Türkiye’nin Suriye’deki Çıkmazı
Suriye’de Türkiye’nin muhatabı sadece ABD değil İsrail’dir artık. İsrail’in Türkiye’nin telkinlerini ve tehditlerini dinlemeye hiç mi hiç niyeti olmadığı, Türkiye’yi dikkate almadığı maalesef ortada. Nihayetinde ABD, İsrail’i koşulsuz desteklemektedir.
Suriye kendini toparlamaya çalışıyor. Halk, baskıcı Baas rejiminden ve Esad’dan kurtulmaktan dolayı mutlu. Ama Suriye toprak bütünlüğü ile yeniden bir devlet olarak hayatına devam edebilecek mi, bu oldukça zor gözüküyor.
Evet, merkezde HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam-Şam Kurtuluş Heyeti) kontrolü ele aldı, ama Suriye’nin kuzeyi, güneyi, doğusu ve hatta batısı başkalarının kontrolü altında ve bu kontrolü sağlayanların bu bölgelerden ayrılma gibi bir düşüncesi yok, hatta tam tersi güneyden İsrail’in Suriye içlerine operasyonu, kuzeyde de SMO (Suriye Milli Ordusu) ile PYD (Demokratik Birlik Partisi) çatışması devam ediyor.
Türkiye kuzeyden, haklı olarak, teröre karşı güvenlik koridoru ihtiyacı sebebiyle Suriye’ye girmişti, şimdi güneyden de İsrail; teröre karşı tampon bölge oluşturma, Golan tepelerine hâkim olma ve su kaynaklarını kontrol etme bahaneleriyle Suriye’ye girdi. Bu arada belirtelim, HTŞ liderinin doğum yeri Golan tepeleri ve asıl ismi değil lakabı Golani. İsrail, Şam’a kadar ilerler mi bilinmez ama, Suriye’nin yeni yönetiminin İsrail’i durdurabilecek herhangi bir gücü olmadığı ortada. İsrail’in yayılmacı politikalarının Suriye’de de devam edeceğini Türkiye’yi yönetenlerin öngörmesi ve buna göre politika üretmesi gerekirdi. Ama olmadı. Türkiye’nin son dönemdeki en büyük yönetimsel sorunu zaten bu değil mi? Güncel sorunlara güncel çözümlerle angaje olmak ve geleceği çok da irdelememek, sonra da pişmanlık duyup af dilemek, Allah affetsin, Millet affetsin demek.
Neyse, şükür ki güncele hakimiz, peki ya gelecek?
Bu gidişatın devamında neler olabilir?
Anlaşılan o ki, Fırat nehri Suriye’de bir nevi sınırı oluşturacak. Doğusunda ve batısındaki iki ayrı oluşumun Suriye devlet yapısı içinde birlikte olması lazım, ama bu iki tarafın kendi içinde anlaşamadığı ve çatışmaya devam ettiği gerçeği ortada. Ayrıca destekçi devletleri (ABD ve Türkiye) de henüz aralarında anlaşamıyor. Bu çerçevede, Suriye’nin güneyinde İsrail istediği miktardaki toprak parçasını, kuzeyde Türkiye ve SMO, doğuda PYD, arada kalan bölgede de HTŞ kontrolü ele alacak gibi gözüküyor. Lazkiye tarafında da üslerinin güvenliği ile birlikte Rusya destekli özerk Nusayri bölgesi kurulabilir. Böylece Suriye’nin toprak bütünlüğü fikri de yok olur gider.
Türkiye, Suriye’deki bu bütünlükle ilgili katı politikasında ısrar mı etmeli, yoksa değiştirmeli mi tartışılmalı, çünkü realite bu değil artık. Suriye’nin toprak bütünlüğü fikri, İsrail’in güneyden Suriye’ye girmesi ve ABD’nin Suriye yönetiminin elinde bulunan ne kadar askeri değeri varsa imha etmesiyle sona ermiştir. Suriye’de Türkiye’nin muhatabı sadece ABD değil İsrail’dir artık. İsrail’in Türkiye’nin telkinlerini ve tehditlerini dinlemeye hiç mi hiç niyeti olmadığı, Türkiye’yi dikkate almadığı maalesef ortada. Nihayetinde ABD, İsrail’i koşulsuz desteklemektedir. Önceki Trump dönemini hatırlarsak, Trump’ın idareyi ele almasıyla bu desteğin daha da artacağı kesin. Bu yeni konjonktürde biri bölgesel, biri küresel bu iki güçle kavga ederek, sorun yaşayarak Türkiye kendi güvenlik sorunu dahil Suriye ile ilgili hiçbir sorunu çözemez.
Türkiye bu gerçeği görmeli ve ona göre politikasını şekillendirmelidir. Bu yeni gelişmeler göstermiştir ki, Astana süreci ile oluşan Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye üzerindeki garantörlüğü sona ermiştir. Yeni Suriye’de oluşması muhtemel yeni devlet yapısının garantör ülkeleri ise Türkiye ile birlikte ABD ve İsrail olabilir. Rusya ve İran, bitti denilen ABD ve İsrail tarafından hem bölgesel hem de küresel olarak pasifize edilmiştir. Avrasyacı ütopik politikaların gerçekleşmesi zordur. Türkiye için en doğru politika, realist perspektifte, Suriye’de devleti oluşturan tüm bileşenler ve yeni garantörlerle ilişkilerini düzeltmekten geçer. Elbette ABD ve İsrail’in çıkar ve menfaatleri ile Türkiye’nin çıkar ve menfaatleri çakışabilir. Bu çakışmayı önlemek karşıtlıkla değil, birlikte hareket etmekle mümkündür. Türkiye’nin kendi çıkar ve menfaatlerini koruması ve beka sorunu yaşamaması için kavgaya değil uzlaşmaya ihtiyacı vardır.
Ülkeyi kuran dehanın “Yurtta sulh, cihanda sulh” demesi boşuna değildir.