bu dem olabiliyoruz ne de yanmaktan kaçabiliyoruz. Nev-i şahsına münhasır bir hal bizimkisi son tahlilde.
Oldukça milliyetçi, ülkesine ve değerlerine bağlı muhafazakâr sayılabilecek bir o kadarda sosyal demokrat bir aile yapısı ve mahallede doğup büyüdüm. Başkaldırışın simgesi, mistik atmosferin yoğun olduğu semtin adıydı doğduğum semt, Karagümrük. Cumhuriyetin devlet okullarında eğitim aldım. Hocalarımızın bıyıklarından anlardık nasıl kimseler olduklarını, hayat görüşlerini. En azından o zamanlar kendimizce öyle yorumlardık. Bıyıklar keskinse biri, salaşsa başka biri demekti bizim için. Ama pazartesi sabahları o kadar gür ve zevkle okurduk ki İstiklal Marşı’nı ve her gün Andımızı; hiçbirimiz için bıyığın tipi fark etmezdi o zaman. Hepimiz aynı değildik belki ama yürekler aynı andımız için atardı.
Karagümrük, çokça zengin olanların oturduğu bir semt değildi. Ama İstanbul’un da bize göre merkezi sayılırdı. Belediye binası bile yürüyüş mesafesinde idi. Durumu iyi olanlar düzgün evlerde otururken, fakir dediğimiz komşularımız mecburiyetten, ötekilere göre biraz daha çarpık çurpuk evlerde otururlardı. Apartman kültürüyle pek tanışmamıştık o yıllarda. Erkeklerin esnaf, işçi ve tüm kadınların ev hanımı olduğu, tek bir okulu, tek bir fırını ve tek bir marketi olan bir mahalde başka türlüsünü düşünmek de biraz o günlerin şartlarında zordu. O yıllarda her şey tek tip olmalıydı, herkes birbirine benzemeliydi. Esasen bizler de nedense fazlasını istemiyorduk. Bir yönüyle zordu o günlerde yaşamak. Terör dibimize kadar gelmişti. Şimdiki gençlere belki masal gibi gelse de, o günlerde sokaklar adeta kuşatılmıştı. Bazı zamanlar bulunduğumuz yerden akrabalarımızı bayram ziyaretine dahi gidemezdik. Terör ölüm saçıyordu.
İnsan her şartta yaşama bir felsefi bakış yakıştırıveriyor. O yıllarda bir yönüyle biz bıyığı yeni terlemiş gençlere, boş vermek, boş verebilmek gerektiği telkin ediliyordu. Büyüklerimiz gibi bizler için de “Boş ver” bir noktadan sonra hayatın anlamı olmuştu. Birden kendimi bu boş vermişliğin çaresizliği içinde bulmuşken, imdadıma askeri okul yetişti, oraya can havliyle kapağı zor attım. Sonradan gördüm ki bu boş vermişlik, bu görmeme, duymama, bilmeme, ilgilenmeme, duygulanmama hali meğerse bizim Türk toplumunun rutini diyebileceğimiz bir şeymiş.
Peki boş vermek iyi bir şey midir? Kanımca, boş verenler, boş vermenin günahsız olduğunu zannederler. Mevzunun hakikati bu değilmiş. Failler güçlerini boş vermişlerin, boş vermişliklerinden alırlarmış. Boş vermeyi bıraktığınız an etrafınızdaki haksızlıkları görür, ülkenizdeki mazlumların kısık çığlıklarını duyarsınız. Oğlu şehit olan annelerin çığlıklarının sizin de çığlınız olduğunu kavrarsınız. Asgari ücretle geçinemeyen emeklilerin çığlıklarını duymamazlık edemezsiniz. Adaletin olmadığı yerde adalet arayan yığınların feryatlarını sahiplenirsiniz.
Her bir hücresinden bozuk düzenin çığlıklarını duymak isteyenlere duyuran mağdurlardan biri olmanız, sizin de mağduriyet yaşadıktan sonra düzenin bozukluğundan şikâyet eder duruma düşmeniz mi gerekiyor? Boş vermekle, bu bozuk zihniyetin, geriye kendisinden başka hiçbir şey, hiçbir değer bırakmamaya yeminli bu hepimizi ezen yapının yıkılmaması için direnenlerden biri olduğunuzun farkında değil misiniz? Sözde bu dört başı mamur düzene sahip çıkmak, yıkılmaması için direnç gösterir duruma düşmek hep bu bizim boş vermişliğimizden değil midir?
Nasıl Türk ulusunun kurtuluşu için Atatürk itilaf devletlerine boyun eğmemiş ve nasıl ki insanlığın kurtuluşu için Peygamber müşriklerin orta yolu bulalım tekliflerine “eyvallah” dememişse; bizim de artık bu güruha topyekûn dur dememiz ve hikâyeyi en baştan, en doğru şeklide kaleme almamız gerekmiyor mu? Bence gerekiyor.
Günümüzde, geçmişin imparatorluk bakiyesi olmanın verdiği kibri, parçalanmanın miras bıraktığı paranoyaya katık ederek ürettikleri zehri sadece bizim değil, gelecek nesillerin damarlarına da zerk etmekte olan rantiyeci zihniyete mâni olmanın tek yolu boş vermek değil, ayağa kalmak, dur demektir. Bugün siyasete ve bürokrasiye hâkim olan bu zihniyet ile histerik bir hale bürünmüş itibar kompleksi kutsanıyor. Oysa bunun altında derin bir özdeğer yoksunluğu yatıyor. Bu yoksunluk onları da dur demezsek bizleri de bitirecek, bunu görmemiz gerekiyor. Bunlar kendi çıkarları, rant peşinde koşan dünyalarını daha iyi inşa edebilmek için yedi düveli neredeyse bize düşman belletip, bizi dünyadan koparmaya, yetmediği yerde bizi birbirimize düşürerek kendi yollarına bakıyorlar. Hamaset ve zulümle bizi bize el kılıyorlar. Bu ayrışmanın yarattığı kutuplaşma sayesinde aramızda devasa buzullar yaratıp bizleri onun içine hapsediyorlar, kımıldayamaz hale getiriyorlar.
Aramızdaki, Türk toplumundaki bu buzulları eritmenin yolunu bulmamız, kendimizi özgür kılacak yöntemleri geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bunun için de her şeyden önce birbirimizi dinlememiz gerekiyor. Bir asırdır sürekli aynı güne, umutsuzluğa uyanıyoruz. Milli/dini duygularımızı istismar edip geçmişin acılarını suistimal ederek hissiyatımıza tasallut ediyorlar ve böylece kendi sefalarına, kötülüklerine oynama alanı açıyorlar.
Neden onların zulümle abat ettikleri lüks ve şatafat dolu hayatlarının cefasını çekip günahlarına ortak olalım ki?
Sizce de Türk toplumu olarak yeni bir hayata merhaba demenin artık zamanı gelmedi mi?