Site İçi Arama

siyaset

Güvenlik İçin Özgürlük Feda Edilemez

Bu araştırmanın birincil amacı özgürlükler ve fırsatlar ülkesi olarak bilinen Amerika Birleşik Devletleri’nde hükümetlerin güvenlik tehdidi algısıyla uyguladıkları siyasalarla insan hakları ve özgürlükleri zedeleyip zedelemediğini belirlemektir.

(https://kutuphane.dogus.edu.tr/mvt/pdf.php?pdf=0016589&lng=0)

Bu araştırmanın temel amacı:

Bu araştırmanın birincil amacı özgürlükler ve fırsatlar ülkesi olarak bilinen Amerika Birleşik Devletleri’nde hükümetlerin güvenlik tehdidi algısıyla uyguladıkları siyasalarla insan hakları ve özgürlükleri zedeleyip zedelemediğini belirlemektir. İkinci amacı ise; aşırı güvenlik algısının demokrasi ve özgürlükler üzerindeki olumsuz etkisinin 9/11 sonrası mı başladığı, yoksa zaten eskiden beri yapısal bir sorun bulunup bulunmadığını ortaya koymaktır.

Bu araştırmanın yöntemleri: Araştırmada, nitel ve nicel araştırma yöntemleri kullanılmıştır. Araştırma alanı teorik olarak bütün Birleşik Devletler, nitel olarak ise Illinois, Chicago ve özellikle Palatine oluşturmaktadır. Veri toplamak için görüşme tekniği ve gözlem metotları kullanılmıştır. Teorik altyapı da kullanılan insan hakları ile ilgili kitaplar Palatine Public Library’den elde edilmiştir. Elde edilen veriler betimsel veri analizi tekniği ile analiz edilmiştir. 

Bu araştırmanın evreni: Araştırmanın evreni ABD’dir. Zamanı ise çoğunlukla Chicago’da 2011 yılı Nisan-Ekim aylarında yapılan çalışmalardan oluşmaktadır. Siyahi insanlara ilişkin resmi segregation ve Kızılderililere ilişkin uygulanan siyasaların insan hakları ihlalleri ayrıca ele alınmıştır.

Bu araştırmanın bulguları; Birleşik Devletler yapısal olarak insan hakları sorunlarına sahiptir. Ülkede “insan hakları ve özgürlükler” açısından “vatandaş olanlar-olmayanlar”, “kurucu iradeye dahil olanlar-olmayanlar-güçlüler-zayıflar”, “beyaz olanlar-olmayanlar” gibi temel ayrımlar bulunmakta, birincilerde daha çok “Locke’un özgürlükleri” ikincilere ise daha çok “Hobbes’un Leviathan’ı” etkili olmaktadır. Ayrıca çok açık bir biçimde Birleşik Devletler de özgürlüklerin üzerindeki en büyük tehdidin “güvenlik konseptine tanınan aşırı pirim” olduğu ifade edilebilir.

Anahtar Kelimeler: Amerika Birleşik Devletleri, İnsan Hakları, Özgürlük, Güvenlik, Ayrımcılık, Locke, Hobbes.

Bu araştırmanın orijinal metni: Yukarıda linkte  verilmiştir: “ABD’de  Özgürlüklerin Sınırı Güvenlik Tehdidi Algılaması-To Limit the Freedoms in the United States; Security Threat Detection”.

Bu araştırtma alanında yapılan önceki çalışmalar:

Özgürlük ve güvenlik, terörizm üzerine görüş bildiren akademisyenlerin en önemli tartışma alanıdır. Harold Dwight Lasswell (1971) ulusal güvenlik ve bireysel özgürlükler konusundaki ilişkiyi ilk inceleyen yazarlardan biridir. Freeman (2003:3) özgürlük ve güvenlik adlı yapıtında, birçok araştırmacının hükümetin olağanüstü hâl yetkilerini kullanmasının etkin bir çözüm sunduğunu ama bir şekilde kötüye kullanılarak demokrasiyi tehdit ettiğini belirtir. Heymann ise (2003) Özgürlük ve Güvenlik dengesini terörizm bağlamında incelerken savaşsız bir galibiyet araştırmaktadır. Konuya Avrupa yönüyle bakan Carrera ve Balzacq ise (2006) güvenliğin özgürlükle karşı karşıya kalıp kalmadığını sorguladığı kitabında, Avrupa’nın geleceği için karşılaşacağı sorunları ortaya koymaktadır. Eckes ve Konstadinides (2011) ise Avrupa kamu düzenini, adalet, güvenlik ve özgürlük alanında işlenen suçlar çerçevesinde irdeleyerek, terör suçu yanında diğer suçlara da yer vermektedir. Kanada’nın Kontra-Terör çağında yönetimini ele alan Bell (2011) güvenliğin özgürlüğünü öne çıkarmaktadır. Çok önceleri Mathews (1986) Güney Afrika Cumhuriyeti’nde uygulanan Apartheid ırk ayrımcılığının ne gibi ikilemlere yol açtığını özgürlük, devlet güvenliği ve hukukun üstünlüğü bağlamında incelemekteydi. Doğrudan terörizm ve özgürlük ve güvenlik arasındaki dengeyi inceleyen Seidl (2005:3) güvenliğe Alman bakış açısını yansıtmıştır. Burada yerel ve uluslararası terörün hürriyet ve medeni haklar ile ulus ve kamu güvenliği dengesini nasıl etkilediği araştırılmıştır.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan (2005) daha geniş bir özgürlük ile herkese daha fazla insan hakkı, güvenlik ve kalkınma arayışında bulunmuştur. Wendel (2007) uluslararası kamu hukukundaki seyahat özgürlüğüne müdahalede bulunma durumunda devletin sorumluluğu gibi özel konulara da yer vermiştir. Gibbs (2011) özgürlük, güvenlik ve adalet ile anayasa arasındaki bağlantıya dikkat çekmiştir. Son dönemde özellikle dinden kaynaklanan haklar üzerinde durulmaktadır. Örneğin Guiora (2013) haklar ve ulusal güvenlik dengesini dinden kaynaklı özgürlükler bağlamında ele almıştır. Murphy ise (2013) devlet güvenlik rejimi ile din ve vicdan hürriyetini 2001 sonrası dönemde ele almaktadır. Özgürlük-güvenlik birbirine zıt birer konsept midir, yoksa birbirini tamamlayıcı birer yaklaşım mıdır? Olağanüstü özgürlük vurgusuna rağmen iki kefeden güvenlik sepeti daima dolu olan Birleşik Devletlerde bu yaklaşımı doğuran tarihi, toplumsal ve kültürel etmenler neler olabilir? Bu çalışma bu boşluğu doldurmaya yönelik bir yaklaşım oluşturmayı deneyecektir.

Farrell ve Newman (2019), 9/11 ve   Suriye ve Irak’taki İslami Devlet teşebbüsleri bağlamında özgürlüğün önemli bir alanı olan özel hayat ve güvenlik ilişkisini “Mahremiyet ve Güç” adlı eserinde etraflıca ele almıştır.  Yazarlar (Farrell ve Newman 2019:1) Avrupa ve kuzey Amerika evreninde özgürlük ve güvenlik ilişkisini, giriş bölümünde belirttiği gibi karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi olarak yorumlamaktadır. Sanchez ve  Pascual (2021) daha geçen yıl özgürlük, güvenlik ve adalet alanındaki gelişmelerin Avrupa Birliği'ni  nasıl dönüştürdüğünü  ve  AB entegrasyonu ve O’nun ilkelerinin karşılıklı tanıma ve güvene dayalı gelişmesi için  temel hakların  tüm bu gelişmelerin tam ortasına nasıl oturduğunu 470 sayfalık eserlerinde gösterdiler.

ABD bağlamına geri dönersek, Dünyadaki bütün milletlerden insanları bünyesinde eriterek barındırmak isteyen (‘melting pot’ metaforu) Birleşik Devletlerin (ABD) İngiliz hukuku ve İngilizceyle bir Amerikan milleti oluşturma ve O’nu koruma çabaları, ironik bir biçimde toplumsal dinamikleri doğrultusunda iki toplumlu bir ülke oluşturmuştur. Bu ikircikli yaklaşım, evrensel olarak kabul edilen insan haklarında dahi, “vatandaşlara lütfedilen medeni haklar” ve “diğerleri için de geri kalan sınırlı haklar (insan hakları)” örneğinde olduğu gibi dünyadaki gelişmelere zıt bir sistem oluşmasına neden olmuştur.  Oysaki insan hakları evrenseldir.  Niteliği gereği ayrım yapmaya karşıdır. Ancak, ABD için varsa, yoksa vatandaş haklarıdır. Nitekim Cimen, (2015), sosyal olaylar üzerinden mevzuat bağlamında özgürlük ve güvenlik konularını büyük bir dikkatle ABD vatandaşları bağlamında ele almıştır. Bir Amerikalı için önemli olan vatandaş haklarıdır.

Kuşkusuz kendi vatandaşı eksenli insan hakları yaklaşımı yetersiz ve konseptle de uyumsuzdur. Bu da ülkenin yeni bir kıtada eski kavimler üzerinde teritoryal (sivil ve bölgesel) bir örgütlenme ile özgürlük söylemine dayalı yeni bir devlet kurma idealinin en zayıf halkasını oluşturmaktadır. Zira Birleşik Devletler liberal özgürlükleri koruma iddiası altında her zaman güvenliği en önde tutmuştur. Kuşkusuz 9/11 ile zirve yapan ve geçmişe dayanan güvenlik kaygılı politikalar, en azından Amerika’da yaşayanlardan bir kısmı için Amerika’nın özgürlükler ülkesi söylemini havada bırakmaktadır.

Bayefsky (2001) BM nezdinde oluşturulan altı temel anlaşmayla insan haklarını korumaya yönelik bir sözleşme sisteminden söz eder. ABD öncüsü olduğu BM sözleşmelerinin yarısını imzalamamış ve imzaladıklarına da birçok şerh (çekince) koymuştur. Hatta güvenlik kaygısı yükselince, ABD atılmış imzalarını dahi geri çekebilmiştir. Dahası “Enemy combatant” (çatışan düşman) terimlemesi ile “Genova Conventions” böyle bir statüye yer vermedi gerekçesiyle savaş esirlerine tanınan haklar bile bu yeni düşmandan rahatlıkla esirgenebilmiştir. Bunun nedeni olarak ise, en iyi saptadığını iddia ettiği bireysel hak ve özgürlüklerin güvenlik kaygısıyla ihlal edilmesi gösterilmektedir. Aslında güvenlik ve bütünlük kaygısı sadece evrensel insan hakları ve özgürlüklerin altını oymakla kalmamakta, Amerika’nın güvenliğini derinden sarsan kredi yoksunluğuna ve toplumu sarsan artan maliyetlerle gelen ekonomik krizlere de neden olmaktadır.

Özgürlük ve güvenlik birbirine karşıt görüldüğünde en büyük arayış birinin diğerinin aleyhine olduğu hassas dengeyi bulmaya yönelir. Oysaki insan yaşatılabilirse devlette yaşatılır. Bu takdirde konuşulan karşılıklı sınırlar değil, birbirini arttıran, birbirini destekleyen ve yükselten özgürlük ve güvenlik sarmalıdır. Bu yeni dönemin barış devleti ve barış dünyası inşasının da temel taşlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Benjamin Franklin tarafından belirtildiği gibi “Kim geçici güvenlik kaygısıyla özgürlükten vaz geçerse ne güvenliği ne de özgürlüğü hak eder” (Streb ve Gerstmann 2006:16) Bu makale, devlete ve topluma güvenlik penceresinden bakmanın getirebileceği müphem yararın yerine özgürlük-güvenlik optimal dengesini, insan ve toplum merkezli bir özgürlük anlayışı ile oluşturmayı sorgulamaktadır. Bu nedenle ABD’deki uygulama eleştirel bir bakış açısıyla ele alınmıştır.

Kosova’da tam, Bosna’da yarım soykırımı önleme başarısı gösteren ABD’nin sınır ötesi insani müdahaleleri Irak ve Afganistan için tam bir felaket tablosudur. Yine Libya için belirlenen yöntemin Suriye için benimsenmemesi kuşkulara neden olmaktadır. ABD insan haklarını ihlal eden sivil haklar-insan hakları, beyaz ve öteki, petrolü olan ve olmayan ülke gibi ayrımlardan kurtulabildiği ölçüde evrensel insan haklarının öncüsü olabilecektir. Dünya çapında güç dünya çapında Hesap verilebilirlikle meşruiyet kazanır. Bunun için ise elit bir kesime sağlanan hakların koruyucusu olan denge ve fren sisteminin herkese işlemesi ve özgürlüklerin herkese dağıtılması gerekir.

Birleşik Devletlerde özgürlüklerin sınırı: 

ABD’de Anayasa, vatandaşları hükümetin tecavüzlerine karşı koruyan (Lucas, 1996:5) mekanizmanın başı olarak görülmektedir. Ancak Amerikan Anayasası yanında Amerikan Kolonileri ve devlet yasaları, federal yasalar ve yönetim birimlerinin eylemleri ve nihayet yüksek mahkeme kararları bu denklemde yer almaktadır. Yüksek mahkeme kararları son tahlilde en belirleyici olandır. Ancak tarihin çeşitli dönemlerinde Yüksek Mahkeme milli güvenlik ve yönetenlerin refahı için en büyük özgürlük ve hak ihlalcisi durumunda yer almaktadır.

Birçok insan fikirlerini oluştururken yetişme tarzı, toplum baskısı ve kendi kişisel kültürel ve mesleki tarafına göre hareket etmektedir (Miller, 2011:12). Bugün Amerika’da tarihi yapılanması ve kültürel gelişimi ile beslenen yönetenler sınıf çatışmalarına ilişkin kartların çoğunu almış ve savunucu bir pozisyona girmiştir (Codevilla, 2010:86). Bu ise kutuplaşmayı artırmakta ve yöneten ve yönetilen olmak üzere iki sınıf ortaya koymaktadır.

Time dergisinin yaptığı araştırmaya göre her yüz insandan 52’si Federal Hükümetin temel hak ve hürriyetleri tehdit edecek kadar güçlendiğini hissetmekte ve %68’i de hükümet aleyhine çalışanların etkinliklerinin izlendiğine inanmaktadır (Locayo, 1995:60/Lucas, 1996:8). Öte yandan özgürlük ve kölelik arasındaki paradoks yerini yeni bir düzlem arasındaki ilişkiye bırakmıştır (Peck, 2010:174): Eziklik ve bireysellik.

ABD sıradan sağlıklı ve çalışabilecek insanlar için bir özgürlük ve fırsatlar ülkesidir. Bireysel ve hatta azınlıklara ait haklar toplumun zararına olmaya başladığında ya da dengeyi bozduğunda (Baylon, 2006/Langwith, 2008:25) sorun ortaya çıkmaktadır. Sistemi ve kurulan yapıyı tehdit etmeyen özgürlükler ne kadar sınırsız ise bunun dışında kalan özgürlükler de o kadar ulaşılmazdır.

9/11’dan hemen sonra “terörizm” yeni paradigma haline geldi ve bunun en iyi basitleştiricisi de “ulusal güvenlik” ti. “Melting Pot” v.s. “Balkanization” ya “eriyecek” ya da “Balkanlaşacak” (Observer, 2010/Miller, 2011:112) dayatması, Amerika’daki güvenlik ve özgürlük dengesinin birincisi lehine tamamen bozulmasına neden olmaktadır. “Nefret ve korku ideolojisi taşıyan” fundamentalistler, “siyasaları değil, varlığını protesto ettikleri” bir “medeniyetle çatışmakta”, “bilinçli olarak öldürdükleri masumlardan dolayı gurur duyan”, “totaliter”, “Nazi” ve “faşist” pis kokularına büründüklerinden, buna tahammül edilmesi mümkün değildir (Peck, 2010:231).  Kuşkusuz tarihten çoğunluk arzuları ile azınlık haklarının korunması ve bireysel haklarla kamu güvenliğinin dengelenmesi düşüncesinden çıkarılacak çok dersler bulunmaktadır (Lucas, 1996:97). Özgürlük lehinde biraz kıpırdanma olduğunda örneğin Limbough (2010:3) Obama’nın ABD’nin dünyadaki imajını geliştirmek için, ulusal güvenliği riske attığını söyleyebilmektedir.

ABD bugün devam eden ve 200 yıldan fazladır süren güçlü bir hükümet ile özgür insanların nasıl bir arada başarılabileceğini tartışmaktadır (Lucas, 1996:5). Ancak ABD’de sistem karşısına aldığı hareket kadın hareketi gibi masum ve tehlikesiz de olsa onu bir düşman gibi görmekte ve ezip geçmeyi çözüm olarak görmektedir. Zira toplumun örgütlenmesi tabandan tavana doğru olduğundan, aileler hala devam eden kendi güvenliğini sağlama alışkanlıkları ve teritoryal savunmaları nedeniyle militar düşünceye sahiptirler. Militar düşünce ise ABD’de sokakta en yumuşak ifadeyle ‘my way’ or ‘high way’ diye kavramlaştırılan, dost ve düşman tanımları ile ilişkilidir ve düşman yok edilmesi gereken bir unsurdur. Bu anlayışın yansıması 9/11 konsepti bir yana, Iron Jawed Angels’ta (2004) gösterildiği gibi çok acımasız bir hal alabilmektedir. Almanya ile girilen ilk dünya savaşını bahane eden Başkan Wilson ve ekibi Amerika’nın en temel gördüğü özgürlüklerden biri olan ifade özgürlüğünü kullanan kadın oy hakkı aktivistlerini, trafiği engellemek gibi bahanelerle ceza evine göndermekte, 60 gün ceza alan mahkûmlar avukatları ve aileleri ile görüşmekten menedilmekte ve işkenceye tabi tutulmaktadır. Zaten Wilson 1917 yılında dünyada demokrasiyi etkin kılmak için girdiğini beyan ettiği Birinci Dünya Savaşı sırasında ironik olarak getirdiği ‘Espionage Act’ ile hükümet kararları aleyhine konuşan ya da yayın yapanlar 20 yıla kadar cezalandırabiliyordu, bununla birçok masum hayat, fikirleri baskın görüşe uymadığı gerekçesiyle rahatsız ediliyor ve harabeye çevriliyordu (Lucas, 1996:44-5). Bireysel hak ve özgürlükler yüksek menfaatler ve güvenlik yaklaşımı nedeniyle ihlal ediliyordu. Görüldüğü gibi Amerikan insan hakları hareketi (hakların oluşum ve beslenmesinde kitle hareketi ve direnci düşüncesinden daha çok) bireysel haklar prizmasına yönelmiştir (Peck, 2010:5). Buna rağmen en güçlü olduğu bireysel hak ve özgürlüklere ilişkin alan dahi tamamen korunmuş değildir. Zira, ulusal güvenlik düşüncesi temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını derhal mümkün kılabilmektedir. Devlet güvenliği anlayışı, önce toplumsal hakların ve kitle hareketlerin önüne geçmiş ve insan hakları konusunu, (bireysel) temel hak ve özgürlüklere indirgenmiş, sonra da buradaki alanı, devlet güvenliği nedeniyle korunmuş olmaktan çıkarmıştır. Muhafazakâr yazar Michelle Malkin’in “ulusal güvenliği en üste koyan anlayışı ile birleştiğinde” Bush ve Malkin gibi insanlar, Amerika’yı güvende tutmak için bazı hak ve özgürlüklerin kurban edilebileceğine inanmaktadırlar (Langwith, 2008:151).  Trumph da aynı yoldan gitmiştir. Oysa özgürlüklere ait hakların saygı gördüğü, büyük demokrasi dalgasının gözlendiği günümüzde bunun aksine hareket etmek tutarsızdır (Carter, 2005/Langwith, 2008:195).

Kuşkusuz toplumun huzuru ve güvenlik için istisna olmak kaydıyla temel hak ve hürriyetler bazen kısıtlanabilmektedir. Bunu yapacak olan politik güç ihtiyacı, zorunlu olarak tehlike oluşturabilir (Van Mill, 2002). Nitekim Bolşeviklere karşı –örneğin- 2 Ocak 1920’de 33 şehirde bir gece de 4.000’den fazla insan tutuklanabilmekteydi (Lucas, 1996:41). Locke tarafından açıklanan denge ve fren (checks and balances) sistemi Powell (1996) tarafından hükümet gücünü sınırlamak için getirildiği söylenmektedir ama bu aynı zamanda sistemin korunmasının sigortasıdır. Seçilmişler farklı da olsa kurulu düzeni koruyacak ya da çok uzun zaman dilimine yayarak değişimi imkânsız kılacaktır.

Amerikan tarihinde ‘federal birlik ve beraberlik düşüncesi’ insanın eşit yaratıldığı gerçeğini rahatlıkla yaralayabilmektedir. Örneğin birkaç güneyli devletin köleliğin kaldırılması durumunda ayrılma tehdidi köleliğin anayasal bir kurum olarak sürdürülmesine neden olabilmiştir (Myers, 1991:62/Lucas, 1996:32). Birçok insana göre Amerika’da insan hakları sözcüğü ve tartışması sadece ulusal güvenlik endişesinin öncüsüdür (Peck, 2010:4). Nitekim ABD her ne kadar bireysel haklara dayanan bir ülke iddiasındaysa da en temel insan hakkı olan yaşam hakkının bile güvence altına alındığını söylemek güçtür. Sivil bölge savunması birey mülkiyetine indirgendiğinde ABD’de bireysel silahlanma ve savunma önem kazanmıştır. Devlet koruma görevini bu nedenle bir yere kadar yapabilmektedir. Yani kamu güvenliği birey, yerel yönetimler, devlet ve Federal yapı tarafından müştereken sağlanmaktadır. Dolayısıyla hak ihlalleri ciddiyeti de piramidin paralelinde seyretmektedir.

Devletin kamu güvenliğini sağlarken özellikle siyasi muhalif hareketlerde cana karşı işlenen suçla faili meçhullerin eskiden beri ciddi bir varlığı söz konusudur. Kendi yurdunu korumak için İngilizlere karşı ayaklanan Ottawa Kızılderililerinin lideri Pontiac 1769 yılında suikasta kurban gitmiştir. Bu siyasi suikast ayrıca Kızılderili’leri de iç savaşa sürükler (Blashfield, 1993:33). Ayrıca bireysel silahlanmayla paralel yürüyen katliamlarda da artış sürmektedir. Örneğin California’da 2011 Ekim başında bir berber salonuna giren katil en az 8 kişiyi birden öldürebilmektedir.

(http://www.msnbc.msn.com/id/44880955/ns/us_newscrime_and_courts/?GT1=43001).

Ulusal güvenlik sadece yasadışı yöntemleri de içeren bir dizi eylemle değil aynı zamanda idealizme varan bir ideoloji ile de sağlanmak istenmektedir. Carter’ın da belirttiği “insan haklarına dayalı yeni idealizm” sadece Vietnam savaşına popüler ve kongre tarafından verilen devrimci bir cevap değil, aynı zamanda ulusal güvenlik ihtiyaçlarının ideolojik bir karşılığıdır (Peck, 2010:45).

John Dower’da (Peck 2010) ABD’de insan hakları uygulamasının nasıl bir zıtlıkla karşılaştığını, üzerinde şerefli ve bencillikten uzak bir vizyon olarak uzlaşılan insan hakları kavramının, manipüle edilerek ulusal devlet güvenliği amaçlarına ve derin ekonomik, siyasi ve askeri hastalıklardan dikkatleri saptırmaya kullanıldığını belirterek göstermek istemektedir. Güvenlik ve idealizm yayılmacılığı söz konusu olduğunda insan hakları örgütleri silinmektedir. Zira ABD’de insan hakları örgütleri, büyük ölçüde barış hareketleri ve silahsızlanmaya yönelik çabalar, nükleer silahlanmanın yasaklanması gibi konulardan ayrı gelişmekte ve savaş ve saldırı konularında taraf tutmaktan kaçınmaktadır (Peck, 2010:4).

Noam Chomsky (Peck 2010) Amerikan gizli tarihinin bir defa daha ABD güvenlik endişesi ile insan hakları tutum gelişimi arasında yakın bir bağ olduğunu gösterdiğini ileri sürmektedir. Sık sık iddia edildiği gibi şiddet eğilimi ve belirgin tehdit varlığı bireysel güçlerin egemene doğru kaymasını gerektirmektedir (Machowski, 2009). Devlet Bakanı Alexander Haig’in tavsiyesi ile “terörizm insan haklarının son ihlal edildiği nokta” olduğundan, Amerikan politikalarının merkezini “anti-terörizm” almalı ve “demokratikleştirme” “istenmeyen”, “kötü”, ve “atılması gereken” insan hakları kavramının yerini almalıydı (Peck, 2010:85). Sonuç olarak ABD’de otorite sahibi kişiler bizim haklarımızı başka nedenlerle, örneğin ‘ulusal güvenlik’ nedeniyle görmezden gelebilmeyi seçebilmekte, savaş zamanı istikrarsızlığında, bireysel haklar, hükümetlerce ikincil olarak algılanabilmektedir (Lucas, 1996:11). Carter’a göre de (2005/Langwith 2008/202) Amerikan politikacıları tarihsel kazanımlarıyla onur duymak yerine, terörle savaşma bahanesiyle onları ihlal etmeyi tercih etmişlerdir. Ancak birçok insan hakları lideri ABD’nin elbette CIA kışkırtması, “hata” ve “dar görüşlü hesaplamalar” nedeniyle Guantanamo’da olduğu gibi çok kötü ihlaller yaptığını ancak bunun Washington’un uzun dönemli kredisini tüketmemesi gerektiğini, Washington’un erdemli yolu bulacağını belirtmektedir (Peck 2010:2). Şimdiye kadar “idealizm” ve “ulusal güvenlik” ilişkisine yeterli dikkat verilemediği için, gerçek insan hakları tarihi ortaya konamamaktadır (Peck, 2010:3). Smith (2009:64-6) son dönemlerde en yaygın tişörtlerden birinin ‘Homeland in Security’ olduğunu belirtir. Eski bir söz bize yol gösterebilir “insan hakları üzerinde yeniden düşünmek acildir” (Peck, 2010:9). Yıllar önce senatör J. William Fulbright’ın da dediği gibi “insan haklarının özündeki yüksek engelleri kaldırmak”, “kibirli Amerikan gücü” ne karşı artan Amerikan korkusundan kurtulmanın yolu haline gelmiştir (Peck, 2010:45). Ayrıca eğer Washington’un suç eylemleri karşılık bulamazsa, insan hakları (tüm dünyada) zayıflayacaktır (Peck, 2010:281).

Bugün ABD de özellikle güvenliğin öncelenmesinden kaynaklanan iki büyük sorun bulunmaktadır: Artan maliyetlerin getirdiği ekonomik kriz ve özellikle insan hakları alanında olumsuz etkisini hissettiren özgürlük yoksunluğunun sebep olduğu kredi yoksunluğu. Bu durum çok az sayıda akademisyen yanında İran ve Çin gibi ülkelerden gelen eleştiriler nedeniyle yeterince ortaya konamamaktadır. Zira her iki ülkenin de insan hakları sicili yeterince şüphelidir. Daha demokratik ülke eleştirilerine ihtiyaç vardır.

Kuşkusuz terörizm kimsenin arkasında duramayacağı muazzam bir propaganda aracıdır (Peck, 2010:230). G.W. Bush yönetimi, insan hakları ve demokrasi amacı fitilini ateşleyecek, anti komünizmden beri çözümü en zor inanç savaşını getiren “terörle savaş” rejimine çevirdi (Peck, 2010:230). Bush bu durumu (yine eskiler gibi) “Dünyada özgürlüğü yeniden yapılandıracak tarihin kendilerine verdiği eşsiz bir imkân” olarak yorumlamakta ve “standart ulusal güvenlik retoriği” tablosu çizmekteydi (Peck, 2010:230). Nihayetinde taktikler şerefli olmasa da, asıl amaç onurlu olarak görülmektedir (Peck, 2010:231). Ancak tüm gerçekleri masanın üzerine koyacak bir siyasi iradenin “herkes için özgürlük ve adalet” başarısı gerekliliği (Berry 2009:339) masanın üzerinde bir gerçeklik olarak durmaktadır.

Bu araştırtmadan elde edilen veriler ve değerlendirme:

Bugün dünyada hükümetlerin baş etmesi gereken güvenliği sağlamak ve hak ve özgürlükleri korumak gibi iki büyük sorunu vardır (theguardian.com, Monday 26 June 2006). Aslında güvenlik ve özgürlük birbirini güçlendirmesi gereken iki kavramdır (Harman, 2013). Zira “insanı yaşatmadan devleti yaşatmanın” sürdürülebilirliği bulunmamaktadır. Farrell ve Newman 2019:1) da özgürlük ve güvenlik ilişkisini, karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi olarak yorumlamaktadır.

Dünyadaki bütün milletlerden insanları bünyesinde eriterek barındırmak isteyen (‘melting pot’ metaforu) ABD’nin İngiliz hukuku ve İngilizceyle bir Amerikan milleti oluşturma ve O’nu koruma çabaları, ironik bir biçimde toplumsal dinamikleri doğrultusunda iki toplumlu bir ülke oluşturmuştur. Bu ikircikli yaklaşım, evrensel olarak kabul edilen insan hakların da dahi, vatandaşlara “lütfedilen medeni haklar” ve “diğerleri için de sınırlı haklar-insan hakları” ayrımı biçiminde, dünyadaki eğilime zıt bir sistem gelişmesine neden olmuştur.

Kızılderili (soy) kırımı, zenci köleliği ve ayrımcılığı (segregation) ile kurulan ve soğuk savaştaki doğu bloku ardından bugün 11 Eylül ile öteki hasmını değiştiren ABD, Ortaçağ Papalık fetvası ile beyaz üstünlüğüne dayalı gelişen “keşif doktrini” ve misyonerlikle zirveye ulaşan “kaderin hükmü doktrini” ile Batı değerlerini yine üstünlük üzerinden yürüten bir ülkedir. Herkes eşit doğmuştur yazan Bağımsızlık Beyannamesini hazırlayan Jefferson köle sahibi bir Başkan, liberal özgürlüklerinin dayandığı felsefeci Locke ise köleler üzerindeki mülkiyet yasası teklifinin sahibidir. Anayasa ve Yüksek Mahkeme ile sağlanan haklar ilk başta White English Freeman (WASP) ile sınırlıyken zaman içinde Katolikler ve Yahudilere de yayılmıştır. Yahudi-Hristiyan kulübü iddiasıyla yöneten sınıfı ortaya konan ABD’de bu hakların Asyalılara, Hispaniklere, Zencilere ve Kızılderililere yayılması yıllar ve hatta yüzyıllar almaktadır.

ABD için güvenlik kaygısı o kadar önemlidir ki, öncüsü olduğu BM sözleşmelerinin yarısını imzalamamış ve imzaladıklarına da bir çok şerh (çekince) koymuştur. Hatta güvenlik kaygısı arttığında atılmış imzalarını dahi geri çekebilmiştir.Çatışma düşmanı” (Enemy combatant) adlandırmasına gidilerek savaş esirlerine tanınan haklar bile 1949 Sözleşmesi (Genova Conventions) böyle bir statüye yer vermedi gerekçesi ile rahatlıkla diğer insanlardan esirgenebilmiştir. Bunun nedeni, en iyi saptadığını iddia ettiği bireysel hak ve özgürlüklerin güvenlik kaygısıyla ihlal edilmesidir. Güvenlik ve bütünlük kaygısı sadece evrensel insan hakları ve özgürlüklerin altını oymakla kalmamakta, ABD’nin güvenliğini derinden sarsan kredi yoksunluğuna ve toplumu sarsan artan maliyetlerle gelen ekonomik krizlere de neden olmaktadır. Bu nedenle birçok ABD’li gibi Harman da (2013) güvenlik kaygısıyla yapılan eylem ve işlemlerin daha saydam olması ve gözetime tabi tutulması gerektiği kanısındadır.

ABD’nin sınır ötesi insani müdahaleleri Irak ve Afganistan için tam bir felaket tablosudur. Yine Libya için belirlenen yöntemin Suriye için benimsenmemesi kuşkulara neden olmaktadır. Ancak ABD Kosova’da tam, Bosna’da yarım soykırımı önleme başarısı göstermiş ve en temel hak olan yaşam hakkını buralarda belli ölçüde korumuştur. ABD insan haklarını ihlal eden sivil haklar-insan hakları, beyaz ve öteki, petrolü olan ve olmayan ülke gibi ayrımlardan kurtulabildiği ölçüde evrensel insan haklarının öncüsü olabilecektir. Dünya çapında güç dünya çapında hesap verilebilirlikle meşruiyet kazanır. Bunun için ise elit bir kesime sağlanan hakların koruyucusu olan denge ve fren sisteminin ortadan genişlemesi ve özgürlüklerin herkese dağıtılması çok iyi bir başlangıç olacağı değerlendirilmektedir.

Hikmet (wisdom), zeka (intelligence), yaratıcılık (creativity), sentez (synthesized) gibi dört bileşenin (Sternberg, 2005) tamamına sahip olmayan liderler tarafından yönetilen ülkeler, insanı yaşatmayı bilmediklerinden devleti de yaşatamazlar. Unutulmamalıdır ki, güvenlik için özgürlüklerden vaz geçmek büyük hükümetlerin favori (kötü) argümanıdır (Napolitano, 2013). ABD’li Benjamin Franklin tarafından da belirtildiği gibi, geçici güvenlik için temel özgürlüklerden vaz geçenler ne özgürlüğü ne de güvenliği hak ederler.  Biden dönemi için müthiş bir fırsat var önünde…

Eğer özgürlük ve güvenlik için son bir söz söylenecekse, özgürlüğü herkese tanıyın: İçinizdeki zayıflara ve dışınızdaki milletlere… Zira, küresel Dünyamızda  Covid örneğinde görüldüğü gibi ceza herkese kesilmektedir.  

Link dışı kaynaklar:

  • Farrell, Henry and Newman,  Abraham  (2019),  Of Privacy and Power: The Transatlantic Struggle over Freedom and Security, New jersey:  Princeton University Press.
  • Sanchez, S.I. (Sara Iglesias) and Pascual, M.G. (Maribel González) ( 2021), Fundamental Rights in the EU Area of Freedom, Security and Justice, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Cimen, James (2015) Social Issues in America: An Encyclopedia, London and new York: Routledge.
Doç. Dr. Selahattin ATEŞ
Doç. Dr. Selahattin ATEŞ
Tüm Makaleler

  • 11.02.2022
  • Süre : 11 dk
  • 2169 kez okundu

Google Ads