Yerel Seçim Yaklaşırken Seçmenin Tercihlerini Nasıl Şekilleniyor?
Seçmen davranışları iktidarın belirlediği çerçeveyle ilişkilidir. Bunun temel nedeni, seçmen tercihlerini etkileyen farklı fikirlerin potansiyel seçmene ulaştırılmasında kontrolün tamamen devletin elinde olmasıdır.
Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partiler, iktidara gelip kendi politikalarını uygulamak için çaba gösterirler. Bunun için de seçimlerde başarılı olmaları gerekir. Seçimlerde başarı nedir? Her seçim sonrası, kitle partileri kendi durumlarını gözden geçirme, değerlendirme fırsatı bulurlar. Bu süreçte seçmenle parti arasındaki iletişim kanallarının işlerliğinin, partinin iletişim stratejisinin başarısının ve seçmen beklentileri ile parti arasındaki uyumun değerlendirmesi yapılır. Bu değerlendirmenin yapılabilmesi için en değerli ve önemli veri, seçmen davranışlarıyla şekillenen seçim sonuçlarının analizi ile elde edilir. Bu süreçleri başarılı olarak yönetebilen partiler, muhtemel seçim başarılarının anahtarını bulmuş olur.
Toplumsal sınıflar üzerine birçok değerli bilim insanının çalışmaları mevcuttur. Bu konuda haddimizi aşmadan söyleyecek olursak, Türkiye’de sınıflar arası geçirgenlik, son 20 yılda izlenen politikalarla azalmıştır. Bu ne anlama gelmektedir? Bu bize, belirli bir sosyal sınıfa mensup bireylerin bir üst sınıfa geçme ihtimalinin azaldığını anlatmaktadır. Özellikle son yaşanan ve yaşanmaya devam eden ekonomik krizle birlikte orta sınıfın çok zayıfladığı ve gelir adaletsizliğinin arttığı makro ekonomik verilerle ortaya konulmaktadır. Aslında 1980’lerden beri uygulana gelen neo-liberal politikalar, uygulandığı her ülkede benzer sonuçları doğurmuştur. Nedir bu sonuçlar?
Neo-liberal politikalar, sınıfsal yapıda büyük ölçüde bozulmalara sebep olmuştur. Orta sınıflar zayıflarken, alt gelir grupları adeta şişmiştir. Çok zengin kişilerin sayısında da belirgin artışlar meydana gelmiştir. Bunun sonucunda birçok insanın temel kamu hizmetlerine ulaşmada zorluk yaşamaya başladığını görmekteyiz. Sağlık ve eğitim alanlarında sınıfsal olarak farklılaşma ortaya çıkmakta. Bunun temel nedeni idari nitelikteki (mutlaka devlet tarafından verilmesi gereken) kamu hizmetlerinin özelleştirmeler ve katılım payı adı altında alınan ek ödemelerle gelir gruplarına göre farklılaşmasıdır. Alım gücü belirgin biçimde düşerken, emek piyasasında sendikasızlaşma çok net bir kamu politikası haline gelmiştir. Bunlar olurken sınıflar arası geçirgenlik azalmıştır.
Bozulan sınıfsal yapılar ve sınıfsal geçirgenliğin azalması, demokrasinin uygulanma koşullarını zorlaştırmış, otoriter yöneticilerin iktidara gelmesine ya da iktidardaki yöneticilerin otoriterleşmesine neden olmuştur. Demokrasi, günümüzde içerdiği bütün kavramlar setiyle birlikte insanca yaşamanın bilinen en doğru yoludur. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için gelir adaletsizliğinin azalması, sınıflar arası geçirgenliğin artması, halkın idari kamu hizmetlerine erişiminde asgari bir denge unsuru bulunması gerekmektedir. Herkesin bir oy hakkının bulunduğu seçimlerde temel ihtiyaçlarını karşılama derdinde olan insanlara demokrasinin erdemlerinden bahsetmek, onların karnını doyurmaya yetmemekte, çocuklarının iyi eğitim almasını sağlamamaktadır.
Sınıfsal yapılardaki bozulmanın bir sarmal gibi kendini tekrar üretmesi çok kuvvetli bir ihtimaldir. Eğer doğru politikalarla gelir adaleti sağlanmazsa, eğitimin devletin “en başta gelen ödevi” olduğu gerçeği göz ardı edilip eğitimde fırsat eşitliği yaratılmazsa, sağlıkta hizmete erişim gelir düzeyine göre çok fazla farklılaşırsa, temel ihtiyaç maddelerine erişimde toplumun gittikçe artan kesimleri zorluk yaşarsa, bu sarmaldan çıkış ihtimali de o kadar azalır. Bu ortamda otoriterleşen iktidar eğer toplumsal çıkarları değil kişisel çıkarları önceleyen bir tutum sergilerse, sarmaldan kurtulmayı değil sarmalı yönetmeyi tercih eder. İhtiyaç sahipleri ile iktidar arasında “parasitic symbiosis” ilişki oluşur. Toplumsal koşullara bağlı olarak bu ilişki genellikle uzun dönemlidir.
Bazı durumlarda sarmalı yönetmeye çalışan iktidar, farklı ideolojik tercihlerle kendi konumunu güçlendirmeyi tercih edecektir. Otoriterleşen iktidarların din, milliyet ve toplumda genel kabul gören diğer değerler üzerinden otoriterliğe meşruiyet kazandırma çabasına girdiğine tanık olunur. İktidar bunu yaparken, devletin iletişim kanallarını kullanmanın yanında, işbirliği içerisinde olduğu sermaye grupları ve onların desteklediği medya kuruluşlarını da iletişim stratejisinin bir parçası olarak harekete geçirir. İktidar, din sınıfı ve sermaye, bu düzenin devamı için adeta bir sacayağı oluşturur. Burada sermaye ve din sınıfı ile iktidar arasındaki ilişki, ihtiyaç sahibi olanlarla iktidar arasındaki ilişkiden farklı olarak “simbiotik”tir. Yani her birinin varlığı bir diğerinin desteğine bağlıdır.
Bu süreçlerin gerçekleşmesi, toplumsal yapıların dinamiklerine bağlı olarak küçük farklılıklar gösterse de benzerdir. Sınıflar arası çatışmalar, bu sarmaldan çıkışın tarihsel yolu olarak görülebilir. Sınıfların çatışmasını diyalektik süreçlerin sonucu olarak gören Marks, “din toplumların afyonudur” derken, dinin sınıfsal çatışmayı baskılayıcı boyutuna vurgu yapmaktadır. Marks’a göre, dinler de haksızlık ve adaletsizlik karşısında eleştireldir ancak, diyalektik sürecin sonucu olarak adaletsizlik karşısında isyan noktasına gelindiğinde tevekkülü önerir. Bu nedenle din, toplumları adaletsizliğe karşı isyandan alıkoyan afyondur. Bunun yanında bozulmaya yüz tutan toplumsal yapılarda din de kendi anlayışındaki bozulmanın sonucu olarak iktidarın yörüngesine girer. Dini öğretiler de bu süreçte başkalaşır, asli felsefesinden kopar ve karşısında durması gereken çürümenin bir parçası olur.
Türkiye’de seçimlerin her dönemde farklı dinamikleri olmuştur. Seçmen davranışları üzerine yapılan değerlendirmelerde bu durum açıkça ortaya konulmaktadır. Bununla birlikte özellikle son on yıldır seçimlerde iktidarın devlet gücünü, sermayenin ve din sınıfının desteğini ölçüsüz, adaletsiz ve çoğunlukla etik olarak sorunlu biçimde kullanması olgusunun öne çıktığı görülmektedir. Sınıfsal dinamikleri bir ölçüde baskılayan bu tutum, seçmen davranışlarını iktidarın belirlediği çerçevede etkileyebilmektedir. Bunun temel nedeni, demokrasinin önemli koşullarından biri olan alternatif enformasyonun ortadan kalkmış olmasıdır. Alternatif bilgiye erişim, oldukça sınırlıdır.
Özellikle sınıfsal olarak alt gelir grubundaki seçmen kitleleri, iktidarın kendilerine pazarladığı umudu, yaşadığı gerçekliğe tercih etmektedir. Muhalefetin umut vermekte başarısız olduğu açıktır. Bunun birçok nedeni olsa da hiçbir mazeret, başarının yerini tutamaz. Muhalefetin daha doğru iletişim stratejileri ile seçmene ulaşması dışında başka bir yol görünmemektedir. Kurulu medya düzeninde bunu yapabilmek için daha farklı yollar bulunması gerektiği de açıktır.
Bu yerel seçimlerde seçmen davranışlarını etkilemesi beklenen iki büyük etken bulunmaktadır; 1. Ağırlaşan ekonomik koşullar ve enflasyon, 2. Emeklilere haksız ve hukuksuz şekilde yaşatılan düşük maaş tercihi. İktidarın algı stratejisinin, özellikle bu iki etkenin gerçekliğini yenmesi kolay olmamaktadır. Bu nedenle güvenlikçi politikalar, savunma sanayi ve ötekileştirme söylemleri, iktidarın medet umduğu stratejilerdir. Seçmen profilinin bu konuda iktidarın güvendiği bir yapıda olduğunu söylemek mümkün olsa da hayat pahallılığı karşısında etkilerinin sınırlı kalacağını öngörmek gerekir.
İktidarı bu seçimde zorlayacak olan diğer bir etken ise bir önceki 2019 yerel seçimlerinde büyük kentlerde muhalefetin başarısıdır. Özellikle İstanbul ve Ankara’da belediye kaynaklarından adaletsiz ve etik dışı bir şekilde belirli seçmen gruplarına, cemaat vakıf ve derneklerine aktarılmasının sona ermesi, seçimlerde iktidarın kozlarından birini ortadan kaldırmıştır. Buna rağmen muhalefetin parçalı yapısını ötekileştirici sözlemlerle bir araya gelmekten alıkoymak, iktidar adına başarılı bir stratejidir. Yerel seçimlerin Ramazan ayına denk gelmesi nedeniyle iktidarı destekleyen sermaye gruplarının hazırladığı kolilerle iktidara destek vermesi, beklenen bir gelişmedir. Toplumsal düzeyde adı konulmamış bir ittifakın sandığa yansıması mümkün müdür? Bu sorunun cevabını seçim sonuçlarında bulabileceğiz.
Seçmen kalitesinin yükselmediği bir toplumda, siyasetin kalitesinin yükselmesini beklemek romantik bir hayalden ibarettir. Seçmen kalitesinin bu günden yarına iyileşmesini beklemek de gerçekçi değildir. Yerel seçimlere giderken seçmenlerden beklenen, demokrasinin sadece seçimlerden ibaret olmadığının anlaşılabilmesidir. Ancak seçmenin bu konuda bilgi sahibi olmaması, bilgiye erişiminin sınırlı olması sadece seçmene yüklenebilecek bir sorun değildir. Beyaz Zambaklar Ülkesi kitabında G. Petrov’un vurguladığı aydın sorumluluğunun ülkemizde de karşılık bulması, içinde bulunduğumuz durumdan çıkışın yollarından biridir.
Yerel seçimlerin sonuçları üzerine yine birçok uzman tarafından çeşitli yorumlar yapılacak, seçmen davranışlarına ilişkin çıkarımlarda bulunulacaktır. Siyasi partiler seçimin kendileri açısından nasıl büyük bir başarı olduğunu açıklamaya koyulacaklardır. Emekliler, ücretliler ve ekonomik sıkıntıları yoğun olarak hisseden sınıflar muhtemelen seçim sonrasının tartışma konuları arasında kendilerine yer bulamayacaktır. Sayıları artan dezavantajlı kesimler ise ertesi gün ne yiyeceğini düşünmeye devam edecektir ama sadece ertesi gün. Çünkü toplumun büyük bir kesimi için kolay öngörülemeyecek olumsuzluklar döneminin başlaması muhtemeldir.
Sisli bir geleceğe doğru yol alırken, cevabı merak edilen birçok sorunun net bir cevabı olmayacaktır. İnsanlar sınıfsal farkındalığa sahip olabilecek midir? Bunu bilemeyeceğiz. Ancak bu yerel seçimlerin sonuçlarının bir konuda net bir fikir verebileceğini düşünüyorum. Türkiye dönüşü olmayan bir şekilde bir Ortadoğu ülkesine dönüşecek midir, yoksa gelecekte de olsa kurtulma umudu olacak mıdır? Bu sorunun cevabını 31 Mart 2024 akşamı görmemiz mümkün olabilecektir.