Fransız Yarı-başkanlık Modeli ve Millet İttifakı
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, üzerine basa basa vurguladığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi”, Fransa’daki “Yarı-başkanlık Modeli”nin birebir izotopu adeta. Aynen izotop gibi, önerilen model neredeyse aynı kimyasal özelliklere sahip, özgül ağırlıkları biraz farklıca.
Millet İttifakı, Yarı-Başkanlık Modeli Öneriyor:
Seçimlere bir yıl kala kaderin bir cilvesi midir, nedir bilinmez, ama Fransa’da 19 Haziran 2022 tarihinde yapılan seçimler sonrası “topal ördek” (lame duck) durumuna düşen Emmanuel Macron yönetiminin seçim öncesi Türkiye’ye ve özellikle de Türk seçmenine çok önemli mesajlar verebileceği aşikâr, sevgili okurlar. Macron’un birinci dönemi iyiydi, partisi de mecliste çoğunluktaydı. Şimdi ise azınlıkta kaldı. Aziz Nesin’in ifadesiyle söyleyelim, “Du bakali n’olecak?” Neden böyle söylüyorum? Çünkü henüz Cumhurbaşkanı adayını belirleyememiş ‘Millet İttifakı’nın gösterişle, büyük bir tantanayla, ala-yı vala ile sanki dünyada hiç denenmemiş yepyeni bir şeymiş gibi ortaya koymaya çalıştığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi”nin ‘Günümüz Fransa’sında uygulanıyor olması. Yani? Yanisi şu: İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, üzerine basa basa vurguladığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi”, Fransa’daki “Yarı-başkanlık Modeli”nin birebir izotopu adeta. Aynen izotop gibi, önerilen model neredeyse aynı kimyasal özelliklere sahip, özgül ağırlıkları biraz farklıca.
Yarı-Başkanlık Modeli Nedir?
İlk örnekleri olarak kabul edilen Finlandiya ve Weimar Cumhuriyeti’nden sonra uzun bir süre fazla yaygınlaşamayan “Yarı-başkanlık Modeli”, 1990’ların başlarındaki üçüncü demokratikleşme dalgasıyla birlikte özellikle demokrasiye yeni geçen ülkelerin çoğunun tercihi olduğunu da söylenebilir. Bu dönemde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan ülkelerin pek çoğu, Fransızca konuşan (Frankofon) Afrika ülkelerin bir kısmı ile Portekizce konuşan bazı ülkeler yarı-başkanlık modelini benimsemişlerdir. Ancak bütün bunların yanında, Fransa önemlidir, çünkü Türkiye’deki demokrasi deneyimi Fransa’ya göre şekillenmiştir. Günümüzde “Beşinci Cumhuriyet Deneyimi’ni sürdüren 1789 Fransız İhtilalinden bu yana “iki yüz otuz üç” yıllık demokrasi tecrübesi “Çağdaş Türk Demokrasisi” son derece önemli olduğunu söyleyebilirim. Konunun bir başka ayırıcı özelliği ise Fransa’nın çatışmacı parlamentarizmden melez bir çözüme, yani yarı başkanlık sistemine evirilmiş olduğu için. (1)
İki ay önce yeniden Fransa Cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron'un Partisi Ensemble (Birlik), 19 Haziran 2022 Pazar günü yapılan genel seçimlerde, Ulusal Meclis'te çoğunluğu yitirdi de ondan. 577 sandalyeli Ulusal Meclis'te çoğunluk için 289 sandalye gerekiyordu. Sandık çıkış anketlerine göre Macron'un partisinin milletvekili sayısı 245'te kalmıştır. Diğer bir deyişle iki başlı yönetimin diğer ayağı olan Meclis’te iktidar için gerekli olan 289 sandalye sayısının 44 milletvekiline olan ihtiyaç olarak belirmiştir. Bu nedenle ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetmeye alışkın Küçük Napolyon olarak anılan Macron’un yeni dönemde, hayata geçirmek isteyeceği reformlarda zorluklarla karşılaşabileceği değerlendirilmektedir.
Jean-Luc Melenchon'un liderliğindeki ‘Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi'nin yanı sıra Sosyalist Parti, Komünist Parti ve Yeşiller Partisi'nin oluşturduğu NUPES (Yeni Ekolojik ve Sosyal Halk Birliği) ittifakı seçimde 133 milletvekiliyle ikinci olurken, aşırı sağcı Marine Le Pen'in partisi Ulusal Birlik ise 89 milletvekiliyle üçüncü sırada yer almıştır. Pek de koalisyonlara alışık olmayan kalıcı reformlara girişmesi beklenilen Macron’un ikinci döneminin başlangıcından itibaren koalisyonlara mecbur kalabileceği, koalisyon hükümetlerinin kuruluşunda ise sağ ve merkez sağa olan ihtiyacının her şeyden fazla olabileceği düşünülmektedir. Merkez sağdaki Cumhuriyetçiler Partisi (LR), Bağımsızlar ve Demokratlar Birliği (UDI) dahil çeşitli sağ partiler 64 milletvekili çıkarmışlardır. (2)
Türkiye’nin 233 Yıllık Demokrasi Serüveni:
Osmanlıdan tevarüs eden kuramlar, kurallar ve kurumlar da dahil olmak üzere Türkiye’nin 233 yıldır devam eden çileli bir yoldaki demokrasi serüveni devam etmektedir. Türk demokratikleşme serüveni içerisinde lokomotif konumundaki Türk aydını her şeyden önce kurumsallaşma ile birlikte büyük ölçüde anayasa değiştirmeye kafasını takmış olduğu görülmektedir. Evrimsel bir çizgi olarak mutlakıyetten meşrutiyete, meşrutiyetten cumhuriyete evrilirken hükümet sistemleri değişiklikleri de ikinci derecede ele alınmıştır. Unutmamak gerekir ki, Millî Mücadele’den Cumhuriyet'e uzanan surecin kırılma noktasını, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Ankara’da kurulması olmuştur. Gerçekten de geçiş dönemi olarak nitelendirilen bu dönemi siyaset bilimci Mahmut Goloğlu, devlet kurumlarının başkent İstanbul’da olduğu; Meclis-i Mebusan’ın İşgal Kuvvetleri Komutanlığı tarafından feshedilmesinden sonra, Ankara’da kurulan kuvvetler birliğini temsilen TBMM hükümetini “Üçüncü Meşrutiyet” olarak nitelemiştir. Önemle ifade etmek gerekir ki, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin yarattığı ivme, yurt çapında Kuva-yı Milliye hareketine dönüşme sureci bir başka ifadeyle Büyük Millet Meclisi'nin ilk yılı gerçekten de “Üçüncü Meşrutiyet” olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte gerek Cumhuriyetin ilanından sonra günümüze kadar olan süreçte anayasa değişiklikleriyle birlikte “hükümet sistemleri”nin değişiklikleri da tartışmanın odağına oturmuştur.
Bu cümleden olmak üzere, “hükümet tartışmaları” değişikliği de esas olarak 1982 Anayasası’nın hazırlık dönemlerinde başlamış, müteakip yıllarda da farklı vesilelerle zaman zaman gündeme getirilmiştir. Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesinin gerekli olup olmadığı ekseninde gerçekleşen tartışmalar son yasama döneminde bir üst seviyeye çıkmış hem siyaset alanında hem akademik çevrede artarak devam etmiştir. 2002 yılında yapılan bir sınıflandırmaya göre, toplam 190 ülkeden %45’i parlamenter, %33’ü başkanlık ve %22’si karma rejimlere sahip bulunmaktadır. Temel özelliği iki başlı yürütme yapısı olan yarı-başkanlık sistemi, başkanlık sistemi ve parlamenter sisteme ait birtakım özellikleri bünyesinde taşıması nedeniyle her iki sisteme atfedilen kimi avantaj ve dezavantajları da içinde barındırmaktadır.
Yarı-Başkanlık Sistemini Savunanların Görüşü:
Yarı-başkanlık modelini savunanlara göre bu sistemin temel avantajı, yarı-başkanlık modelinin temel özelliği olan iki başlı yürütme yapısının rekabet halindeki güçler arasında bir dereceye kadar iş birliğine ve yetki paylaşımına imkân verebileceği görüşüdür. Bir ülkede iki karşıt grup arasında şiddetli siyasi çatışma var ise, yarı-başkanlık sistemi gücün paylaşılmasına olanak verebileceği düşünülebilir. Bu durum, adından anlaşılacağı üzere bir gücün başkanlığı; diğer gücün ise başbakanlığı elinde tutarak erki paylaşabilmesi durumudur.
Her güç odağının, kurumsal bir pay aldığı bu durumda, güç odaklarının sistemi bir bütün olarak destekleme olasılığı, kazananın her şeyi aldığı başkanlık sistemlerine göre daha fazla olacak şeklinde düşünülebilir. Yarı-başkanlık sistemine atfedilen ikinci avantaj, halk tarafından sabit bir süre için seçilen devlet başkanının, parlamentonun bölünmüş ve hükümetler istikrarsız olsalar bile, sistemin istikrarını ve meşruiyetini devam ettirebilme potansiyeline sahip olmasıdır. Bu çerçevede, yarı başkanlık modeli demokratikleşme sürecine saf parlamentarizme göre daha fazla katkı sunabileceği kıymetlendirilmektedir. Kuşkusuz bu durum uygulamada tam tersi bir durumu da göstermiştir.
Yarı-Başkanlık Modeline Yöneltilen Eleştiriler:
Yarı-başkanlık modeline yönelik dört önemli eleştiri ise Türkiye’nin başına gelebileceği düşünülen ve Türkiye’ye zaman kaybettirebilecek seçenekler olarak değerlendirilmektedir:(3)
1. Bunlardan ilki, başkanlık sistemine yönelik eleştirinin benzeri mahiyettedir. Buna göre, başkanın halk tarafından seçilmesi, siyasi sürecin kişiselleşmesine neden olabilir ve başkanı, kendisini olağan süreçlerin üzerinde görmeye ve hukuk kurallarını hiçe saymaya teşvik edebilir. Öylesine ki, bu sistem aşırı kutuplaşmış, neredeyse bölünmüş federatif yapılarda anayasa yapıcıları parlamenter sistemi önemle tavsiye etmektedir.
2. İkinci eleştiri, yarı-başkanlık sisteminin ortaya çıkardığı iki başlı hükümet yapısıyla ilişkilidir. Devlet başkanı ve başbakan arasındaki çekişme, kaçınılmaz olarak karar almayı geciktirebilecek birçok siyasi manevra ve entrikayla sonuçlanabilecek ve birbirine zıt politikalara neden olabilecektir. İki başlı yürütme yapısını, yürütme ve asker arasındaki ilişki açısından da vesayetin hâkim olacağı sorunlu bir sistemi dikte ettirmektedir. Özellikle aşağıdan yukarı genelkurmay başkanı, savunma bakanı, başbakan ve başkanı içeren hiyerarşik makamların çokluğu nedeniyle asker açısından merkezi öneme sahip hiyerarşik düzen karmaşık bir hale doğru gidebilir. Bu karmaşıklık, demokrasilerde temel konulardan biri olan askerin seçilmiş sivil otoriteye tabi olması hususunda anayasal muğlaklıkları da beraberinde getirebilir. Başka bir deyişle, iki başlı hükümet, askeri, siyasete müdahale etmeye özendirebilir.
3. Üçüncü eleştiri, devlet başkanı ve başbakanın farklı siyasi partilerden olması durumunda ortaya çıkması muhtemel “birlikte yaşama” (kohabitasyon) durumu, yani parçalı yürütme yapısı ile ilgili olma durumudur. Kohabitasyon, yürütme içinde siyasi tıkanıklığa neden olabilir ve bu durum, demokrasisi tam olarak yerleşmemiş sistemlerde demokrasi dışı müdahalelere zemin hazırlayabilir. Yarı-başkanlığı savunanlar bu durumu, yarışan aktörler arasında yetki paylaşımına olanak verdiği için avantaj olarak görürken, eleştirenler bu durumu sistemin zayıf noktası olarak nitelemektedirler.
4. Dördüncü eleştiriyle bütünleşik en büyük tehlike başkanın, başbakanın ve herhangi bir siyasi partinin veya parti koalisyonunun parlamentoda çoğunluğa sahip olmadığı durumlarda karşılaşılabilecek bölünmüş azınlık hükümetinin ortaya koyabileceği ciddi tehlikedir. Bu durum, bir taraftan meclis içinde kaygan/istikrarsız koalisyonların/ittifakların ortaya çıkmasına ve hükümet değişikliklerine neden olurken diğer taraftan başkanın müdahalelerine ve mevcut yetkilerini kullanmasına neden olabilir.
Sonuç:
Başbakanlı-başkanlık (Premier-Presidential) sisteminde, başbakan ve hükümet göreceli olarak meclise karşı sorumlu iken; başkanlı-parlamenter (President-Parliamentarism) sisteminde başbakan ve hükümet hem parlamentoya hem de devlet başkanına karşı kolektif olarak sorumlu olup her ikisi tarafından görevden alınabilmesi durumudur. Bütün bu ikili ayrım, her an ortaya çıkabilecek hercümerç bir durumu da ortaya koymaktadır.
Bütün bunlardan sonra söylenilebilir ki “Millet İttifakı”nın ortaya koymuş olduğu “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi” ya da diğer bir deyişle “Yarı-başkanlık Modeli” istikrarsızlıklar ve hükümet değişiklikleri, cumhurbaşkanına, anayasada öngörülen yetkilerin dışına çıkma anlamında haklılık kazandırabileceği, bu durumun Türkiye’nin demokratikleşme sürecine zarar verebileceği değerlendirilmektedir. Unutulmaması gerekir ki, her şeyden önce III. Dalga, olgunlaşmış çağdaş Türk demokrasisinin güçlendirilmesi içerisinde insan hakları, kuvvetler ayrılığı, düşünce ve inanç özgürlüğü ile genel ve eşit oy ilkelerini barındırmasıdır, sevgili okurlar.
Dipnotlar
(1) Kasım Erdem, “Yarı-Başkanlık Sistemi: Teori, Pratik ve Tartışmalar” TBMM Araştırma Hizmetleri Başkanlığı, Karşılaştırmalı Hükûmet Sistemleri Yarı-Başkanlık Sistemi, TBMM Basımevi –Ankara, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı / Şubat 2017, s.10
(2) Paul Kirby, “Fransa seçimleri: Macron'un partisi Ulusal Meclis'te çoğunluğu kaybetti”, BBC News, 20 Haziran 2022; https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-61860850/Erişim Tarihi 22.06.2022/
(3) Kasım Erdem, age, s.5