Denizlerin Stratejik Önemi ve “Mavi Vatan”
Deniz taşımacılığı; demiryolu taşımacılığına göre yaklaşık 3 kat, karayolu taşımacılığı karşısında 7 kat ve havayolu taşımacılığına göre 21 kat daha düşük maliyetiyle büyük avantaj yaratıyor. Türkiye’nin ithalatının %66’sı, ihracatının % 60’ı deniz yoluyla gerçekleştirilmektedir.
Giriş
Son dönemde, “Mavi Vatan” kavramı üzerine; gerçek anlamını dikkate almadan, ülkemiz için yaşamsal önemini yeterince kavramadan yapılan dar kapsamlı ve çoğunlukla siyasi nitelikteki yazı ve konuşmaların yoğunlaştığı görülmektedir. Bu köşeyi düzenli izleyenler, “Gene mi denizler?”, Gene mi ‘Mavi Vatan’ diyebilirler. Evet “Gene denizler” ve özellikle de “Gene Mavi Vatan…” Hoşgörünüze sığınarak, özellikle enerji güvenliğimiz ile denizlerin ve “Mavi Vatan” kavramının önemine dair görüşlerimi, bir kez daha paylaşmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Her zamanki gibi, önce bazı temel verileri anımsayalım.
Dünya enerji tüketiminin %26,5’lik kısmını karşılayan kömür, fosil kaynaklar içinde en fazla karbon salımına neden olan ve dolayısıyla küresel ısınma ve iklim değişikliğine en fazla olumsuz katkısı olan yakıttır. Bu nedenle de önümüzdeki yıllarda, mevcut payının, önemli oranda azalması beklenmektedir.
Ayrıca, petrol ve doğal gaz rezervlerine kıyasla, kömür madenlerinin küresel coğrafi dağılımı, çok daha homojen olduğundan, üretim ve tüketim bölgeleri arasındaki ticareti (bir anlamda da taşınma miktarı), görece daha az hacimdedir. Bir diğer ifade ile, üretim ve tüketim noktaları arasındaki yoğun ticaret ve taşımacılık; daha ziyade ham petrol, petrol ürünleri ve doğal gaz ticareti üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu ticaretin de önemli kısmı, denizler üzerinden gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla, öncelikle “denizler ve enerji” denklemindeki bu temel veriyi, bir kenara not ederek, akılda tutmakta yarar vardır.
Bu ticaretin hacmini ve değerini göstermesi açısından, Dünya ham petrol piyasasının (sadece ham petrol piyasası) 2022 yılındaki parasal hacmi 2,1 trilyon dolar olarak verilmektedir. (1) Bu miktar bir başına, en büyük 10 metal ham madde (demir, altın, bakır, alüminyum, nikel, vb.) piyasası toplam hacminin (967 milyon dolar) iki katından fazladır. Doğal gaz için bu rakam (2022’de) 956 milyar dolardır (2023 tahmini büyüklüğü 1 trilyon dolar). (2)
Petrol ve Doğal Gaz Ticaretinde Denizlerin (Artan) Önemi
ABD Enerji Bakanlığı’nın 25 Haziran 2024 tarihli raporuna göre; dünya toplam petrol arzının (ham petrol + petrol ürünleri) büyük bölümü deniz yoluyla alınıp satılmaktadır. Somutlarsak; 2023 yılında dünya ham petrol ve petrol ürünleri arzı (günde) 101,9 milyon varil olarak gerçekleşirken, bunun (günde) 77,5 milyon varillik kısmı (%76), deniz yoluyla alınıp, satıldı. Söz konusu ticaretin en büyük bölümü Hürmüz Boğazı (Orta Doğu) ile Malaka Boğazı (Asya) darboğazları üzerinden geçiyor.
Küresel doğal gaz ticaretinin ise (2022 yılında) %59,1’i (810 milyar metreküp) deniz yoluyla (LNG) gerçekleştirilirken, boru hatları ile taşınan (ticareti yapılan) doğal gaz toplam doğal gaz ticaretindeki payı %40,9, miktarı ise 331 milyar metreküptü. Önümüzdeki yıllarda, söz konusu ticarette, deniz yoluyla ticaretin payının hızla yükselmesi bekleniyor. Uluslararası Enerji Ajansı, 2022’de %59 olan bu payın, 2030’da %66,4’e, 2050’de %71,2’ye yükseleceğini öngörüyor.
Deniz yoluyla yapılan taşımacılık ve ticaretin, diğer taşıma seçeneklerine göre bir diğer avantajı ise düşük maliyeti. Deniz taşımacılığı; demiryolu taşımacılığına göre yaklaşık 3 kat, karayolu taşımacılığı karşısında 7 kat ve havayolu taşımacılığına göre 21 kat daha düşük maliyetiyle büyük avantaj yaratıyor.
Türkiye ve Denizleri
TÜİK verilerine göre, 2022 yılı itibarı ile Türkiye’nin ithalatının %66’sı, ihracatının % 60’ı deniz yoluyla gerçekleştirilmektedir. Karadeniz, Türk Boğazları’nı barındıran ve Marmara Denizimiz ile Adalar (Ege) Denizi üzerinden, iki yönlü deniz ticaretini sağlayan stratejik bir denizdir. Enerji sektörü açısından bakıldığında ise kritik bir petrol ve LNG geçiş güzergâhıdır. Son dönemde gerçekleştirilen Sakarya gaz keşfi başta olmak üzere, (3) mevcut ve potansiyel hidrokarbon kaynakları (petrol, doğal gaz ve gaz hidrat) içeren bir denizdir. Diğer yandan, son dönemde sıklıkla dikkatinize getirmeye çalıştığımız, “okyanus” (denizden) enerji temini (rüzgâr, güneş, gelgit enerjisi, dalga enerjisi, vb.) açısından da büyük potansiyel ekonomik değer taşımaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin Montrö Antlaşması’ndaki konumu nedeniyle, askeri ve ülke güvenliği açılarından son derece önemli bir denizdir. Karadeniz’de kıyıdaş ülkelerin Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) konusunda anlaşmış olmaları da bu denizde yapılacak yatırımlar açısından, olumlu bir alt yapı sunmaktadır.
Marmara Denizi ile ilgili bir MEB sorunu olmadığından, bu denizimizle ilgili uluslararası politik boyutta bir risk söz konusu değildir. Ancak Marmara Denizimizin, enerji üretimi ve depolanması boyutlarıyla bir diğer önemli denizimiz olduğunu not edelim. Silivri Doğal Gaz Deposu, Marmara Ereğlisi LNG Terminalini barındırması açısından Marmara Denizi, stratejik ve ekonomik değer taşır. Uzun yıllardır hidrokarbon potansiyeli içerme olasılığının yüksek olduğuna ilişkin çalışmalar vardır. Son dönemde bunu somutlayabilmek için çalışmalar yoğunlaştırılmıştır.
Silivri Doğal Gaz Deposu, Marmara Ereğlisi LNG Terminalini barındırması açısından Marmara Denizi, stratejik ve ekonomik değer taşır.
Adalar (Ege) Denizi, doğal gazda dışa bağımlılığı % 99 gibi son derece yüksek olan ülkemizin LNG ithalatında çok önemli bir geçiş ve alt yapı (LNG terminaller, FSRU’lar) güzergahıdır. Gerek Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’dan yapılan hidrokarbon ihracatının geçiş coğrafyası ve gerekse Doğu Akdeniz üzerinden bizim ve bahsi geçen ülkelerin ithalatının da geçiş güzergahıdır. Bir diğer boyutuyla da (henüz yeterince aranmamış olmakla birlikte) önemli bir hidrokarbon kaynak potansiyeli taşımaktadır. Yunanistan’ın (AB ve ABD desteği ile) hadsiz, hakkaniyetle bağdaşmayan talep ve kışkırtmaları, tüm bu sayılan ekonomik ve stratejik değerlerimizi tehdit etmektedir. Dolayısıyla, Mavi Vatan’ı kıskançlıkla savunmamız gerektiğinin önemli bir halkasını bu varlıklarımız oluşturmaktadır.
Doğu Akdeniz ise çok boyutlu ele alınması gereken, büyük stratejik ve ekonomik değere sahip bir denizdir. Doğu Akdeniz, üç Kıta’nın kesişme noktasında, Orta Doğu coğrafyasının; Kızıldeniz’e, Akdeniz’e, Ege’ye, Karadeniz’e, Avrupa ve Atlantik’e açılan kapısıdır. Karadeniz ve Afrika’dan Atlantik’e ve Kızıldeniz üzerinden Asya’ya petrol/gaz ticaretinin yolu da (iki yönlü) Akdeniz’den geçer. Orta Doğu; ispatlanmış petrol rezervlerinin % 49’unu, ispatlanmış doğal gaz rezervlerinin % 40’ını barındıran bir coğrafyadır. (4)
Bu bölgede üretilen petrol ve doğal gazın bir bölümü yerelde tüketilirken, çok büyük bölümü ihraç edilmektedir. En büyük bölüm Asya piyasalarına gitse de ülkemizi yakından ilgilendiren yönüyle; Bab-ül Mendeb - Kızıldeniz - Süveyş Kanalı ve SUMED Boru hattı güzergâhından yapılan hidrokarbon ihracatı, doğrudan Doğu Akdeniz’e açılmaktadır. Kıbrıs adamız bu havzanın tam merkezindedir ve tüm aktörlerin, kontrol etmek için büyük çaba harcadıkları ve strateji geliştirdikleri bir adadır. Söz konusu güzergâh, aynı zamanda, kuzey- güney yönlü hidrokarbon ticaretinin de Asya piyasalarına geçiş güzergâhıdır.
Daha önceki yazılarımızda da aktardığımız Sayın Rauf Denktaş’ın ve sayın Ersin Tatar’ın da baş müzakerecisi olan Dr. Ergün Olgun’un görüşlerini bir kez daha paylaşalım: “Dünya ticaretinin yaklaşık %30’u; deniz yoluyla petrol ticaretinin %20’si Akdeniz havzasından geçmektedir. Her gün ortalama 4 bin kargo ve ticaret gemisi Akdeniz’de seyir halindedir. Her yıl, yaklaşık olarak 40 bin Rus ticaret gemisi, Türk Boğazları’ndan Akdeniz’e geçiş yapmaktadır.” Rus dış ticaretinin %65’i, Türk Dış Ticaretinin %80’i Akdeniz üzerinden gerçekleştirilmektedir. “…Kıbrıs adamız ise bu jeostratejik önem içerisinde; petrol ve doğalgaz kaynaklarına ve Akdeniz’e giriş-çıkışı sağlayan üç kapıdan biri olan Süveyş Kanalı’na yakınlığı nedeniyle, bölgede enerji ve uluslararası ticaret güvenliğini ‘denetlemek için’ yerleştirilmiş olan İngiliz üslerinin ve Amerikalıların da birlikte kullandığı ‘erken müdahale’ ile dinleme istasyonlarının konuşlandığı bir noktadadır.” (5)
Devam edelim: Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı (BTC), Doğu Akdeniz (Ceyhan) üzerinden uluslararası piyasalara açılır (Günlük kapasite: 1,2 milyon varil). Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı, Irak petrolünün Doğu Akdeniz (Ceyhan) üzerinden, uluslararası piyasalara çıkışını sağlar (Günlük kapasite: 1,4 milyon varil). Mersin ve İskenderun Limanları üzerinden yaptığımız ticaret gene Doğu Akdeniz giriş ve çıkışlıdır. Tamamen ithalata dayalı olan KKTC’nin enerji gereksinimi de Doğu Akdeniz üzerinden sağlanır. Halen tamamen fuel oil’e endeksli bu ithalat ve tüketim, yakında doğal gaz ve elektrikli kablo seçenekleriyle desteklenecektir. Bu ithalat da ancak Doğu Akdeniz üzerinden olacaktır.
Hidrokarbon (gaz hidrat dahil) arama ve üretimi; (ve en az bunun kadar önemli:) denizden rüzgâr, güneş FV, denizden enerji (dalga, gel-git, tuzluluk gradyanı, vb.), hidrokarbon taşıma güzergâhı, kuru yük taşıma güzergâh, vb…Doğu Akdeniz’in sunduğu potansiyel sayesinde gerçekleştirilebilecektir. Eğer MEB konusunda, “birilerinin” AB ve Yunanistan ağzıyla “akıl vermeye çalıştığı” gibi, edilgen ve teslimiyetçi bir politika uygulanırsa, tüm bu varlıklarımızı, olanaklarımızı ve potansiyel zenginlikleri kendi elimizle teslim etmiş olacağız.
Hidrokarbon Geçiş Güzergahı Olarak Doğu Akdeniz
Orta Doğu coğrafyasında üretilen petrol ve doğal gazın önemli bir miktarı Asya piyasalarına yönlenmekte ise de 2023 yılı verileri itibarı ile Bab-ül Mendeb Boğazı’ndan da (Avrupa, Türkiye ve Amerika piyasalarına) günde 8,6 milyon varil ham petrol ve petrol ürünü taşınmaktadır. Mısır topraklarındaki Süveyş Kanalı ve SUMED Boru Hattı’ndan da (iki yönlü: Güneyden kuzeye ve kuzeyden güneye) 8,8 milyon varil ham petrol ve ürün geçmektedir. Güney-Kuzey yönlü hidrokarbon ticaretinde; ihracat yapan başlıca ülkeler olarak Suudi Arabistan, Irak, Hindistan (ürün), Kuveyt, BAE, İran, vb. sayılabilir. İthalat yapanlar ise Türkiye, Hollanda, İtalya, Fransa, Polonya, Avrupa ülkeleri, ABD, vb. olarak sayılabilir.
Kuzey- Güney yönlü ihracat yapanlar arasında Rusya, ABD, Kazakistan, Cezayir, Libya, Hollanda, vb. yer alırken, ithalat yapanlar arasında Hindistan, Çin, Güney Kore, Singapur, BAE, Suudi Arabistan (dönemsel olarak ürün satın alır) sayılmaktadır. Bunu vurgulama nedenimiz ister ithalatçı ister ihracatçı olsun, tüm bu ülkelerin, söz konusu ticaretin kesintisiz ve güvenli akışından olumlu ya da olumsuz etkileneceklerinin altını çizmektir. Dolayısıyla güzergâh üzerindeki tüm ülkelerle olan ilişkiler de enerji jeopolitiğinin kapsama alanı içindedir. Bölgede (Yemen, Mısır, Libya, Somali, vb. örneklerinden görüldüğü gibi) büyük güçlerin ve hidrokarbon ticaretinden etkilenen tüm aktörlerin, doğrudan ve/veya vekalet savaşları yoluyla çatıştıkları görülmektedir.Bölgenin stratejik önemine ve barındırdığı risklere yönelik güncel bir diğer örnek vermek gerekirse; son dönemdeki Husi saldırıları sonucunda, zorunlu olarak Süveyş’e yönelemeyip, Afrika Boynuzu’ndan dolanan ortalama 110 bin DWT’luk (Abu Dabi çıkışlı, Antwerp hedefli) bir geminin yolu yaklaşık 4700 deniz mili ve 16 gün uzamakta, taşıma maliyeti ise 750 bin dolar artmaktadır. Bu örnek de tüm enerji ve dış politika planlamalarında, dikkate alınması gereken bir diğer önemli husustur.
Bu güzergâhta ve onların Doğu Akdeniz’e açıldığı bölgenin tam kalbinde ise Kıbrıs adamız yer almaktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada, bizim için çok önemlidir.” derken, stratejik öngörüsüyle, tarihi bir uyarı yapıyordu.
Doğu Akdeniz’in Enerji Potansiyeli, Hidrokarbon Kaynaklarıyla Sınırlı Değildir:
Doğu Akdeniz bizim için yaşamsal ve stratejik değeri, hidrokarbon potansiyeli ile ve çok kritik hidrokarbon taşıma/ ticaret güzergahı olmasıyla sınırlı değildir. Bu arada henüz ekonomik olarak üretimi yaygınlaşmamış olan çok önemli bir diğer hidrokarbon kaynağı olan gaz hidratlar açısından da Doğu Akdeniz’in büyük potansiyelinin varlığının altını çizmemiz gerekir.
Bunların ötesinde, Doğu Akdeniz, Türkiye’nin enerji üretimi açısından, çok büyük olanaklar sunmaktadır. Ülkemizin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları kapsamında; halen geliştirilme aşamasında olan ve henüz yeterince ticarileştirilememiş başlıca okyanus enerjisi teknolojileri, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) tarafından şöyle sıralanıyor:
1-) Dalga enerjisi, 2) Gel-Git enerjisi, 3) Tuzluluk gradyanı enerjisi ve 4) Okyanus termal enerji dönüşümü.
Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanımız, bu enerji kaynaklarımız açısından da muazzam bir potansiyele sahiptir. Deniz yetki alanlarımızı, Avrupa Birliği’nin hukuksuzca ve küstahça dayatmaya çalıştığı Sevilla haritasının lütfettiği (!) çizgilerle sınırlamak, ülkemizin bugününe olduğu kadar, geleceğine de ihanettir. Denizlerimizin ve özellikle Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanımızın sınırları içindeki çok büyük denizden rüzgâr ve güneş potansiyellerine henüz el değmemiştir.
Bir fikir vermesi bakımından, ülkemizin karasal rüzgâr potansiyeli resmi verilere göre 48.000 MW iken, denizel rüzgâr potansiyelimiz 75.000 MW’tır. Karasal rüzgâr potansiyelimizin, bunca yılda topu topu %25’i devreye alınmışken, denizel rüzgâr potansiyelimize el değmemiştir. Denizlerimizden biyoyakıt eldesi için en önemli kaynaklarımızdan biri ise yosunlardır ve o konuda da ülkemizde hiç adım atılmamıştır. Doğu Akdeniz’deki (ve diğer denizlerimizdeki) bu büyük enerji potansiyeli, ülkemize aittir ve “masal” değildir. Enerjide bağımsızlık, bu potansiyeli gecikmeksizin değerlendirilerek sağlanabilir.
Enerji Dönüşümüne ve Doğu Akdeniz’deki Yeni Enerji Jeopolitiğine Dair:
Dünya, fosil yakıtlar ağırlıklı mevcut enerji karışımından (toplam birincil enerji tüketiminin %82’si), yenilenebilir enerji kaynakları ağırlıklı enerji karışımına geçmeyi hedefleyen “Enerji Dönüşümü” sürecini yaşamaktadır. Bu dönüşümde, fosil kaynaklar odaklı bir enerji jeopolitiğinden, yenilenebilir kaynaklar ağırlıklı bir dünyanın gereksinim duyduğu bambaşka “kritik mineraller” öne çıkmaktadır. Bunlardan bazılarını ve hangi alanlarda öne çıktıklarını özetle belirtmek, genel bir fikir verebilecektir. Nihai tüketimde payı artacak olan elektrik kullanımı (elektrikli ev araçları, elektrikli araçlar, sanayide artan elektrik kullanımı) alanında: Bakır, Nadir Toprak Elementleri (NTE), silikon, lityum, grafit, nikel, manganez, kobalt, vb.). Bataryalarda: Bakır, NTE, silikon, lityum. Yeşil hidrojen üretiminde kullanılan elektrolizörler için: NTE (lantanum, yttrium ve zirkonyum), nikel, kobalt. Nikel ayrıca, bataryalarda, paslanmaz çelikte, endüstriyel alaşımlarda kullanılıyor. Doğu Ak[1]deniz, tüm bu kritik mineraller açısından da çok önemli bir potansiyel sunuyor. Hakkımız olan tüm bu olanaklardan, AB ve ABD’nin hukuksuz ve küstah dayatmaları, Yunan ve Rum ikilisinin şımarıklıkları yüzünden mi vaz geçeceğiz? Doğu Akdeniz’de, ekosistemi özenle koruyarak, deniz dibi madenciliği için ivedilikle bir ana plan hazırlanmasına gereksinim vardır.
BM Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre; Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), sahildar devletin hem deniz tabanı hem de su kütlesini kapsar. Kıta sahanlığının aksine MEB'in ilan edilmesi gerekir. Bu bölgede, sahildar devletin deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altındaki doğal kaynaklarının araştırılması ve işletilmesinde egemen hakları bulunur. Bu bölgede balıkçılığa ilişkin haklar da sahildar devlete aittir. MEB, kıta sahanlığına göre daha kapsayıcıdır. MEB’in uzunluğu 200 deniz milidir (370 km). Kıta sahanlığı veya MEB, sahildar devlete, bu alanların ekonomik kullanımı bakımından egemen haklar verir. Dolayısıyla, tüm denizlerimizde olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de Türkiye’nin kıyılarından itibaren bu hakkı vardır. Sahilleri bitişik ve karşı karşıya bulunan devletler arasındaki MEB sınırlandırmasında “hakkaniyet” ilkesine uyulur. Doğu Akdeniz’deki en uzun sahile sahip devlet olan Türkiye’nin henüz MEB ilanı yapmamış olması büyük eksikliktir. Eleştirilecek en önemli konulardan biri budur; yoksa “Neden kıyılarımızdan itibaren 200 deniz mili mesafeye kadar hak iddia ediyorsunuz?” gibi bir konu ya da soru, hiç değildir.
Mavi Vatan, Türkiye’nin karadaki vatanının, denizlerdeki ve deniz tabanı altındaki haklarının ifadesidir. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS); kıyıdaş devletlere, “Deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal kaynaklarının araştırılması, işletilmesi, muhafazası ve yönetimi konuları ile; aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi, bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen haklar tanımaktadır.
Ayrıca suni adalar, tesisler ve yapılar kurma ve bunları kullanma; denize ilişkin bilimsel araştırma yapma, deniz çevresinin korunması ve muhafazası konularına ilişkin haklar ve yetki de kıyıdaş devletlerdedir.” Türkiye de özellikle Doğu Akdeniz’e bakan en uzun kıyı şeridinin sahibi bir devlet olarak, kıyılarından itibaren 370 kilometreye kadar uzanan denizel böl[1]gede, bu hakların tamamına sahiptir ve sahip çıkmakla vatandaşlarına ve gelecek kuşaklara karşı yükümlüdür. Doğu Akdeniz’de, deniz yetki alanı kabul ettiğimiz bölgede, bugüne dek 11 adet derin su sondajı yapılmıştır. Bunların “başarısız olduğu”, ilgili bakan tarafından açıklanmıştır.
Bu başarısızlığın nedenleri sorgulanmalıdır. Son yıllarda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinin neden durdurulduğu da sorgulanmalıdır. Ama son dönemde, bu haklı soruları sormak yerine, tam da aksine; ülkemizde belli bir kesim, AB ve Yunanistan ile ağız birliği etmişçesine, “Zaten Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ne işi var?” nakaratıyla, utanılası bir kampanya sürdürmektedir. Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarındaki, Amerikan Mandacılarını ve İngiliz Muhiplerini çağrıştırarak... Söz konusu gemiler, Doğu Akdeniz faaliyetleri için alınmıştır. Zira AB ve ABD, yıllardır Türkiye’nin araştırma ve/veya sondaj gemileri kiralamasını (gemilerin ait olduğu şirketlere baskı yaparak) engellemiştir.
Kendi gemilerimize sahip olma adımı, bu nedenle atılmıştır. Ancak bugün tüm araştırma ve Sondaj gemilerimiz Karadeniz’dedir. Oysa Karadeniz’de, kıyıdaş ülkeler arasında MEB sorunu yoktur. Karadeniz’de kiralama yöntemiyle hizmet almak çok daha ekonomiktir. Zira satın alınan gemiler (ve onlara hizmet sağlayan platform destek gemileri), “yattıkları” sürelerde de yüksek miktarda ödemelere neden olmaktadırlar. Gemilerimizden en azından ikisinin (bir sismik araştırma, bir derin sondaj), Doğu Akdeniz’e inmesi ve “devlet uygulaması” yapması (deniz yetki alanı kabul ettiğimiz sularda faaliyet göstermesi), ulusal çıkarlarımız açısından zorunludur. Ve Türkiye, bir an önce MEB ilanının yapmalıdır.
Mısır, İsrail ve Lübnan, MEB belirlenmesi konusunda, Türkiye’nin haklı olarak ve uluslararası hukuka göre savunduğu tezi benimseseler, binlerce kilometrekare daha fazla MEB kazanacakken; iktidarın bu saplantısı nedeniyle, GKRY ile kendi aleyhlerine anlaşma yapmayı tercih edebilmişlerdir. Dış politikadaki yanlış tercihler, Türkiye’nin bu alandaki hareket potansiyelini engellemekte ve Yunan-Rum ikilisine yaramaktadır.
Bir örnek vermek gerekirse; Yunanistan’ın Energean şirketi, İsrail denizel sahasında, dört ayrı projenin %100 hissedarı ve operatörüdür. Yunanistan, dış politikasını, enerji politikasıyla bütünleşik biçimde kullanarak, Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı cepheyi genişletmekte başarılı olmuştur.
Yunanistan, Doğu Akdeniz Devleti Değildir!
Bir Doğu Akdeniz devleti olmayan Yunanistan, uluslararası hukuka aykırı iddialarıyla; Girit, Kaşot, Çoban, Rodos ve Meis adalarını sanal bir hatla birleştirilerek, zorlama bir “kıyı şeridi” (ileri cephe!) oluşturmaya kalkışmaktadır. Oysa bu adalar, Yunan ana karası ile Anadolu kıyıları arasında çizilen ortay hatta göre, “TERS TARAFTA” yer alan adalardır. Bu nedenle de sınırlandırma konusunda, (Yunanistan) kıyı oluşturamaz ve karasuları dışında kıta sahanlığına sahip olamazlar.
Yunanistan’ın tecavüz etmeye yeltendiği deniz yetki alanımız, 71 bin kilometrekaredir. AB’nin kendi müktesebatına aykırı olarak, Kıbrıs adasındaki iki toplumdan biri olan GKRY’ni tek başına AB üyesi yapmasının da verdiği şımarıklıkla, Rumlar da 33 bin kilometrekarelik yetki alanımıza göz dikmeye kalkışmaktadır. Günümüz İngiliz Muhiplerini ya da günümüz Amerikan Mandacılarını; acıyarak, onlar adına utanarak not ediyoruz.
Yurtsever kamuoyunun, “Mavi Vatan” mücadelesinde, tek yürek olması zorunludur. Deniz yetki alanlarımızdaki haklarımız ve çıkarlarımız, asla tartışma konusu yapılmamalıdır.
Mavi Vatan’a sahip çıkılmalıdır. Bu ulusal bir davadır. Mavi Vatan’a kıskançlıkla sahip çıkmak, gelecek kuşaklarımızın haklarını teslim edebilmemiz için, bizim kuşağın boyun borcudur.
Kaynakça
(1) https://www.visualcapitalist.com/how-big-ismarket-for-crude-oil/
(2) https://www.thebusinessresearchcompany.com/ report/natural-gas-global-market-report
(3) Bu konudaki rezerv ve üretim rakamlarına (ve diğer teknik bazı hususlara) dair eleştiri haklarımız saklı kalmak kaydıyla.
(4) Energy Institute (2023 yılı sonu verileri)
(5) KIBRIS’TA SON SÖZ SÖYLENMEDİ Paneli, Türkiye Barolar Birliği, Mustafa Ergün OLGUN, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 327, Kıbrıs’ta Son Söz Söylenmedi, ISBN: 978-605-9050-28-9; Eylül 2016, Ankara
(*) Not Baremi: Bu yazı, daha önce Başkent Üniversitesi’nin “Bütün Dünya” adlı dergisinin Eylül 2024 ve Ekim 2024 sayılarında iki bölüm olarak yayımlanmıştır.