CIA ve MOSSAD İstihbaratta Gerçekten Çuvalladılar mı?
Bölgede yaprak kıpırdasa haberi olan ve bütün olup bitenleri Londra ve Washington DC merkezleriyle anında paylaşan ABD ve İngiltere’nin istihbarat paylaşımını NATO ülkeleri de dahil olmak üzere ABD’nin “tek stratejik ortak” olarak değerlendirdiği İsrail’den esirgemesi mümkün olabilir mi?
7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e yönelik başlattığı “Aksa Tufanı” isimli operasyonun ardından neredeyse iki ay geçti. Bu süreçte İsrail’in güvenlik duvarı olarak bilinen “Demir Kafes” de ayrı bir tartışma konusu oldu. Bu iki aylık süreçte İsrail’in kendisine neredeyse altın tepside sunulan sözde meşru savunma hakkını kullanarak başlattığı ve sivil, silahsız ve masum Filistinlilere yönelik saldırıları ise tam anlamıyla bir insanlık dramına ve tam anlamıyla bir soykırıma dönüştü. 1948 Cenevre Konvansiyonu’yla birlikte kabul edilen silahsız sivillere, esirlere, gazetecilere, basın-yayın mensuplarına, yaralılara ve silahını teslim etmiş olan milislere yönelik güç gösterisinde bulunulmayacağı açıkça belirtilmesine rağmen İsrail’in vahşi ve insanlık dışı saldırıları bütün dünya tıpkı bir zamanlar CNN International’da Körfez Savaşı’nı naklen seyrederken olduğu üzere herkesin gözleri önünde devam ediyor; ancak burada bu canice ve merhametten uzak saldırılardan ziyade olayın farklı bir boyutunu detaylandırma düşüncesindeyim.
Kerameti kendinden menkul bazı stratejistler ya da savaş uzmanları (!) tarafından bu süreçte Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü CIA ve İsrail istihbaratı MOSSAD’ın sınıfta kaldığı ve tabiri caizse çuvalladıkları da belirtilmektedir. Öyle ya bütün dünyada adeta bir efsaneye dönüşmüş bu istihbarat ağları nasıl olur da Hamas’ın İsrail’e yönelik 5.500 kadar füze saldırısından ve bu saldırıların hazırlık safhasından habersiz olabilirler ve bunu fark etmezler? Bu sefer filmi tersten seyretmeye başlayalım o halde. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından reel politiği en katı şekliyle hayata geçirme düşüncesindeki ABD ve İngiltere bir araya gelerek 1947 yılında UKUSA (United Kingdom/United States of America) denilen intelijans/kontr-intelijans ve espiyonaj örgütlenmesini tesis ederler. İki kutup noktası arasında beş stratejik bölgeye ayıran bu iki ülke Balkanlardan Ortadoğu’ya inen hat ile Avrasya coğrafyasından aynı şekilde Ortadoğu’ya uzanan ve dünyanın en sancılı coğrafyalarını içine alan (Balkanlar, maalesef Türkiye, Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Avrasya) bölgeyi kendi uhdelerine alıp burada farklı stratejiler geliştirirken dünyanın geri kalan ve kendilerince “tali/ikincil” olarak değerlendirdikleri menfaat bölgelerini ise Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda’dan oluşan Commonwealth ülkelerine devrederler.
Böylece İngiltere’nin GCHQ (General Communication Headquarter) ve ABD’nin NSA (National Security Agency)’sı, yani her iki ülkenin ulusal güvenlik servisleri arasındaki yakın işbirliği UKUSA anlaşmasının imzalandığı andan itibaren devam etmektedir ve 1948 Arap-İsrail Savaşı, hemen ardından 1956 tarihli Süveyş Krizi, 1 Nisan 1955 günü başlayarak yıllarca Kıbrıs adasını kan gölüne çeviren EOKA terörü ve 21 Aralık 1963 Kanlı Noel sürecinin ardından Türk-Rum çatışması, Ortadoğu’da 1967 6 Gün Savaşları ve 1973 tarihli Yom Kippur Savaşı ilk dönemde yakından takip edilen çatışma ortamlarıdır. UKUSA ile başlayan süreç 21. yüzyılda adı geçen ülkelerin imzaladığı yeni anlaşmalarla Ortadoğu ve Uzakdoğu’daki Körfez Savaşı, Küveyt’in işgali, ABD’nin sözde Irak’a demokrasi getirme mücadelesi, Suriye iç savaşı da dahil olmak üzere hemen bütün çatışma, işgal ve savaş süreçlerini de içine alarak “Proje 415” ismiyle devam etmektedir.
2010 yılı itibarıyla NSA tarafından Mastery of Internet projesiyle ilgili olarak İngiliz GCHQ merkezine 39.9 milyon sterlinlik bir mali destek verilmiştir. 2011 yılında ise Amerikalılar GCHQ tarafından yapılan masrafın yarısını karşılamışlardır. Son üç yıl içerisinde ise devam eden projelerin sürdürülmesi ve işbirliği çerçevesinde Amerikan NSA tarafından GCHQ'ya 160 milyar dolarlık bir ödeme yapılmıştır. Vicdanının sesini dinleyerek Moskova’ya iltica eden Amerikalı NSA ajanı Edward Joseph Snowden’in “Biz Amerikan Başkanının Oval Ofis’teki ikili görüşmelerinden mutfakta Hatice Teyze’nin fasulye tarifine varıncaya kadar her şeyi 24 saat ve kesintisiz takip ediyoruz.” İtirafı ve bütün bu faaliyetlerin merkezinin Echelon denilen dünyanın en büyük telekulak sistemi olduğunu belirtmekte, bu merkezin faaliyetlerinin aksaksız devam etmesi için can alıcı noktanın ise Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adası olduğunu belirtmekte fayda vardır. İngiltere Savunma Bakanı’nın Lordlar Kamarası’nda özel hayatın ihlali konusunda köşeye sıkıştırılmasının ardından yaptığı “Dünyayı birbirine bağlayan 18 intranet ağı bulunmaktadır ve bunların 14’ü Akdeniz’de fiber optik olarak döşenmiştir.
Bizim bu 14 intranet ağının giriş ve çıkışlarına müdahil olmadığımızı söyleyemem.” açıklaması ise özrü kabahatinden büyük cinsindedir. Akdeniz'den geçen deniz altı fiber optik internet kabloları Kıbrıs adasını doğrudan ve son derece tabii bir casusluk üssü haline getirir. Doğu Akdeniz'de deniz dibini işgal eden fiber optik kablolar Doğu Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasını birbirine bağlayan hatlardır ve Kıbrıs'ı İsrail'e, Kıbrıs'ı Suriye'ye bağlayan hatlar yanında Kıbrıs'tan Lübnan'a, Kıbrıs'tan Mısır'a, Türkiye'ye, Yunanistan'a, İtalya'ya ve hemen bütün Akdeniz coğrafyasına bağlanan hatlar da bulunmaktadır ve bunlar İngiliz-Amerikan ortak yapımı casusluk faaliyetinin de can damarlarıdır. Bu kapsamda France Telecom, AT&T ve Slovak Telekom gibi kuruluşların yanı sıra Türk Telekom kabloları da dinlenmiş, kayıt altına alınmıştır.
Bunlara ilaveten Güney Doğu Asya, Ortadoğu ve Batı Avrupa'yı birbirine bağlayan SEA-ME-WE3 ana hattı da doğrudan Kıbrıs adası yakınlarından geçmektedir. Fiber optik deniz altı hatlarıyla yapılan internet haberleşmesi deniz altından geçerek ana karaya bağlanmakta ve burada bir ara istasyon sonrasında ise yeniden deniz altına inmektedir. İşte bu süreç sırasında bu hatlara farklı bir bağlantı yapılmakta ve denizaltındaki bilgi akışı aynı anda iki farklı merkeze doğru yönlendirilmektedir. Kıbrıs adasında bütün bunları yapan ise Ayios Nikolaos istasyonudur. İngilizlerin Kıbrıs adasında işini kolaylaştıran bir başka husus ise bu faaliyetlerin merkezi telekomünikasyon kurumlarının desteği olmadan yapılamayacağı hususudur.
İngiltere'de Telecom şirketinden büyük altyapı desteği alan İngiltere ve ABD Kıbrıs adasında ise üsler konusunda 1960 yılında yapılan anlaşmanın 6. maddesi gereği bu desteği Kıbrıs Cumhuriyeti telekomünikasyon idaresinden alacaktır. 21 Aralık 1963 sonrasında Kıbrıslı Türklerin ortaklık anlaşmasından ayrılmasının ardından bugün Kıbrıs Cumhuriyeti'ni Kıbrıslı Rumlar temsil etmektedir. Böyle olunca da AB üyesi GKRY anlaşma gereği resmen İngiltere'ye "danışmanlık ve işbirliği hizmeti" vermeye mecburdur. İronik olansa Rumların bir yandan adadaki istihbarat ve tele kulak faaliyetlerine tepki göstermeleri, öte yandan resmen buradaki faaliyetlere farklı isimler ve başlıklar altında da olsa Kıbrıs Telekomünikasyon Kurumu (Cyprus Telecommunications Authority/CYTA) vasıtasıyla yardımcı olmalarıdır.
Böylece hâlihazırda kullanılan 14 farklı fiber optik internet hattı yanında yenileri de planlanmaktadır ve böylece bütün Ortadoğu coğrafyası, İspanya'dan Mısır'a, Türkiye'den Yunanistan ve İtalya'ya kadar bütün Akdeniz bölgesi ile Avrasya coğrafyası İngiliz GCHQ ve Amerikan NSA birimlerinin avucunun içinde gibidir. Kaldı ki klasik anlamda kamuoyunun adadaki İngiliz üsleri olarak bildiği Agrotur ve Dikelya dışında bu faaliyetleri yürüttüğü ve adı geçen iki ülkenin karşılığında GKRY’ye her yıl yüklü bir ödemede bulunduğu intelijans istasyonları da doğaldır ki İsrail’in de hizmetindedir. Bölgede yaprak kıpırdasa haberi olan ve bütün olup bitenleri Londra ve Washington DC merkezleriyle anında paylaşan ABD ve İngiltere’nin istihbarat paylaşımını NATO ülkeleri de dahil olmak üzere ABD’nin “tek stratejik ortak” olarak değerlendirdiği İsrail’den esirgemesi mümkün olabilir mi?
Şeytanın avukatlığını yapmak bazen iyidir.