Macron’un Stratejik Özerklik İpi, Avrupa’yı Kendi Kazdığı Kuyudan Dışarıya Çıkarabilir mi?
İçerdeki kırılganlığına inat, dışarda, Avrupa özelindeki söylemleriyle, Macron, Avrupa Birliği’nin dış politika ve güvenlik konularında ABD’den ve hatta dünya sorunlarından uzak bir tutum geliştirmesi gerektiğini savunuyor.
Fransız sömürgelerinden gelen insanların Fransa’ya entegrasyonunda sorun yaşayan Macron Hükümeti, sokaklarda ‘hakça yaşam ve paylaşım’ temelli şiddet eylemlerine kadar uzanan gösteriler yapan halkına yeni bir yol haritası sunmak uzak duran bir görüntü verirken, dış siyasette stratejik özerklik arayışlarından taviz vermeyen bir tutum sergiliyor. İçerdeki kırılganlığına inat, dışarda, Avrupa özelindeki söylemleriyle, Macron, Avrupa Birliği’nin dış politika ve güvenlik konularında ABD’den ve hatta dünya sorunlarından uzak bir tutum geliştirmesi gerektiğini savunuyor.
Macron, 2023 yılının Nisan ayında Çin’e yaptığı ziyaretin dönüşünde, Tayvan bağlamında Çin-ABD gerginliğine de değinmişti. Bu konuda, "En kötü şey, biz Avrupalıların Amerika'nın (çıkarlarını koruma) hızına ve Çin'in (milli çıkarlarını korumak için göstereceği) aşırı tepkisi arasında kalması, olaylara dahil olmamız gerektiğini düşünmemiz olur " diyerek, Avrupa'nın stratejik özerkliği için izlediği tutumla uyumlu bir çıkış yapmıştı. Stratejik özerklik çoğunlukla Avrupa Birliği’nin dış politika ve güvenlik konularında ABD’den uzaklaşarak, kendi gündemini oluşturması ve daha geniş bir hareket alanına kavuşması anlamında kullanılıyor. Bu kavram, 2013 yılından beri ortalıkta dolaşıyor ve 2016 yılında Avrupa Birliği Dışişleri Konseyi tarafından “gerekli olduğu zaman ve yerde özerk olarak ve mümkün olan her yerde ortaklarla birlikte hareket etme kapasitesi" olarak tanımlandı. Avrupa’nın küresel siyasette bir aktör olabilmesi için ABD’den özerkleşmesi gerektiğine inananların sayısı bir hayli yüksek. Ama bunun nasıl gerçekleştirileceğini henüz Avrupa kavrayabilmiş değil. Stratejik özerklik bağlamındaki söylemlerde Macron başı çekiyor ama lokomotif henüz Avrupa trenini ABD’den bağımsız bir istikamete taşımaya hazır değil görünüyor.
Son dönemde NATO üyesi ülkelerin savunma harcamalarında Gayri Safi Milli Hasılalarının %2’si ve üzerini çıpalaması bir hedef olarak gösteriliyor. Aslında bu, Avrupalıların Yugoslavya’nın dağılmasında sergiledikleri stratejik zayıflığın bir daha yaşanmaması için Avrupalıları zorlayan bir Amerikan kuvvet yapısı yaklaşımı. NATO kuvvet hedefleri için para gerekiyor. Bunun için de savunma harcamaları yıllık 800 milyar USD olan ABD’nin yanında diğer üyelerin de kendi ekonomilerinin büyüklüğü oranında savunma harcaması yapmasına dayanıyor. 11 Eylül’le birlikte gelen NATO’nun krizlere müdahale için NATO mukabele kuvveti gibi oluşumlar ise ortak havuzda tutulacak hazır kuvvet kültürünü geliştirmeye, krize sadece Amerikan hazır gücüyle değil, NATO’nun ortak gücüyle anında müdahale edilmesini benimsemeyi gerektiriyor. Bu konudaki beklenti ise NATO üyesi AB ülkelerinin savunma harcamalarını artırması, külfet paylaşımında ABD üzerine binen yükün bir kısmını alması. Avrupa’yı bu yönde en fazla zorlayan liderin Trump olduğundan, en azından söylem bazında, kimsenin kuşkusu yok. NATO’nun gerektiğinde parçalanması pahasına, savunma harcamalarını artırmaları için baskı yapan Trump bile Avrupa’nın edilgenliği karşısında pek başarılı olamadı. Buna rağmen, Macron liderliğindeki Avrupa’nın stratejik özerklik söylemlerinde geri adım da atılmadı. Rusya işgaline karşı Ukrayna’yı bile desteklemekte zorlanan Avrupa Birliği, ne denli bir stratejik özerklik arayışında olabilir?
Bu söylemin NATO açısından belki de tek iyi tarafı, Macron’un Avrupalıları savunma harcamalarını arttırmaya teşvik etme yönündeki çağrılarıdır. 2017'deki konuşmasında, "Savunma açısından hedefimiz, NATO'nun tamamlayıcısı olarak Avrupa'nın özerk eylem kapasitesi olmalıdır" çıkışı, her ne kadar ‘NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir!” söylemiyle tezat oluşturuyor olsa da, stratejik özerkliğin tesisi için önemli bir çıkış olarak görülmüştü.
Fransa, geleneksel olarak ABD’den savunma ve güvenlik alanında, kendi savunma sanayisinin geliştirilmesi yönüyle oldukça ayrık bir çizgide ilerlemeyi tercih etti, ediyor. Fransa’da, savunma konularına odaklanmış siyasiler, Charles de Gaulle'ün geleneğinde ABD’ye karşı daha fazla özerklik temelinde stratejik özerklik arayışlarında birleşiyorlar. De Gaulle’e göre, Avrupalılar Amerika'nın müttefiki olarak kalmalı, ancak Amerika’ya bağımlı olmamalıydılar.
Aynı anlayış, günümüzde AB üst yönetiminde de mevcut. Çin-Amerikan gerilimleri bağlamında "çok taraflılığı" öne çıkarılıyor. Stratejik özerklik kavramıyla uyumlu bir ‘jeopolitik’ söylem dili kullanılıyor. Yine de AB içinde tam bir uyum veya ortak anlayış birliğinden bahsetmek şimdiki şartlarda pek olası gözükmüyor.
Stratejik özerkliğin savunucuları, Macron etrafında birleşiyorlar ve Avrupa'nın sorumlu bir ortak olarak Washington’un da beklentilerini karşılayacak şekilde savunma yeteneklerini geliştirmesi gerektiğinde, bunun için de Brüksel’in Avrupa’ya özgü bir savunma stratejisine ihtiyacı olduğunda ısrar ediyorlar. Öte yandan Doğu Avrupa ülkelerinin başını çektiği Atlantikçiler ise, stratejik özerkliğin Avrupa'nın NATO aracılığıyla sağlanan Amerikan korumasını yavaş yavaş kaybetmesine neden olacağından korkuyor. Bazıları da Fransa'yı stratejik özerklik kavramını öne çıkarmak suretiyle, Fransız savunma sanayisini geliştirmek ve pazar payını artırmak için bunu bir manivela olarak kullanmakla eleştiriyorlar.
Gerçekten de bu kavram giderek savunma ve güvenliğin ötesinde ekonomik, teknolojik, ticari ve endüstriyel boyutları da içerecek şekilde birçok boyutu da kapsar hale gelmiştir. Fransız siyasetinin bu bağlamda hareket ediyor olmasını da pek yadsımamak gerekir.
Stratejik özerklik kavramını öne çıkaranlar, stratejik özerklik alanının genişletilmesini savunanlar, Avrupa'nın ekonomi de olduğu kadar jeopolitik bağlamda da zemin kaybetmekte olduğunu söylüyorlar. Bunu destekleyici argüman olarak da Avrupa'nın dünya ekonomisindeki ağırlığının ve belki de varlığının giderek azalmakta oluşuna vurgu yapıyorlar.
Son yıllarda, stratejik özerklik arayışlarına bu kadar kuvvetli vurgu yapılmasının şüphesiz sahada nesnel gerekçeleri var. Pandemi ve Ukrayna’da süregelen savaş, çifte felaket, Avrupa’nın zayıflığını ve kırılganlığını tüm çıplaklığıyla ortaya serdi. Dünya genelindeki tedarik zincirindeki aksamalar, elektronik mikroçipler, gübreler, tahıllar, ilaçlar ve en görünür şekilde gaz tedarikinde Rusya ve diğer tedarikçi ülkelerle yaşanan sorunlar, Avrupa’nın hassas ve zayıf noktalarının dünya gündemini meşgul etmesine yol açtı. Bu belirgin krizler, Avrupalıların, başta Asya olmak üzere kıtanın dışındaki devletlere olan ekonomik bağımlılığının altını çizdi. Gaz vanalarını kısan bir Rusya karşısında Avrupa afalladı, yeni alternatifler geliştirmekte zorlandığını gördü. Rusya ile yaşanan karşılıklı bağımlılık, bu ülkenin ‘gazı’ bir silah olarak kullanabileceğini ve sert güç olarak Avrupa’ya karşı kullanabileceğini gösterdi. AB liderliği, endüstriyel tabanın bir kısmını olabildiğince yeniden yapılandırma ve mümkün olduğunca gaz ithal ettiği tedarikçileri çeşitlendirme yoluyla bağımlılığını azaltma yoluna gitti. Burada Avrupa korumacılığı rejimi bir bütün olarak uygulanmaya çalışıldı.
Sorunun sadece gaz olmadığı da görüldü. Artan gerilim ve savaşlar pek çok Avrupalıyı giderek daha istikrarsız ve tehlikeli bir dünyada yaşadıkları gerçeğine uyandırdı. Ukrayna'daki savaş Avrupa topraklarında patlak verdi, ancak buna yanıt verme konusunda liderliği hızla üstlenen yine Washington oldu. Avrupa'nın komşularında süregelen Dağlık Karabağ gibi diğer çatışmalar Avrupalıların periferisine yeterince giremedi, çözümün başka güçlerin öncülüğünde gelmesi umut edildi.
‘Cüce Avrupa’ nedense ayağa kalkamıyor ama büyük söylemlerin ardı arkası kesilmiyor. Görünen o ki Avrupa bir bütün olarak kendi güvenliğini korumak için bile ortak bir irade geliştiremeyecek. Savunma harcamalarına para ayır(ma)mak bunun en büyük göstergesi olarak gösteriliyor. Avrupa genelindeki bu görünen isteksizliğe rağmen Macron, stratejik özerklik arayışlarını dillendirmekten geri kalmıyor. Peki neden?
Fransa'nın kamu borcu resmi olarak gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 111'i seviyesinde; bütçe açığı ise 165 milyar avro. Fitch Ratings Nisan ayı sonunda ülkenin borç notunu düşürdü. Bunu düzeltmek için birtakım reformlar yapılması gerekiyor ki bunların başında emeklilik reformu geliyordu. Özünde ekonomi politikalarına tepki olarak Fransız sokaklarında yükselen tansiyon ise Fransa’nın iç bütünlüğünü tehdit eder duruma geldi.
Bu şartlar altında Fransız yönetimi açısından dillendirilen Avrupa’nın stratejik özerkliği yaklaşımı, içeride değil, daha çok dışarıya hitabeden bir tanımlama oluyor. Fransız milliyetçilerinin gururunu okşayan, içerideki kargaşadan dikkatleri dışarıya çekmeye amaçlayan bir Macron var karşımızda. Macron, Avrupa Birliğini ABD çıkarlarıyla uyumlu bir ittifak yapısından ziyade kendi çıkarlarının peşinde giden bir birlik olarak görmek istediğini ifade ediyor. Atlantik sisteminin bir parçası olan Avrupa’nın var olan ortak ekonomik büyüklüğe dayandıracağı bir stratejik özerkliği inşa etmesi gerektiğini, ABD’den veya Atlantikçi çizgiden Avrupa’nın bir bakıma kopmasında fayda olduğunu, bu kadar fazla bağımlılığın Avrupa’yı zayıf düşürdüğünü vurguluyor. Macron bunu, AB’nin Atlantik sistemi dışına çıkmadan, bazen ABD çıkarlarıyla çelişen kararlara imza atılması pahasına Avrupalıların çıkarlarına göre belirlenecek bir stratejik özerklik çizgisinde gerçekleştirebileceklerine inanıyor. Bunun görünen liderliğine bir bakıma soyunuyor.
Avrupa'nın kendini savunma yeteneklerini artırması ve gerekli görüldüğünde yakın çevresinde projeksiyon yapma kapasitesini ortaya koyması, aslında ABD’nin de istediği, ima ettiği bir beklentidir. Rusya'nın saldırganlığının yarattığı şokun ardından Fransa ve Almanya da dahil olmak üzere çeşitli ülkelerde savunmaya yeniden yatırım yapılmaya başlanması, en başta Amerikan silah tüccarlarını sevindirmektedir. Her F-35 alım kararı Amerikan savunma politikalarının Avrupa yönüyle bir başarısı olarak öne çıkarılmaktadır. Avrupa ülkeleri silahlanıyor. Polonya bu konuda başı çekiyor. Bu silahlanma çabalarına ve yükselen savunma harcamalarına rağmen, Avrupa'nın kendi değerlerini ve uluslararası duruşunu destekleyecek askeri güce sahip gerçek bir jeopolitik oyuncu olarak yakın dönemde ortaya çıkacağını beklemek için ortada yeterli neden yok. Ortada henüz bir Avrupa ordusu da yok. Sadece ete kemiğe bürünmüş bir NATO var. Avrupa bir ölçüde hala NATO ile kendisi arasında sıkışmış durumda. Macron’un söylemleri bu durumu belirginleştirmekten öte, yeni bir şeye işaret etmekten çok uzak görünüyor.