Site İçi Arama

siyaset

Atatürk'le Kalın, Yanılmazsınız

Dünkü yazımda bahsettiğim dört düşünce akımı, yani Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık Atatürk'ün gençliğinde etkisinde kaldığı düşünce akımlarıydı. Onun bu akımların her birinden sentezleyerek Osmanlı'nın külleri arasından Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni ayağa kaldıracak bir sentez düşünce akımı ürettiğini söylemiştim hatırlarsanız. Evet, kısaca Atatürkçülük diyoruz adına bu akımın.

Dünkü yazımda Genç Mustafa Kemal'in Osmanlı'nın son zamanlarındaki düşünce akımlarından kendince yaptığı sentez sonucu Cumhuriyet kavramında çok önceleri karar kıldığından bahsetmiştim.

Evet, gelin bugün Atatürk'ü biraz daha anlamaya çalışalım. 

Onun bir deha olduğuna şüphe yok, sadece ben böyle düşünmüyorum, sadece Türk insanı da değil, dünyada onun yapabildiklerini bugün bile takdir eden birçok seveni var.

Ama onun bir deha oluşu yanında bir de üstün öngörüşü olması bir başka özelliği. 

Gençliğe hitabesi adeta içinde bulunduğumuz şu günleri anlatır.

"İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur."

Evet, bugün de cumhuriyetten memnun olmayanlar var hâlâ. Hatta hıyanet içinde olanlar da var. Şundan kaç sene önce devleti ele geçirmek isteyenleri, meclisi bombalayanları da gördük hep birlikte. Yani hıyanet içinde olanlar oldu!

İnsanların farklı fikirler içinde olmaları aslında gayet normal bir durum. Ama fikirlerden aykırı olanlar fikir aşamasında kalmayıp da eyleme dönüşünce işte o zaman hıyanet içerisinde diyoruz. 

Bu aykırı fikirlere sahip birinin, üstelik devlet kademelerinde zamanında önemli makamlarda da görev yapan birinin, daha birkaç gün önce kendini bilmez bir şekilde bugünkü Türkçe ile düşünmek mümkün değil dediğine şahit olduk. Konuşmasında tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır diye serzenişte bulunuyordu. Cumhuriyet, bizim bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir diye cumhuriyet karşıtı beyanatta bile bulundu.

Ben kendi adıma hiç de hayrete düşmedim. Hatta bu sözleri sakin bir şekilde fikir özgürlüğü çerçevesinde karşıladım bile diyebilirim. 

Ama duyduğumda işte yine Atatürk'ün gençliğe hitabesi aklıma geldi. Bana olur bazen, bir şeyler okurum, bir şeyler izlerim, aklıma gelir Atatürk'ün gençliğe hitabesi. 

İşte bu sözleri duyduğumda Atatürk'ün ne kadar öngörülü olduğuna bir kez daha hayran kaldım.

Yani bugünün Türkiye'sinde bile halen daha Atatürk'ü anlamayan, anlamak istemeyen ve yaptıklarına itiraz edenler var maalesef. Kimileri bambaşka hayaller içerisindeler.

Dünkü yazımda bahsettiğim dört düşünce akımı, yani Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık Atatürk'ün gençliğinde etkisinde kaldığı düşünce akımlarıydı. 

Onun bu akımların her birinden sentezleyerek Osmanlı'nın külleri arasından Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni ayağa kaldıracak bir sentez düşünce akımı ürettiğini söylemiştim hatırlarsanız. 

Evet, kısaca Atatürkçülük diyoruz adına bu akımın. 

Ama onun ebediyete erken göçü ile geride kalanlar maalesef onu yeterince iyi anlamadıklarını kendileri başa geçtiklerinde ispat ettiler. Bence onun Türkiye için kurduğu hayalleri maalesef bu yüzden devam ettiremediler. Ya da onun kadar cesur olamadılar. 

Türkiye bugünün bilgiye ulaşımın bu kadar kolay olduğu dijital dünyasında bile onun istediği şekilde çağdaş medeniyetler seviyesine henüz çıkabilmiş değil. 

Ondan sonra gelenlerin hiçbirinin dünya görüşleri onun bu hayalini gerçekleştirebilmek için maalesef yeterli değildi. 

Şartlar değişmişti diyerek bir mazeret ortaya koymak da mümkün değil, çünkü onun içinde bulunduğu şartlar bence en kötüsüydü.

En yakınındakiler bile yeni kurulmuş modern Türkiye'de yaşıyor olmalarına rağmen hiçbiri Atatürk'ün aklındaki o düşünce sentezini özümseyememişti. Hemen hepsi halen daha o dört akımdan herhangi biri etkisindeydiler. 

Onu anladığını iddia edenler ise muhtemelen yanlış anlamışlardı, dolayısıyla da onca hata yaptılar.

Bugün de durum çok farklı değil aslında. Halen daha o dört akımın etkisinde olanlar farklı farklı kutuplarda toplaşmış durumdalar. 

Hadi dört demeyeyim, çünkü bugün artık Osmanlıcılık akımı etkisinde olan kalmadı diyebilirim.

Osmanlıcı olanlar şu anda kaldıysa bile çok azdır diye düşünüyorum. İmparatorluk hayalleri kuranlar vardır mutlaka, ama bu hayalde olanlar daha çok İslamcılık akımı etkisinde olanlar günümüzde. İslamcılık akımının adı da değişerek bugün Siyasal İslam görüşü diye adlandırılıyor. Aslında prensipte bu görüş epey uzun bir süredir ülkeyi yöneten akım durumunda. 

Ancak bu arada bir konuya daha dikkat çekmek isterim. 

İslamcılık akımı Osmanlı zamanında devleti kurtarma amacı güderken, bugünkü Siyasal İslam görüşü Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkarak yerine İslam esaslarında yeni bir devlet kurma hayalleri içerisinde. 

Tabii Siyasal İslam'ın her bu görüşteki temsilcisi devleti yıkma hayalleri içerisinde dersek yanılmış oluruz sanırım. 

Büyük bir kesim aslında ılımlı İslami görüşe sahip. Dindar dediğimiz kesim bu bahsettiğim. Dindar görüşte olanlar sadece mevcut devletin yapmış olduğu hatalardan şikayetçiler. Kazanımlar diye bahsedilenler de dindar kesimin bugünkü iktidar ile elde ettiği dindar yaşam özgürlüğü.

Siyasal İslamcılar ise devleti yıkmak gerekmese bile en azından dönüştürülmesi gerektiği görüşündeler. Aşırı dinciler ise direk devletin yıkılarak şeriat düzeni kurulmasını isteyenler. 

İşte bu Siyasi İslam görüşünün etkisidir "Cumhuriyet, bizim bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir" dedirten. 

Bu görüşe göre Cumhuriyet onların hayallerinin gerçekleştirilmesindeki bir engeldir. O yüzden bir zamanlar her devlet kurumundan T.C. ibaresi kaldırılmıştı. Halen daha kaldırılanların tümü yerine konmadı. O yüzden Atatürk ismini söylemek istemezler, çünkü hayallerindeki İslami Türkiye'yi kurabilmek için önlerindeki en büyük engeldir Atatürk ve Atatürkçü düşünce.

Ama itiraf etmeliyim ki, bunca yıl iktidarda olmanın avantajlarını da kullanarak artık istedikleri devlet dönüşümünün aşamalarında fazlasıyla ilerlediler. Hem de artık bu dönüşümü eskisi gibi gizli kapaklı değil, alenen yapıyorlar.

Biraz da Türkçülük akımının bugünkü uzantılarına değineyim isterseniz. 

Bugünün Türkçülük akımı etkisinde olanları ise milliyetçilik derken Osmanlı dönemindeki gibi etnik milliyetçiliği öne çıkaran bir bakış açısına sahipler.

Bu yüzden de bugün vatandaşlarımız arasındaki farklı etnik köklere sahip olanlara da yaklaşımları etnik boyutta olmakta. 

Karşılığı ise etki tepki misali, farklı etnik köklerden gelen vatandaşlar da kendilerini dışlanmış hissetmeleri sebebiyle onlar da etnik milliyetçilik duygularının yükselmesi olarak tepki veriyorlar. Hatta bu yükselme o kadar yüksek seviyelere ulaşmış durumda ki, aralarında ayrılıkçı olarak tanımlayabileceğimiz, ülkeyi yıllardır bir terör sarmalına sürüklemiş olanlar da mevcut. Ama bu kadar insan ısrarla belli bir partiye oy veriyorsa, bunun sosyoloji boyutunu da incelemekte fayda var. Demek ki o partiyi kendilerini temsil ediyor diye kabul ediyorlar.

Ben kendim de kendimi bir milliyetçi olarak tanımlarım. Ancak benim milliyetçi duygularım kesinlikle etnik boyutta değildir. Biraz da uzun yıllar buralarda yaşamanın etkisi var diyebilirim. Burada ne yöne dönsen farklı etnik kökten birilerini görürsün. 

Ama benimkisi Atatürk'ün gösterdiği milliyetçilik esaslarındadır desem kendimi daha doğru tarif etmiş olurum. Din ve etnik kaygılardan arındırılmış bir milliyetçilik yani. 

Aidiyeti ne olursa olsun, kökeni hangi etnik kökenden olursa olsun, benim için birinin bu vatan ve bayrak sevdalısı olması yeterlidir. 

Bu dediğime hem kardeş Türk devletlerde yaşayan soydaşlarımız, hem de bizimle birlik olmak isteyen diğer etnik kökenli kardeşlerimizin hepsi dahildir. 

Türkiye Cumhuriyeti'nin kardeş Türk devletlerle birlik olarak daha güçlü olabileceğinin bilincinde olduğum için, yazılarımda bu birlik uğruna daha yapacak çok şey olduğunu sürekli hatırlatırım. Ama bu dediğim öyle Turancılık hayalleri gibi değil, daha çok güç birliği ve kültür kaynaşması anlamında. Bu yüzden de dilimizin de yabancı sözcüklerden arındırılmış arı bir Türkçe olması üzerine hassasiyetimi çeşitli yazılarımda beyan etmekten de geri durmam. Çünkü ben bir Türküm ve Türk dilinin dünyanın çok köklü bir dili olduğunu biliyorum. Okullarımızda niye eski Göktürk alfabesi öğretilmez hiç anlamam mesela. Halbuki çok basit bir alfabedir. 

Neyse, gelelim Batıcılık akımına. 

Günümüz Türkiye'sinde Batıcılık akımı etkisinde olanlar da az değil aslında. 

Ancak yine bu akım da diğer akımlarda olduğu gibi etkisi altında olanların bir kısmı tarafından yanlış değerlendirilerek, tamamen batıya entegre olmak şeklinde değerlendirilmekte. 

Bu kesimdekilerin bir kısmı için Batıcılık düşüncesi seküler bir yaşam tarzı ve batı hayranlığı boyutuna evrilmiştir. 

Ülkedeki bu yaşam tarzını benimsemiş olanlara yükselen tepki de bundan kaynaklanmaktadır. Batıcılık derken aynı zamanda bir kültür erozyonuna da uğramış durumda bu kesim.

Halbuki Batıcılık kendi kültüründen taviz vermeden modern dünyaya uyum sağlamayı ve batının bize uygun iyi taraflarını kabul ederek çağdaş devletlerin refah seviyesinde bir yaşam standardı elde etmeyi amaçlamaktadır.

Tabii her üç akım içerisinde de ılımlı diyebileceğimiz bir kesim vardır ki, aslında bu ılımlı kesimleri orana vurursak toplumun büyük çoğunluğu da bu ılımlılardır diyebilirim.

Batıcılık akımı etkisinde olup, aynı zamanda ılımlı olanlar bugün kendilerini Atatürk'ün gösterdiği yolda ilerliyor olarak tanımlıyorlar ve özellikle Siyasal İslamcı görüşte olanlara karşı asıl tepki de bu kısmın tepkisi olarak ortaya çıkıyor.

Atatürk sevgisi aslında bu üç ana akımın tümünde ılımlı diye tabir edebileceğimiz vatandaşlar için ne yapılırsa yapılsın yok edilemeyecek bir sevgi. 

Hepsi farklı açılardan dünya görüşüne sahip olsalar da, konu Atatürk ve vatan sevgisi olduğu zaman yapılan bunca kara propagandaya rağmen sımsıkı kenetlenerek bu milletin bu değerlerinin yok edilemeyeceğini her zaman niyeti Atatürk'ü unutturmak, hafızalardan silmek olanlara göstermişlerdir.

Ama yine de toplum bir kutuplaşma içerisinde nedense. 

Bunun bence sebebi, Atatürk'ün ortaya koyduğu o düşünce akımının maalesef toplum tarafından benimsenememiş olmasıdır.

Tamam, toplum benimsememiş, ama en azından anlayabilmiş mi?

Bence bu sorunu cevabı hayır! 

Sonuçta halen daha kutuplaşma devam ettiğine göre en azından belli bir kesim Atatürk'ün o birlik olma hayalini halen daha anlayabilmiş değil. 

Belki de yeterince iyi anlatılmamış bu düşünce akımı.

Bunda büyük önderin ebediyete göçü sonrasında, hiçbirini ayırmıyorum, başa geçen her iktidarın, hatta zaman zaman darbe yoluyla iktidara el koyan askeri kadroların da yapmış oldukları yanlışlıkların payı çok büyüktür.

Ama tek sebep bu değildir.

Atatürk'e zamanında bir kurtarıcı olduğu için minnet duyulsa da, saygıda kusur edilmese de, bence onun görüşlerini özümsemiş, ne yapmak istediğini iyi anlamış hiç kimse yok maalesef.

Her milli bayram günlerinde o coşkulu duygular kabarsa da, ardından yine herkes hangi akım etkisindeyse o dünya görüşüyle yaşamına devam ediyor. Yani yine karşı kutuptakilere bir nefret içinde, aynı bir taraftar mantığıyla hareket etmeyi tercih ediyor.

Sonuç? Kimileri için ülke bu hale gelmiş olsa da fark etmiyor, bunlar reis de reis diyorlar. Kimileri için bozkurt işareti ve Türkçülük öne çıkıyor, kimileri için ise onca terörle ilişkisini kesmediği konusunda tenkite rağmen, yine de malum parti görüşleri makbul oluyor. Kimileri ise halen daha sağ veya sol siyaset derdindeler. Kısaca toplumdaki ayrışma had safhada. 

Atatürk'ün gerçek düşüncelerini takip eden ise maalesef yok! Herkes biraz biraz işine gelen tarafından tutunmuş durumda Atatürk'e.

Hadi kendisinin sağcı ya da solcu olduğunu iddia edenlere sorayım. 

Atatürk sizce sağcı mıydı, yoksa solcu muydu? Bilen var mı? 

Ya da diğer akımların taraftarlarına da sorabilirim, İslamcı mıydı, ya da Türkçü müydü?

Çok bekletmeyeyim, cevabı ben söyleyeyim, Atatürk hiçbiri değildi. Atatürk ilimciydi. 

"Benim manevi mirasım ilim ve akıldır." demiş

"Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar." demiş.

"Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ulus kişisinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için kayıt ve şart yoktur." demiş 

O yüzden onun mirasçısı olduğunu iddia edenlerin takip etmesi gereken tek yol ilim ve fen yoludur. 

Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız demiş, ama bence eksik demiş. Bilim ve feni biz üreteceğiz demesini unutmuş muhtemelen. 

Eğer çağdaş medeniyetler seviyesinde bir gelecek istiyorsak, bırakalım aramızdaki çekişmeyi de, birlik olup gelecek nesillerimize huzur ve refah içinde yaşayabilecekleri bir ülke bırakmak için aklımızın yettiği kadarıyla ilim ve fen yolunda çalışmaya başlayalım.

İlim ve fen üretelim, gerisi hikâye.

Ne kadar tenkit etsem de, devlet zoruyla bir elektrikli aracımız olacak galiba. Öncelikle hayırlı olsun diyeyim. Ama yine de konusu gelmişken bataryasının hızlı dolacağını söylüyorlar, ama hızlı dedikleri yarım saat gibi. Yani benzin koyar gibi beş dakikalık bir iş değil. 

Yine de ileride geliştirilecektir muhtemelen. 

Bana düşmez biliyorum, ama hatırlatayım istedim. Dünya hidrojen üzerine ilerliyor, aracın deposu normal benzin gibi, gazlı araçlar gibi beş dakikada doluyor. Bu araçlarda da elektrikli motor takılı aslında, tek farkı hidrojen kullanarak elektrik üreten ve bataryasını sürekli dolduran bir sistem yapılmış olduğu için, öncelikle o kadar ağır batarya ihtiyacı olmuyor, yani aracın onca ağır batarya için harcadığı güçten tasarruf, bir yandan da egzozdan çıkan gaz su buharı. Yani çevreci bir araç.

Hidrojen üretmek ise o kadar zor değil, her tarafımız denizlerle kaplı ve Türkiye de yeterince sıcak bir memleket. Güneş kullanılarak enerjisi hidrojen olarak depolanabiliyor. Yani enerji de bedava. Her yere kalın elektrik hatları altyapısı yapmaktansa, mevcut benzinliklerin hidrojen yakıtı da verebilmesini sağlamak çok daha kolay. Yani çok fazla avantajı var hidrojenle çalışan araçların.

Yine kendimi tutamadım bakın, ama ne yapayım, Atatürk demiş bilim ve fen neredeyse oradan alın diye. Bana onu dinlemek düşer.

Atatürk'le kalın, yanılmazsınız.!

Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla.

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 30.10.2022
  • Süre : 6 dk
  • 1510 kez okundu

Google Ads