Cumhuriyetin 100. Yılında Türkün Kendisiyle İmtihanı
Türk halkı olarak içinde bulunduğumuz parçalanmış, umutsuz halimizi bir dönemeç olarak görüyorum ve bunu aşmak zorunda olduğumuza dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu dönemeçte savrulma ihtimalimizin bulunduğunu artık hepimizin görmemiz gerektiğinin, bu manada Cumhuriyet'in 100. yılının iyi bir hatırlatıcı olarak okunması lüzumunun ıskalanmamasının altını çizmek istiyorum.
Yaşayan her canlı organizma gibi, ülkeler de yaşamın her safhasından geçerken bazı dönemeçlerden geçerler. Bazı ülkeler bu dönemeçlerde ağır hasarlar alıp savrulabilirler, hatta yok olup gidebilirler. Bazıları da daha güçlenerek uçuruma yuvarlanmadan dönemeci ustalıkla dönerler.
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bugüne önüne çıkan bazı dönemeçlerde savrulmuş ama sonrasında yoluna kaldığı yerden devam etmesini bilmiştir. İşte 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül bu tür dönemeçlerden biriydi. 15 Temmuz kalkışması da öyleydi. Benzer örnekleri çoğaltabiliriz.
Şimdilerde de önemli bir dönemecin arifesinde olduğumuzu değerlendiriyorum. Ülkemizin geçmiş yüzyıllık yaşam öyküsüne bakınca, biraz öyle olduğuna inanıyorum. Şüphesiz kasdettiğim darbe veya kalkışma türü bir şey değil. Sadece Türk halkı olarak içinde bulunduğumuz parçalanmış, umutsuz halimizi bir dönemeç olarak görüyorum ve bunu aşmak zorunda olduğumuza dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu dönemeçte savrulma ihtimalimizin bulunduğunu artık hepimizin görmemiz gerektiğinin, bu manada Cumhuriyet'in 100. yılının iyi bir hatırlatıcı olarak okunması lüzumunun ıskalanmamasının altını çizmek istiyorum.
Hepimiz, hep birlikte, Cumhuriyetin kurucu değerlerinin örselendiği, parlamenter demokratik sistemden bir anlamda uzaklaşıldığı, hukukun üstünlüğünün lafta kaldığı, ikili ilişkilerde bazı ülkelerle sorunların yaşandığı, ekonomik hayatın neredeyse çöktüğü zor günlerden geçiyoruz. Ağır ekonomik sorunlarla boğuşan halkımızın önemli bir bölümü, yaşanan bu kötü gidişatı anlamakta, içine sindirmekte zorlanıyor. Bunu gayet iyi anlıyorum. Ben de, bu ülkenin bir ferdi olarak, son dönemlerde ülkemizde yaşanan birçok olayın, Cumhuriyetin asırlık geçmişine ve onun kuruluş felsefesine, kurucu değerlerine yakışmadığını düşünüyorum. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılının içinde bulunduğumuz bu süreçte Türkiye’nin kuruluş felsefesinden sapmaların olmaması beklentisi hepimizde yüksek olmalıdır. Ancak ne yazık ki endişelerimiz vardır. Endişelerimizi besleyen sayısız kötüye gidişat vardır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda; ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık ilkeleri çerçevesinde sanayileşmenin ve kalkınmanın sağlanması, muasır medeniyet seviyesine erişilmesi hedeflendi. Parlamenter sistem ve kuvvet ayrılığı Cumhuriyetin temelleriydi. Atatürk ilkeleri olan Devletçilik, Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik ve İnkılapçılık, devleti yönetenler ve halkın temel rehberleriydi. Geleceğe umutla bakan bir halkın ve dünya tarihindeki saygın yerinin farkında olan bir milletin temsilcileri olduğu bilinciyle hareket eden Türk insanı, ilerleme ve çağdaşlaşma uğruna bir yol tutmuştu. Ancak gelinen nokta; sanatı vıcıklığa, siyaseti tüccarlığa, dini yobazlığa, milleti ümmete, hukuku gukuka, Hakk’ı batıla, gücü despotizme, eğitimi Orta çağa, bilimi hurafeye, basını yandaşlığa, alimi dalkavukluğa, derinliği sığlığa, devleti aşirete, zarafeti ve efendiliği kabalığa, niteliği niteliksizliğe dönüştüren bir bozuk zihniyetin esiri olduğumuzu bize gösteriyor. Biz ne ara bu hallere düştük?
Şimdi silkelenme, titreyip özümüze dönme zamanıdır. Cumhuriyetimizin bu yıl 100. kuruluş yıldönümünü kutlayacağız. 29 Ekim 2023 tarihi geldiğinde bağımsız Türkiye’de özgür, hukukun üstünlüğüne inanmış ve geleceğinden emin yurttaşlar olarak 100 yıllık Cumhuriyet çınarının altında toplanmanın onurunu yaşayacağız. Atamız ve onun “en büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti’yle bir kez daha gurur duyacağız.
Bu 100. yılda nasıl bir Türkiye düşünüyoruz ve nasıl bir Türkiye olmasını hayal ediyoruz? Bu soruları sormanın ve ülkenin gündemine yeniden taşımanın zamanının geldiğine inanıyorum. Hakiki manada Türkiye Yüzyılı olmasını istiyorsak, bunu samimiyetle yapabilmeliyiz. 100. Yılımızda tekrar milletçe özümüze dönmeliyiz, umutsuzluğa düşmeden kötü gidişatı durduracak yeni hamleleri yapabilmeliyiz.
Ülkemizin kurucusu Atatürk’ün işaret ettiği üzere, “Ülkemiz ne olursa olsun çağdaş, uygar ve sürekli yenilenen bir ülke olacaktır.” İnanıyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti, dünyada işgal ettiği yere layık olduğunu eserleriyle kanıtlayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır! Olmaması için hiçbir neden de yoktur.
Biz, Türk milleti olarak, kendi benliğimiz içinde, kendi mizaç ve karakterimizle ilerlemek durumundayız. Herkes bilir ki, değişim ve gelişim sürekli akan bir nehir gibidir. Bu nehirde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin mevcudiyetini ilelebet kılmak, Türk Milletinin gücünü, zekâsını ve çalışkanlığını daima bir kültürel kodumuz olarak ileriye taşımak ve böylece ülkece muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak ortak ülkü ve inancımızdır. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalarak bu ülkenin bugününe ve geleceğine sahip çıkmak ‘Ne mutlu Türküm diyene’ diyebilen herkesin ortak vazifesidir.
Saygı dolu sevgiyle kalın