Suriye’deki Yeni Dönem Gelişmeleri; Rüzgâr Gibi Geçti
Türkiye ve HTŞ’nin arasındaki ilişki merak ediliyordu. Bunun cevabı da MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’da HTŞ lideri Colani ile birlikte aynı arabada görülmesi, Emevî Cami’sinde namaz kılması bu sorunun da cevabını veriyordu.
Suriye’de 61 yıllık BAAS iktidarı artık tarih olmuştur. Kuşkusuz bu değişimin hem Suriye’ye hem de bölge ülkelerine ve hatta dünya politikasına etkileri olacağı muhakkaktır.
Suriye’de olaylar son 13 günde, adeta rüzgar gibi çok hızlı gelişse de aslında başlangıcının 2011 yılındaki Arap Baharı olduğu söylenebilir. Arap Baharı etkisiyle 2011 yılında çıkan Suriye iç savaşı veya Suriye Krizi şimdi başka bir safhaya geçmiştir. Yani burada henüz iç savaşın veya krizin sona erdiğini söylemenin erken olduğu öngörülmektedir. Bunun için önümüzdeki aylar ve hatta yılları beklemenin dahi uygun olduğu söylenebilir.
Öncelikle son gelişmelerin kısa bir özetini yapalım. Uluslararası çevrelerce terör örgütü olarak kabul edilen (gelişmelerin hızlanmasından sonra aynı çevreler tarafından muhalefet olarak adlandırılmaya başlanmıştır.) HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam)’nin liderliğinde Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO), ABD destekli YPG/PKK ya da ABD’nin tanımlamasıyla SDF (Suriye Demokratik Güçleri) tarafından önce Halep, Hama, Humus ve en sonunda Şam ele geçirilerek Esad Hükümeti yıkılmıştır. Devrik Başkan Esad’ın şu andaki durumu hala net olarak bilinmemekle birlikte Moskova’da olduğu yönünde haberler yoğunluk kazanmaktadır. Tabii ki yukarıda esas aktör olarak belirtilen gruplara yerel örgüt ve aşiretlerden de katılım olduğu belirtilmektedir. Daha sonra ülkedeki rejimin devrildiği, yeni bir dönemin başladığı durumlarda hiç rastlanmayan bir olay gerçekleşmiş, Esad dönemi başbakanı sanki seçim kaybetmiş gibi, hükümeti deviren saldırıya liderlik eden HTŞ lideri ve temsilcilerine adeta bir devir teslim töreni ile ülke yönetimini bırakmıştır.
Burada akıllara Suriye Ordusu’nun ve Suriye devlet kurumlarında çalışan personelin HTŞ liderliğinde gerçekleşen bu karşı saldırıya niçin mukavemet etmediği sorusu sürekli sorulmuştur. Öncelikle HTŞ’nin teslim olan, mukavemet göstermeyen ve hatta kendilerine katılan personele herhangi bir eziyet ve zorlama yapılmayacağını ve buna riayet ettikleri söylenebilir. Diğer bir konu ise Suriye Arap Ordusu (SAO)’nun teçhizat, malzeme ve silah sistemleri olarak eski model ekipmana sahip olması eğitim, lojistik ve bakım durumunun çok kötü seviyede olduğu söylenebilir. Bunu da ele geçen silah ve teçhizat, mühimmat ve askeri tesis olarak kullanılan yerlerden anlaşılmaktadır. Burada bu konu ile ilgili bir tespit paylaşılacaktır.
Daha önce çeşitli ülkelere yapılan askeri yardım ve danışmanlık hizmetlerine bakılarak şöyle bir çıkarım yapılabilir. Soğuk savaşın başlamasıyla ABD ve Rusya birçok ülkeyi silahlandırmış ve eğitmiş sonuçta bir Batı (NATO) bir de Doğu, Sovyetler Birliği (Rusya) ekolü ve doktrini ortaya çıkmıştır. Bu husus silah sistemlerinde ise “standart” olarak kabul edilmektedir. Batılı uzmanlar danışmanlık ve askeri eğitim verdikleri ülke ve oluşumları daha sistematik bir şekilde; planlama, eğitim ve lojistik konularına önem vererek eğitirken, Rus uzmanların ise direkt olarak operasyonel konulara önem verdiği söylenebilir. Dolayısıyla SAO’nin gelmiş olduğu aşamada aniden çözülmesinde bu konu da etkili olmuş olabilir. Ayrıca Ukrayna savaşından dolayı Rusya’nın SAO’na gerekli desteği sağlamada yine etkili olamadığı öne sürülmektedir. Destek konusunda diğer bir neden ise Wagner unsurlarının yeterli olamamaları olarak belirtilmektedir.
Suriye’de yaşananların 2011 yılında Arap Baharının devamı olduğunu belirtmiştik. Yine aynı modellemeden yola çıktığımızda Suriye’de gelecekteki gelişmeler ile ilgili bazı tespitler yapılabilir. Aslında şu anda herkesin beklediği Suriye’de bundan sonra neler yaşanabilir? Arap Baharından sonra istikrara kavuşan ülkelerin özelliklerine baktığımızda iki konu ön plana çıkmaktadır. Birincisi güçlü, lider (Mısır) veya lider oluşumlarının (Tunus Dörtlüsü) bulunması, ikincisi ise iş başındaki yönetimler tarafından halkın istekleri doğrultusunda bazı reformların (Fas, Ürdün, Bahreyn) yapılmasıdır.
Suriye’de esas olarak zaten ikinci hususta belirtilen reformlar yapılmadığı için bu duruma gelmiştir. Şu anda en önemli konu HTŞ lideri Colani’nin ve onun atadığı Başbakan Muhammed El Beşir’in aranan kan olup olmadığı, tüm Suriye halkının isteklerine cevap vermesi, her kesimler ile kucaklaşabilme ve en önemlisi de Suriye’deki tüm grupların kendilerini kabul etme konusudur. Arap Bahar’ında güçlü liderler çıkaran ve halklarını isteklerine cevap veren Mısır ve Tunus’ta işler düzelmiş, Libya’da ise hızlı bir şekilde bölünme ve istikrarsızlığa gitmiştir. Yemen’de de benzer durum yaşanmıştır. Ancak HTŞ liderinin ilk açıklamalarında ülkenin şeriat ile yönetileceği ve bu konudaki ilk açıklamalarına bakılırsa sanki Suriye’de istikrarsızlığın bir süre daha devam edebileceği yönündedir.
Bölgesel Etkileri ve Türkiye
HTŞ liderliğinde rejime karşı operasyonlar başladığında doğal olarak Türkiye’nin bu gelişmenin neresinde olduğu sorusu sorulmaya başlanmıştı. Zaten SMO’nun Türkiye destekli olması Türkiye’nin de bu operasyonları desteklediği ayrıca yetkili ağızlardan operasyonlara destek açıklamaları bu sorunun cevabını veriyordu. Ama bu sefer de Türkiye ve HTŞ’nin arasındaki ilişki merak ediliyordu. Bunun cevabı da MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’da HTŞ lideri Colani ile birlikte aynı arabada görülmesi, Emevî Cami’sinde namaz kılması bu sorunun da cevabını veriyordu. Yani Türkiye’nin büyük ihtimal ABD ile birlikte böyle bir iş birliğine girmiş olabileceği ihtimaliydi. Niçin ABD ile olduğu iddiası ise biraz sonra açıklanacak İsrail’in kazanımları ile ilgilidir. Bunun şimdi olması ise 20 Ocak’ta ABD başkanlık koltuğuna oturacak Trump’ın Rusya ile Ukrayna savaşının bitirilmesine yönelik açıklama ve görüşlerinin mevcut yönetimin Esad’ın düşürülmesi yönündeki politikalarının örtüşmesi nedeniyle böyle bir operasyona onay verilmiş gibi gözükmektedir.
Türkiye; Suriye’de 2016 yılından itibaren Fırat’ın doğusu ve batısında hem Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) hem de desteklediği SMO vasıtasıyla bazı bölgelerde bulunmaktadır. Şimdi bunlara Münbiç ve Tel Rıfat da ilave edilmiştir. Türkiye’nin aslında Suriye’de bulunma nedenleri, 2011’deki iç savaşın başlaması ile birlikte zaman içerisinde arzu ettiği nihai resim ile bağlantılıdır. Bu resmi kısaca maddeler halinde sıralayalım:
• Topraklarını ve halkını Suriye’den gelebilecek terör unsurları ve eylemlerine engellemek,
• Yeni bir sığınmacı akımının önlenmesi,
• Mevcut sığınmacıların geri gönderilmesi,
• Suriye’de yaşayan Türkmenlerin hak ve menfaatlerinin korunması,
• Suriye’de terör devleti/devletlerinin kurulmasının önlenmesi.
BM’nin 2254 sayılı kararı ateşkes, sivillere saldırıların durdurulması ve siyasi çözümü öngörmektedir. Fakat burada siyasi çözüm ve toprak bütünlüğünün nasıl olacağı yönünde kavram karmaşası bulunmaktadır. Suriye’nin toprak bütünlüğü üniter veya federal devlet olarak iki durumda korunabilir. Türkiye her ne kadar en yetkili ağızlardan Suriye’nin üniter olarak toprak bütünlüğünün korunmasını dile getiriyorsa da gelinen aşamada bunun gerçekleşmesi konusunda anlaşmazlıkların çıkabileceği kuvvetle muhtemeldir. Ama özerk bölge veya devletlere bölünmüş Suriye’nin ise Türkiye’nin yukarıda belirtilen arzu ettiği son durum ile tezat oluşturabileceği konusu muhakkaktır. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye İç Savaşı’ndan en çok etkilenen ülke sıfatıyla hazırlanacak yeni Suriye anayasasının üniter, hak ve özgürlükler kapsamında olması için gerekli gayreti sarf edeceği öngörülmektedir.
Türkiye’nin Suriye’de gelecekte rol alacağı diğer önemli bir konu ise Suriye’nin yeniden inşası konusudur. Türkiye krizin başından itibaren hem Suriyeli geçici sığınmacılara hem de Suriye kuzeyinde etkili olduğu bölgelerde sivil halkın günlük yaşamını kolaylaştıracak bir hayli kaynak harcamıştır. Ama Suriye’nin yeniden inşası konusunda başta AB ve Körfez ülkeleri olmak üzere Suriye için bir fon oluşturulmasını da gündeme getirmelidir (Bakınız; AKYAR, M.S. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2300121, Le Processus De DDR De Deuxième Génération De l’ONU: Une Étude De Cas Sur La Syrie).
Dolayısıyla Suriye’de bundan sonra yaşanabilecek gelişmelerde Türkiye’nin müdahale etme durumunu ortaya çıkaracak kriterler olarak da görülebilir. Yani yukarıdaki kriterlere ulaşıldığı takdirde Suriye’de yaşananların Türkiye’nin lehine olduğu söylenebilir. Bunun aksine yaşanabilecek gelişmelerin ise gelecekte Türkiye’nin hayati çıkarları ve yaşam alanlarını tehlikeye atabilecek gelişmeler olarak görmek gerekir. Dolayısıyla şimdiden bu gelişmelerin Türkiye’nin lehine veya aleyhine olduğunu söylemek için erken olduğu öngörülmektedir. Ama Türkiye’nin şu anki mevcut gelişmelerde doğrudan olmasa da dolaylı olarak önemli bir aktör olduğu öngörülmektedir.
İsrail’in Suriye’ye ilgisi
Suriye ile ilgili gelişmeler yaşanırken 7-8 Aralık 2024 tarihinde Doha’da BM, Türkiye, Rusya, İran, Ürdün, Iraklı yetkililer (DİB) toplantısında Suriye’de geçici bir hükümet konusunda anlaşılmış ve Suriye’ye dışarıdan hiçbir ülkenin müdahale etmemesi konusunda hemfikir olunmuştur. Ancak İsrail Şam’ın muhalifler tarafından ele geçirilmesini müteakip Golan Tepelerini hem stratejik bölgeleri hem de Suriye, Libya, İsrail ve Ürdün’ün su havzaları olan kısımlarını işgal etmiştir. İsrail bununla birlikte Lazkiye limanı başta olmak üzere SAO’na tam cephanelik ve kritik tesislerini hava saldırıları ile imha etmiş ve halen de etmeye devam etmektedir. Fakat burada sanki bir mantık hatası varmış gibi gelmektedir. Gazze ile ilgili olarak başta Türkiye olmak üzere Suriye konusuna dahil olan ilgili ülkeler İsrail ile ilişkisini sonlandırmış, İsrail Gazze’de adeta başı boş bırakılmıştı.
Şimdi de Suriye konusunda ilgili ülkelerin hiçbiri İsrail ile ilişkiye Gazze nedeniyle geçmemekte, ama İsrail sanki Suriye’de sorumsuz bir ülke gibi davranmakta, fakat gelinen aşama da Suriye’de şu anda en avantajlı ülke konumunda bulunmaktadır. Dolayısıyla başta Türkiye olmak üzere ilgili ülkeler Gazze konusunu vareste tutarak İsrail ile bir türlü ilişki kurmak zorundalar. Eğer bu direkt yapılamıyorsa kapalı kapılar ardında veya ABD tarafından bu ilişkiler kurularak İsrail’den de Suriye’nin toprak bütünlüğüne uyması istenmelidir. Aksi takdirde Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısı şimdiden tehlikeye düşebilir. Benzer bir konu 14 Aralık’ta Ürdün/Akabe’de yapılan “Suriye’nin Geleceği” DİB’ları toplantısında da yaşanmıştır.
Sonuç olarak şu anda Suriye’de iç savaş veya krizin bittiğini söylemenin doğru olmadığı, Esad dönemi sonunda kurulacak hükümetin tüm Suriye halkının ihtiyaç ve isteklerine cevap vermesi, kucaklayıcı olması gerektiği, geçiş döneminde yaşanacaklara bağlı olarak Suriye’de istikrarsızlığın devam edebileceği,
Türkiye’nin Suriye’deki mevcut gelişmelerde önemli bir aktör olduğu, bu nedenle hazırlanacak yeni anayasa görüşmelerinde de Suriye’nin üniter yapısının korunmasına gayret sarf etmesi, ancak yaşanacak gelişmelere göre belki Barış Pınarı Hrk. Bölgesi ile Fırat’ın batısını birleştirerek tüm Suriye sınırı boyunca bütüncül bir tampon bölge kurma ihtiyacı duyabileceği,
Rusya’nın Suriye’deki kayıplarına muhtemel Ukrayna-Rusya barışına gidileceği, dolayısıyla Suriye’de kaybettiklerini Ukrayna’da telafi edebileceği Suriye’nin üniter toprak bütünlüğünün korunması için İsrail’in ABD veya başka bir şekilde kontrol altına alınmasının önemli olduğu öngörülmektedir.
Doç. Dr. M. Sadık Akyar
Girne Amerikan Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi Direktörü
Kaynakça:
-https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/ibrahim-kalin-ile-colaninin-sam-bulusmasi42625639
-AKYAR, M.S. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2300121, Le Processus De DDR De Deuxième Génération De l’ONU : Une Étude De Cas Sur La Syrie
-https://www.aa.com.tr/tr/dunya/disisleri-bakani-fidan-urdun-un-ev-sahipliginde-duzenlenen-uluslararasi-suriye-toplantisina-katildi/3424533