Site İçi Arama

strateji

Ankara, İsrail-Hamas Arasında Oynayabileceği Arabuluculuk Rolünü Neden Riyad’a Kaptırdı? Erdoğan-Fidan İkilisi Nerede Yanlış Yaptı?

Kâbe etrafında Filistin lehine dua edilmesine bile izin vermeyecek kadar Hamas’a kızgınlığını saklamayan Suud Hanedanı, yine de bu çatışmanın meyvelerini toplamayı ihmal etmiyor. Çatışmayı durdurmak için öncü rol oynuyor. Bu rolün, İran, Mısır ve Türkiye yerine Suudi Arabistan tarafından oynanmasını, oynanabilmesini dikkat çekici buluyorum.

7 Ekim Öncesinde ABD’nin Görünen Ortadoğu Siyaseti Neydi?

7 Ekim 2023'ten önce, ABD'nin Orta Doğu vizyonu nihayet meyve veriyor gibi görünüyordu. Washington, Tahran'la nükleer programı konusunda üstü kapalı bir anlaşmaya varmıştı. Bu anlaşmaya göre İran sınırlı bir mali rahatlama karşılığında nükleer programını fiilen durdurmuştu. ABD, Suudi Arabistan'la bir savunma anlaşması üzerinde çalışıyordu ve bu da krallığın İsrail'le ilişkilerini normalleştirmesine yol açacaktı. Ayrıca Washington, 10 Mart 2023 tarihinde gerçekleşen Suudi Arabistan-İran yakınlaşmasının mimarı Çin'in bölgede artan etkisini dengelemek için Hindistan'ı Orta Doğu üzerinden Avrupa'ya bağlayacak iddialı bir ticaret koridoru olan IMEC’i planladığını da duyurmuştu.

Artık İran oyunbozan olmaktan çıkmıştı. Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler içinde olmaya yönelmişti. Tahran ve Washington arasındaki gerilim geçmişe kıyasla daha düşük seviyede, ‘yönetilebilir’ kabul ediliyordu. Öte yandan 29 Aralık 2022’de İsrail'de iktidara gelen Netanyahu karabasanı, Filistinlilerin aleyhine Batı Şeria'daki yerleşim birimlerini genişletme politikasını uyguluyor, bölgeyi geriyordu. Buna rağmen, Filistin sorununu belirli oranda görmemezlikten gelen Arap devletleri, İsrail ile ilişkilerini ABD’nin katalizörlüğünde normalleştirme eğilimine sokmuşlardı. ABD dahil herkes kuma başını gömmüş, kendi çıkarı peşinde koşuyordu. Netanyahu ise ülkesi içinde otoriter rejimini inşa etmeye alan açarken, Filistinlileri topraklarından eden genişleme politikasını sürdürüyordu. Bunun bir yerden patlak vermesi bekleniyordu ama sadece tarihin 7 Ekim mi olacağı belki bilinmiyordu.

7 Ekim Sonrasında ABD’nin Görünen Ortadoğu Siyaseti Neden Değişti?

Hamas, 7 Ekim’deki terör saldırısı sonrasında, İsrail; sözde Hamas'ı yok etmeyi öncelikli hedefi olduğunu deklare etti ancak adeta devlet terörüyle, orantısız güce başvurarak Gazze’yi havadan ve karadan bombalamaya başladı. İsrail’in Filistinli sivilleri toplu cezalandırmaya dönüşen ABD destekli bu savaşı halen de devam ediyor. İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ‘normalleşme’ mecburen bir süreliğine rafa kaldırılmak zorunda kaldı. Yumuşamakta olan Türkiye-İsrail ilişkileri tekrar gerildi. Filistinlileri yurtsuz bırakan, bombalayan İsrail’le, çok istemelerine rağmen, Suudi hanedanının anlaşması yakın dönemde pek mümkün görünmüyordu. Herkes biliyor ki, Arap milliyetçiliği bunu kaldıramazdı. Bu arada Tahran geniş çaplı bir çatışmaya hevesli olmasa da, Hamas'ın güç gösterisinin tadını çıkarıyor, hamaseti yüksek söylemlerle Müslüman alemine oynamaktan geri kalmıyordu. Hizbullah ise Hamas’ın yanında sözde savaşır gibi yapsa da, muhtemelen İran’ın yüksek telkinleriyle, İsrail’i taciz etmekten öteye bir şey yapmıyordu. Bu minvalde çatışan taraflara yönelik kontrollü bir duruş sergileniyordu.

Hamas’ın saldırısı öncesinde ABD; gerilimi düşürme vaadine rağmen İran ve İsrail arasındaki gölge savaşın kaynamaya devam ettiğini biliyordu. Ancak bu savaşın Filistin meselesiyle birleşeceğini ve yıkıcı bir etki yaratacağını öngöremedi. Hamas’ın saldırısı bölgeyi kargaşaya sürükledi ve Biden’ın Ortadoğu’ya ilişkin beklentilerini de altüst ediverdi. Bu saldırı sonrasında ABD; İsrail'in itibarını kurtarabilecek sınırlı bir askerî harekât için bastırmak yerine, İsrail'in soykırıma varan savaşına açıktan destek verdi. Washington'un Gazze'deki katliama, acımasız askeri saldırıya neredeyse açıktan destek vermeye devam etti. Bunun sonucunda Orta Doğu'da hem İsrail hem de Amerikan karşıtı bir öfke ayyuka çıktı. Sonradan ABD, Gazze'ye insani yardım ulaştırmak için çatışmalara ara verilmesini vurgulayarak, az da olsa İsrail yanlısı tutumunu telafi etmeye çalıştı. Ayrıca rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak için Hamas ile yakın ilişkileri olan Katar hükümeti ile işbirliği yaptı. Şimdilik söylem bazında da olsa, Washington; savaşın sonunda Gazze'nin uzun süreli bir İsrail işgaline maruz kalması yerine Filistin Yönetimi tarafından yönetilmesi için lobi faaliyetlerinde bulundu.

Washington'un en acil görevi Gazze'deki savaşı sona erdirmektir. İsrail bölgeye saldırıp sivilleri öldürdüğü ve ABD müttefikini dizginlemek için çok az şey yaptığı sürece, başta Arap ülkelerindeki hükümetler ve halklar ABD'nin liderliğine boyun eğmeyecek kadar öfkeli olacaklardır. Gazze’de insani bir dram, Filistinlilerin holokostu, soykırımı yaşanırken, kenarda İsrail’i seyreden, ateşe körükle giden bir Washington’un inandırıcılığı acilen geri kazanabilmesi için öncelikle, İsrail'in Gazze'de sınırsız şiddet uygulamasına son vermesini sağlamalıdır. Sonrasında on yıllardır devam eden Filistin sorununa barışçıl ve siyasi bir çözüm bulmak için İsrail’e samimi bir baskı yapmalıdır. Değilse Ortadoğu halklarının gönüllerinde körüklenmekte olan Amerikan düşmanlığını, nefretini yok etmesi söz konusu bile olamayacaktır.

7 Ekim öncesinde Washington, Filistin meselesini görmezden gelebileceğini düşünüyor olmalıydı. Örneğin ABD'nin Suudilerle yaptığı geçici anlaşma, Riyad'ın İsrail'le ilişkilerini normalleştirebileceği ve Filistinlileri baskılayabileceği varsayımına dayanıyordu. Şimdi dengeler, beklentiler, çıkarlar değişmeye başladı. İsrail-Hamas çatışması bir gün durduğunda, ABD; Arap devletlerinin gözündeki yerini belirli ölçüde korumayı başarsa da Arap halkları üzerindeki güvenilirliğine kesinlikle kaybettiğini biliyor olacak. Üstelik, İslam ülkeleri yanında Küresel Güney, Rusya, Çin, İran ve Türkiye gibi ülkeler de seslerinin frekansı düşükten yükseğe doğru olsa da, ABD’yi tepki vermeye başladılar. Washington artık Filistin meselesini çözmeden Ortadoğu’da 7 Ekim öncesinde erozyona uğrayan konumunu bile tekrar erişemez. Zira bu yerin Çin tarafından doldurulmaya daha yakın olduğunu değerlendiriyorum. 

Olağanüstü Arap-İslam Ortak Zirvesi, Suudi Arabistan’ın Profilini Yükseltti

Geleneksel olarak, hatta İsrail-Hamas çatışması devam ederken bile Suudiler; Filistin meselesini sahiplenme konusunda isteksiz davranıyorlar. Riyad’ın çıkarı, İsrail-Suudi Arabistan bölgesel barış ve güvenliğine dayandırılıyor. Riyad-Tel Aviv normalleşmesine oynayan Suudi Arabistan, Hamas’ın saldırısını tam da bir çıban başının kanaması olarak görüyor ve bir çuval inciri berbat eden Hamas liderliğine mesafeli duruyor. Hem de Gazze’deki katliama rağmen bunu yapabiliyor. Kâbe'nin etrafında Filistin lehine dua edilmesine bile izin vermeyecek kadar Hamas’a kızgınlığını saklamayan Suud Hanedanı, yine de bu çatışmanın meyvelerini toplamayı ihmal etmeyeceğini gösteren bir duruş sergileyebiliyor. Bir an önce bu çatışmanın bitmesini isteyen, çatışmayı durdurmak için öncü rol oynamaktan geri durmuyor. Bu rolün, İran ve Türkiye yerine Suudi Arabistan tarafından oynanmasını, oynanabilmesini dikkat çekici buluyorum.

Gazze'deki savaş, İsrail-Filistin çatışmasına istikrar kazandırma şansı vermek suretiyle, günün sonunda Suudi Arabistan'a itibar kazandırarak sonlanabilir. İran ve Türkiye'nin yanı sıra Arap dünyasının dört bir yanından liderlerin katıldığı Olağanüstü Arap-İslam Ortak Zirvesi bu yönde atılmış bir ilk adımdı. Mısır, Ürdün ya da genellikle İsrail ile hasımları arasında arabuluculuk yapan diğer devletlerin aksine Suudi Arabistan gerçek bir barış anlaşmasına yardımcı olmak için gereken güvenilirliğe ve bölgesel ilişkilere sahip olduğunu gösteriyor. Zirve’nin bölgenin güç odakları Ankara, Tahran ve Kahire yerine Riyad’da yapılıyor olması bile bu kanaatime kanıt olmayı yeterli değil midir? 

Arap ve İslam ülkelerinden dışişleri bakanlarıyla İslam İşbirliği Teşkilatı (İTT) Genel Sekreteri'nden oluşan heyet, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin daimi üyesi 5 ülkeye ziyaretleri için başlangıç noktası olarak Washington’u değil Pekin’i aldılar. Zaten heyetin, İsrail’i şikâyet etmek için hamisinin yanına gitmesini de kimse beklemiyordu. Yeri gelmişken, bu önemli heyette Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Endonezya, Filistin varken, İslam dünyasının en güçlü iki devleti, Türkiye ve İran’ın heyette temsil edilmemesini, Tahran’ın olmasa bile Ankara’nın ayıbı olarak gördüğümü de ifade etmek isterim. 

İran ve Türkiye’nin ‘hamaset’ kokan Filistin söylemleri, günün sonunda karın doyurmuyor, realpolitik perspektifinden bakıldığında gölgede kalıyor. Kimse de duymuyor. Riyad; öncelikle Pekin’i ve Moskova’yı yanına çektikten sonra Washington’la derin ilişkilerini devreye sokarak, adeta bölgede İsrail-Filistin barışının mimarı olarak boy gösterme potansiyelini koruyor. Riyad bu potansiyelini, Ortadoğu’da bölgesel liderlik ve dünya sahnesinde büyük bir güç olarak tanınma arzusuna hizmet edecek şekilde kullanmak istiyor. Bunun için de Pekin, Moskova ve en nihayetin Washington’un desteğini kazanarak ilerlemesi gerektiği bilinciyle hareket ediyor. Görünen o ki, Riyad, İsrail ile Hamas arasında tesis edilmesi arzu edilen barış anlaşmasına aracılık edecek. Bunu yaparken de arkasında üç büyük başkentin (Pekin, Moskova ve Washington) oluru ve desteği olacak. 

Şüphesiz bu işte Riyad, Mısır’ı yanına alırken, Tahran ve Ankara’yı da dışlamıyor. Riyad’a davet edilen Reisi ve Erdoğan’a oynamaları gerektiği kadar rol verildi. Bu arada Reisi’nin 10 Mart sonrası ilk defa Riyad’a gitmesi bile başlı başına Suudi Arabistan açısından bir başarı olarak görülmelidir. Bugünlerde Suudi Arabistan’ın; Arap dünyasındaki başlıca güç odakları olan İran ve Türkiye'nin yanı sıra ABD aracılığıyla İsrail'le birlikte çalışarak bir Filistin devleti kurulması amacıyla İsrail-Filistin barış süreci için geniş bir çerçeve oluşturabileceğine dair çok sayıda değerlendirmelere rastlıyorum. Ama bir Türkiye veya bir İran için böylesine önemli bir meselede liderlik potansiyelini sergilemelerini kimse beklemiyor. Neden?

İran, Hamas’ın ve Hizbullah’ın hamisi olarak görülüyor. Suriye’deki İranlı milislerin, Yemen’de Huti’lerin varlığı, İran devletiyle birlikte, İsrail için bir tehdit oluşturuyor. Bu durumda, ‘taraf’ olan İran’ın arabuluculukta lider olarak öne çıkması pek olası görülmüyor.

Türkiye; Taraflar Arasında Arabuluculuk Rolünü Oynayabilir miydi?

Türkiye ise Hamas’ı bir bakıma ‘özgürlük savaşçısı’ ilan eden, Batı dünyasındaki genel kanaatin aksine, bir terör örgütü olarak görmek istemeyen duruşuyla, İsrail’in tepkisini çekti. Erdoğan-Netanyahu gerginliği öne çıktı. Bu şartlar altında Ankara’nın da arabuluculuk için pek bir ağırlığı kalmadı. Erdoğan’ın geçen Cuma günkü Almanya ziyaretinde Scholz’a “Siz İsrail’e bastırın, biz de Hamas’ı ikna edelim, tarafları barışa zorlayalım” "Gazze'de insani ateşkesi birlikte sağlayalım", "İnsani ateşkesi, Almanya-Türkiye birlikte sağlayabilirsek, özellikle bu ateş çemberinden bölgeyi kurtarma imkanını yakalarız." mealindeki sözleri hülasa bir şeydir ama sonuca giden yolda bir ağırlığı maalesef şimdilik bulunmuyor. Bununla birlikte önümüzdeki günlerde Riyad, Ankara’nın kapısını bize destek olun manasında çaldığında, Hamas liderliğini ikna boyutunda, Erdoğan Hükümeti belki Hamas’la temasta dikkate değer bir rol oynayabilecektir. 

Oysa, Rusya-Ukrayna Savaşı sürerken 2022 yılı Mart ayındaki Antalya Diplomasi Forumu’yla birlikte ön alan, Moskova ile Kiev arasında köprü kuran, tahıl koridoru antlaşmasında tarafların el sıkışmasını sağlayan, Karadeniz’den NATO’yu uzak tutabilen bir Türkiye duruşuna benzer bir tutum, İsrail-Hamas arasında da sergilenebilmiş olsaydı, sanıyorum, bu çatışma bittiğinde Türkiye’nin önünde çok daha geniş bir oynama alanı Ortadoğu’da açılacak, Türk-İsrail ve Türk-Amerikan ilişkileri iyileşirken, Türkiye’nin bölgesel liderliği de tescillenmiş olacaktı. Washington'un F-16 savaş uçakları satmasını ve Suriye'deki PKK ve yandaşlarını desteklemekten vazgeçmesini sağlaması söz konusu olabilecekti.

Bu fırsatın; Gazze’deki katliamın yarattığı, her birimizin içinde yükselen haklı fırtınanın, hezeyanın, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devlet adamlarımız nezdinde çok yüksek sesli dışa vurumu neticesinde, kaçmış olduğunu değerlendiriyorum. Heyecanımızın iyi yönetilmediğini düşünüyorum.

Sonuç

Hamas yanlış yaptı. Yaptığı terör saldırısıyla İsrail’in orantısız, devlet terörüne varan saldırılarına zemin hazırlamış oldu. ABD destekli İsrail, Filistinli sivillere Holokost, soykırım uyguluyor. Bunu tüm dünya görüyor, ABD’nin açık desteği nedeniyle katliam dünyanın gözü önünde gerçekleşiyor. Washington için “artık bu kadar kan dökmek yeterli olur” noktasına gelinmiş olmalı ki, bugünlerde taraflar arasında ateşkes antlaşması için arayışlar ABD tarafından da desteklendiği saklanmıyor. Öte yandan, başta İslam alemi ve Küresel Güney olmak üzere, Çin ve Rusya dahil oluşan Batı karşıtı blok, Filistinlilere yapılan bu mezalimi daha fazla seyretmek istemiyor. Bu nedenle de şimdilerde İsrail-Hamas çatışmasının durdurulmasına yönelik arayışlar da artmaya başladı. Bunun üzerine ABD; Ortadoğu’yu Çin ve Rusya’ya kaptırmamak için, kendisini bu bataklıktan kurtarabilecek bir taşeron ülke arayışına girdi ve nihayetinde Riyad bu rol için biçilmiş kaftan olarak ortaya çıktı. Birleşen Riyad ve Washington bölgesel çıkarları, çatışmayı durdurmak için harekete geçti.

Nihayetinde Kahire bile Tahran ve Ankara’ya göre İsrail-Hamas çatışmasında arabuluculuğuna başvurulabilecek taraf olarak öne çıktı. Bu üç başkenti geride bırakan Riyad'ın öncülüğünde dün Pekin’den başlayarak bir diplomasi trafiği başlatıldı. Birleşmiş Milletlerin beş daimi üyesi ikna edilebilirse, BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail’i ateşkese zorlayan bir karar alınabilecek. ABD bu sefer böyle bir kararı, geniş konsensusun bir parçası olarak desteklemeyi kendi çıkarları açısından zorunlu ve gerekli görecek kanaatindeyim. 

İsrail-Hamas Çatışmasını durdurmayı başarması halinde, Riyad’ın Ortadoğu da bundan böyle Tahran, Ankara ve Kahire’ye göre daha öncü rol oynayabilecek bir bölgesel güç haline gelebileceğini; Pekin-Moskova ve Washington’un desteğini alan bir Riyad’ın Ortadoğu’da ağırlığını artacağını ve oyun kurucu bir ülke pozisyonuna yükseleceğini değerlendiriyorum. Bu vizyonun Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman’ın ülkesi için çizdiği stratejik yol haritasıyla uyumlu olduğunu görmek gerekiyor. 7 Ekim öncesinde bu rolü kim oynar diye sorsalar, sanıyorum Rusya-Ukrayna arabuluculuğundaki başarısını göz önüne alarak, çoğunluk gibi ben de ‘Erdoğan’ derdim ama 7 Ekim sonrasındaki izlenen realpolitikten uzak Türk Dış Politikasının, bu rolün yakışacağını düşündüğüm Erdoğan tarafından oynanmasına izin vermediği kanaatindeyim.

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 21.11.2023
  • Süre : 5 dk
  • 1582 kez okundu

Google Ads