Yerel Seçim Yaklaşırken Muhalefetin Durumu Nedir?
Milli irade; siyaset biliminde karşılığı olmayan bir kavramdır. Bu kavram, iktidarın kendi seçmen kitlesi haricindeki bütün insanları yok sayan uygulamalarını meşrulaştırmak ve muhalif tepkileri bastırmak için kullandığı bir kavramdır.
Ülkemiz, modern çağın demokrasi ve hukuk anlayışına sığmayan bir yönetim biçimini ısrarla uygulamaya çalışırken, adaletsiz seçimlerden birini daha gerçekleştirmek üzeredir. Orantısız bir güçle iktidarın bütün devlet olanaklarını açıktan/gizli kullanarak muhalefeti bastırması, adil bir seçim ihtimalini ortadan kaldırsa da, ülkede sanki normal bir yerel seçim oluyormuş havasının estirilmeye çalışıldığı görülüyor. Bunun gerçekleşmesini sağlayan medya düzeni, AKP iktidarı tarafından aşama aşama tesis edilmiştir. Sosyal medyada seçimin adaletsizliği konusunda belirli bir farkındalık olsa da bunun seçime yansıyacak düzeyde olduğunu söylemek zordur. Kısaca ifade etmek gerekirse iktidarın belirlediği bir ortamda muhalefet, adaletsiz bir seçimde elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Ancak bu konuda birçok kişide tereddüt oluştuğunu söylemek de gerekiyor.
Öncelikle toplumdaki kurumsal yapılar arasında insan kaynağının kalitesi açısından büyük farklar beklenmemesi gerektiğini söylemeliyiz. Birlileri ahlaksız, diğerleri ahlaklı; birileri cahil, diğerleri eğitimli; birileri çok vatansever, diğerleri hain gibi yaklaşımlar, daha çok siyasi söylem bazında bir fark oluşturur. Siyasi partilerin örgütü içerisinde kendisine yer edinmeye çalışan insanlar arasında büyük farklar bulunduğu söylenemez. İktidar gücünü uzun süre kullanmanın yarattığı bozulma, kitle partisi niteliği olan her siyasi parti için geçerli olabilecek bir sonuç olarak değerlendirilmelidir.
AKP iktidarının uzun süre iktidarda kalmayı başarmış olması, aslında hem kendi kitlesinde hem de Türkiye siyasetinde büyük bir yozlaşmaya yol açmıştır. Bu diyalektik olgunun çok iyi okunamamış olması, hem iktidar hem muhalefet açısından sorunlarla dolu bir siyasi süreç yaratmıştır. İktidarda ve kitlesindeki bozulma, giderek hukuk dışılığa evrilmiş, sivil toplum örgütlenmesi büyük darbeler yemiş, demokrasi giderek seçime indirgenen bir kavrama dönüşmeye başlamıştır. Sistemin bozulmasına verilmesi gereken tepkiler, ne bireysel ne de kurumsal düzeyde verilemez hale gelmiştir. Bu süreçte muhalefet, iktidarın belirlediği kavramsal bir alanda kendisine yer açabileceği yanılgısına kapılmış ve adeta hapsolduğu bu alandan çıkamamıştır.
Bu kavramlardan en büyük zararı vereni, “milli irade” kavramı olmuştur. Siyaset biliminde karşılığı olmayan bu kavram, iktidarın kendi seçmen kitlesi haricindeki bütün insanları yok sayan uygulamalarını meşrulaştırmak ve muhalif tepkileri bastırmak için kullandığı bir kavramdır. Muhalefet açısından en büyük sorun, bu despotik dilin aynı kapsamda kullanımının benimsenmiş olmasıdır. Milletin yarısının karşısında olduğu bir yönetimin meşruiyeti açıkça milli irade diye dayatılmaktadır. Bu durum, demokrasinin farklı düşünceleri koruyan yapısını da hiçe sayma yolunu açmıştır. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi terörist, hain, ahlaksız sayan zihniyet, kendi kitlesini de karşıt düşüncede olanlara karşı adeta militarize ederek bir arada tutmayı başarmıştır. Bu sonuçta muhalefetin payı ise azımsanmayacak kadar çoktur. Hukuksal olmayan bir tavra karşı hukuk içerisinde mücadele etmek gibi bir hayalciliğe kendisini kaptıranlar, ülkenin rejimi hukuksuz şekilde değiştirilirken kendilerini tepkileri engellemekle görevli saymışlardır. Daha da kötüsü, milli irade kavramına geçerlilik kazandıran bir tavır ve söylem sergilemişlerdir.
Elbette muhalefet dediğimiz tek bir yapıdan söz etmek mümkün değildir. 14-28 Mayıs seçimlerinde muhalefet adına hayal kırıklığı yaratan sonucun belki de en önemli sebebi, farklı ideolojileri temsil eden siyasi partileri anlamsız şekilde tekleştirme çabasıydı. Bu arada hiçbir işlevi olmamasına karşın “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”nin içerik olarak çok değerli bir metin olduğunu düşünenlerdenim. Bunun yanında “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” diye fiili bir yarı başkanlık sistemini yutturmaya kalkmaları, bütün güveni sarsmıştır.
2023 Seçimlerinde alınan başarısız sonuçların ardından muhalefet, fiilen var olan fay hatlarının hareket geçmesi ile tamamen parçalı bir görüntü vermeye başlamıştır. Bazı partiler, sanki ortak politikalar mutabakat metni altında imzaları yokmuş gibi tamamen farklı düşünceleri savunmaya başlamış ve bu değişiklikler konusunda gerekirse iktidara destek verebileceklerini bile açıklamıştır.
Gelinen aşamada ideolojik savrulma, muhalefetin parçalı yapısıyla birlikte en büyük sorun gibi görünmektedir. Ama burada iki farklı olgu arasında ayrım yapmak gerekmektedir. Muhalefet partilerinin söylem ve eylemlerinde kendi seçmen kitlesini rahatsız edebilecek tercihler yaşandığı bilinen bir gerçektir. Bunun yanında sosyal medya ve iktidar kontrolündeki medya tarafından muhalif seçmen kitlesinin kendi partisine karşı kışkırtılması amacıyla kontrollü bir iletişim stratejisinin iktidar tarafından yürütüldüğü konusunda ciddi bir kanaat de bulunmaktadır. Çoğunlukla gerçeklerle sunulanlar arasında büyük farklar ortaya çıkabilmektedir.
İktidarın bu konuda adeta altın madeni bulmuş gibi kullandığı temel yaklaşımı, terörle birlikte adı anılan partilerin diğer muhalefet partileriyle birlikte hareket ediyor algısını yaymaya çalışmaktır. Bu amaçla 2023 seçimlerinde montaj (uydurma) videolar ulusal medyaya iktidar eliyle servis edilmiş ve ahlaki sınırlar net bir şekilde aşılmıştır. Aynı kurguyu yerel seçimlerde de servis etmeye çalışan iktidar partisi, bütün partilerin aday çıkardığı yerlerde bu yaklaşımı sergileme şansını bir ölçüde kaybetmiştir. Muhalefetin 2023 seçimlerinde düştüğü tuzağa yeniden düşme ihtimali zayıf görünse de tamamen yok değildir. Bu amaçla iktidarın belirlediği gündemi değil, halkın gündemini propaganda stratejisinin merkezine oturtmak, muhalefet için doğru bir tercih olarak görünmektedir.
İktidarın propaganda stratejisi gerçeklerden çok algı üzerine kuruludur. Bunun karşısında muhalefetin başarılı olmak için algıları değiştirmeye çalışması büyük hata olur. Çünkü iktidar bunu yaparken devlet imkânlarını ve medya düzenini kullanmaktan çekinmemektedir. Oysa muhalefet bu imkânlardan yoksundur. Muhalefetin bu durumda yapması gereken, iktidarın algı oluşturma çabalarına cevap yetiştirmek yerine halkın doğrularını onlara hatırlatabilmektir. Bu aşamada oluşan zorluk, muhalefetin halka ulaşabilme kanallarının da iktidar kontrolünde bunmasıdır. Ama bu zorluğunu mutlaka aşılması gerekmektedir.
Muhalefetin parçalanmışlığı, iktidar tarafından özellikle istismar edilmektedir. Bunun arka planını spekülasyonlar dışında bilmek mümkün değildir. Ancak bazı liderlerin konuşmalarındaki öfke tonu, hakaret dili ve konuşmalarındaki vurgular bazı ipuçları vermektedir. Muhalefete muhalefet etmenin özellikle yerel seçimlerde iktidar adaylarına yarar sağlayacağı açıktır. Sorun, böyle bir şeyin neden istendiğidir.
Liderlerin genel ideolojisinde söylem bazında da olsa sapma yaşaması, muhalefet seçmeninde de kırılmalara neden olabilmektedir. Oy kazanmak/ kaybetmemek için laiklik karşıtı eylemlere meşruiyet kazandırabilecek söylemler, tahminlerin ötesinde zarar verebilmektedir. Bu tür sapmaların, muhalefetin seçime kadar kalan kısa sürede yapabileceği en büyük hatalardan olacağını söylemek mümkündür. Büyük kitleleri ötekileştirici söylemlerden de kaçınmak gerekir. Örneğin “bedelli askerlik yapanlar bize oy vermesin” gibi saçma bir söylem, çok büyük tepki görebilir.
Aslında yerel yöneticilerin belirleneceği bu seçimde liderlerin kendi genel politika tercihleriyle oy talep etmesi çok gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü yerel yönetimler sadece kendi seçim bölgesinde belirli alanlarda politika tercihlerinde bulunabilir. Ancak bazı liderler, bu yerel seçimlerde muhalefet olduklarının farkında olmadan iktidara destek olan yaklaşımlar sergileyebilmektedir. Elbette iktidar adayının kazanması durumunda söz konusu muhalefet partisinin politikalarından çok uzak bir yaklaşımın tercih edileceği de açıktır. Siyaset, yerelde başlar. Bu açıdan bakıldığında parametrelerin sürekli değerlendirilmesi, kurumsal yapının ve ülke menfaatlerinin gereğine uygun hareket edilmesi gerekmektedir. Bazı muhalefet liderlerin siyaseten tercih ettiği söylemlerin de bu açıdan değerlendirilmesi gerekebilir. Önemli olan bütün değişkenlerin seçmen üzerindeki etkilerinin yeterince görülüp görülemediğidir.
Ekonomik krizin etkilerinin yoğun yaşandığı bir ortamda, iktidarın güven tazeleyecek bir sonuç elde etmesi, Türkiye’de bilinen siyasetin sonu olabilir. Çünkü bu seçimlerin ardından seçimsiz olarak geçmesi kuvvetle muhtemel dört yıllık bir süreç vardır. Bu sürece “güvenoyu” alarak giren mevcut iktidarın ekonomi politikaları dikkate alındığında bunun ücretli kesimin ve emeklilerin çıkarına olmayacağı açıktır. Bu nedenle ülkenin çıkarları, küçük bireysel kazanımlara feda edilmemelidir. Son söz olarak şunu söylemekte fayda görüyorum; seçimden sonra bazı partilerin tamamen etkisizleştiğini ve siyaset sahnesinden silinmeye yüz tuttuğunu görmemiz mümkündür.