Site İçi Arama

strateji

Douhet’in “Hava Gücü” Kitabının Günümüz Perspektifinden Kısa Bir İncelemesi

Douhet; savaşa hızlı ve kesin bir son vermeyi vaat eden hava gücünün, modern hava kuvvetlerinin gelişimine katkıda bulunan stratejik bombardımanın yanında bağımsız bir hava kuvvetinin teşkili, saldırgan bir hava stratejisinin savaş alanına hakimiyeti ve sivil halkın iradesini kırmak için hava bombardımanlarından yararlanılması gibi kavramları da bu eserinde sentezledi.

Uçmayı hiç öğrenmemiş bir İtalyan subayı olan Giulio Douhet, hava gücü üzerine yazılmış en tanınmış eser olan Hava Gücü’nün yazarı olarak ünlenmişti. Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden ve uçakların bu savaşta ilk kez yaygın bir şekilde kullanılmış olmasına rağmen, bu yeni teknoloji henüz askeri stratejiye tam olarak entegre edilmemişti. Douhet, gelecekteki savaşlarda Birinci Dünya Savaşı'nın yıkıcılığını tekrar yaşamamak, bundan kaçınmak için uçağın üstün yeteneklerini bir anlamda kurtarıcı olarak görüyordu. Eserinde yeni silah olarak gördüğü Hava Gücü’ne dayanan yeni bir konsepti, hava kuvvetlerini kullanma stratejisini teori ve uygulama boyutunda ortaya koydu. Bu çerçevede cesaretli, zamanını aşan fikirlerini öne sürerken, kitabını fikirlerini savunduğu bir mecra olarak kullandı. 

Douhet; savaşa hızlı ve kesin bir son vermeyi vaat eden hava gücünün, modern hava kuvvetlerinin gelişimine katkıda bulunan stratejik bombardımanın yanında bağımsız bir hava kuvvetinin teşkili, saldırgan bir hava stratejisinin savaş alanına hakimiyeti ve sivil halkın iradesini kırmak için hava bombardımanlarından yararlanılması gibi kavramları da bu eserinde sentezledi. Neticede o yıllarda henüz gelişmekte olan savaş uçaklarına, genel manada hava vasıtalarına, bunlarla icra edilen hava harekatının ve en nihayetinde hava gücünün öneminin farkına varılmasına bu eseriyle büyük katkı sağladı.

“Hava Gücü” Kitabının Bölümleri

Birinci Bölüm: Savaşın Teknik Vasıtaları

“Savaşın Teknik Vasıtaları (The Technical Means of Warfare)” adını taşıyan ilk bölümde, Douhet, havacılığı yeni bir bilim, yeni bir silah olarak gördüğünü, (Birinci) Dünya Savaşı patlak verdiğinde henüz emekleme aşamasında olan havacılığa savaşın ivme kazandırdığını, silahlı kuvvetler için yeni bir hareket alanı açtığını ifade ediyor. Bu yeni silahın savaş alanına aniden girmesi o zamana kadar kullanılan diğer silahlardan kökten farklı olan özelliklerinin tanımlanması ihtiyacını doğurduğunu belirtiyor. Başlangıçta uçağın hızı ve hareket özgürlüğünün, onun öncelikle bir keşif ve keşif aracı olarak görülmesine, sonrasında topçular için bir menzil ölçer olarak kullanılmasına yol açtığını, ancak uçağın ağır mühimmat taşıyamayacağı düşünüldüğü için taarruzlarda kullanılamayacağına hükmedildiğini söylüyor. Bu arada, düşmanın hava operasyonlarına karşı koyma ihtiyacı hissedilince, uçaksavar silahları ve savunma uçaklarının ortaya çıktığını belirtiyor. Douhet; hava gücünün sadece ordu ve donanmaya yardımcı olarak kullanılması gibi mantıksız bir anlayışın neredeyse tüm (Birinci) Dünya Savaşı boyunca hüküm sürdüğünü iddia ediyor. Bununla birlikte savaşın sonlarına doğru birkaç ülkenin hava kuvvetlerini bağımsız kullanma düşüncesine evrilmeleri akıllıca bulduğunu ifade ediyor. Hava gücünü deniz gücünün kullanımına benzeten yazar, çok eski zamanlardan beri deniz gücünün kara kuvvetlerinden bağımsız, ancak işbirliği içinde kullanıldığını, gökyüzünün artık yeryüzünde yaşayan insan için denizden çok daha fazla ilgi çekici olduğunu, bu nedenle havanın da eşit öneme sahip bir savaş alanı olduğunu savunuyor. Hem ordunun hem de donanmanın kendi kara ve deniz operasyonlarına yardımcı olması için hava araçlarına sahip olabileceğini; ancak bu durumun müstakil, bağımsız bir hava kuvvetine sahip olunmasına bir engel teşkil etmeyeceğini vurguluyor. Böyle bir durumda, hava kuvvetleri mantıken ordu ve donanmayla eşit öneme sahip olmalı ve şu anda kara ve deniz kuvvetlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin aynısına hava kuvvetleri de sahip olmalıdır inancını paylaşıyor. Nihayetinde bir hava kuvveti her zaman ordu ve donanma ile işbirliği içinde olmalı ancak her ikisinden de bağımsız olmalıdır görüşünde ısrar ediyor. Yazar, yeni silah dediği hava gücünün şimdiye kadar bilinen tüm savaş biçimlerini tamamen altüst edeceğini iddia etmekte tereddüt etmiyorum diyor. 

İkinci Bölüm: Yeni İmkanlar

“Yeni İmkânlar (The New Possibilities)” adını taşıyan ikinci bölümde, yazar, kara harekât alanını doğasını, orduların kendisine engel çıkarmayan ya da en az direnç gösteren hatlar boyunca hareket ettiğini, zor bölgelerde karşılaşılan engelleri uzun ve zahmetli emeklerle aşılmak zorunda kalındığını belirtiyor. Deniz ise tam tersine, yüzeyinin her yerinde eşit derecede seyrüsefere elverişli olduğunu, sadece kıyı çizgileriyle sınırlandırıldığını anlatıyor. Savaşta saldırgan gücün, işgal etmek istediği bölgeye doğru en az direnç gösteren ya da en kolay ulaşılabilen hatlar boyunca ilerlemeye çalışacağını, savunan tarafın ise düşmanın ilerleyişine karşı koyabilmek için kuvvetlerini arazinin kendi lehine olduğu hatlar boyunca konuşlandırmaya çalışacağını ifade ediyor. Dolayısıyla, kazanmak için, arzulanan bölgenin kontrolünü ele geçirmek için, bir tarafın diğerinin tahkim edilmiş savunma hatlarını aşması ya da yarması gerektiğini öne sürüyor. Bu hatların gerisinde ya da satıh (kara ve deniz) silahlarının azami menzili dışında kalan yerleşkelerde bulunan sivil halkın savaşı hissetmediğini, doğrudan zarar görmediğini savunuyor. Yazara göre bu durum artık geçmişte kalmıştır; çünkü artık tahkim edilmiş savunma hatlarını tam bir hareket ve yön özgürlüğüne sahip uçakla, hava gücüyle cephe gerilerine ulaşmak mümkündür. Bu yönüyle yazar bundan böyle savaşların yapılış biçiminin tümüyle değişikliğe uğrayacağını iddia ediyor. Douhet buradan çıkarmamız gereken acımasız ama kaçınılmaz olarak gördüğü sonucu şöyle açıklıyor: Havacılığın günümüzdeki teknik gelişimi karşısında, bir savaş durumunda Alplerde konuşlandırabileceğimiz en güçlü ordu ve denizlerimizde bulundurabileceğimiz en güçlü donanma, düşmanın şehirlerimizi bombalamaya yönelik kararlı çabalarına karşı etkili bir savunma sağlayamayacaktır.

Üçüncü Bölüm: Yükseliş

“Yükseliş (The Upheaval)” adını taşıyan üçüncü bölümde, yazar, ateşli silahların etkinliğinin artmasıyla, savunmanın taarruza göre hem mutlak hem de göreceli avantajlarının ortaya çıktığını, taarruz eden tarafın kazanmak için siperlerinde bekleyen savunana göre daha fazla kuvveti cepheye sürerek kuvvet dengesini kendi lehine bozması gerektiğini, bu nedenle taarruzların zor ve maliyetli olduğunu belirtiyor. Almanların savunma ve taarruzun avantajlarını ve dezavantajlarını bilerek savaştıklarını, savunma hattı boyunca kendi küçük kuvvetleriyle düşman kuvvetlerinin bir bölümünü tuttuklarını, aynı zamanda düşman kuvvetlerinin bir başka bölümüne kuvvet teksifi yaparak saldırdığını, bu kuvvet kullanma stratejisiyle Almanların genellikle uzun bir süre boyunca başarılı olduklarını iddia ediyor. Yazara göre, hiçbir tahkimat, yıldırım hızıyla düşmanın kalbine ölümcül darbeler indirebilen bu yeni silahları dengeleyemez.

Dördüncü Bölüm: Taarruz

“Taarruz (The Offensive Arm)” adını taşıyan dördüncü bölümde, yazar, taarruzun en büyük avantajı, saldırı noktasını seçmekte özgür olması ve azami vurucu güçlerini kaydırabilmesi olduğunu, savunmada olanın ise kuvvetlerini savunma hattı boyunca olası saldırı noktalarında bekleteceğini, gerçek saldırı olduğunda ise fiilen saldırılan bölgeye kaydırabileceğine, tüm savaş taktikleri ve stratejisinin esasen bu gerçeği kavramakla ilişkili olduğunu savunuyor. Eskiye nazaran orduların büyük kitle orduları olduğunu, artık bir yerden bir yere orduya satıhta kaydırmanın oldukça zorlaşmakta olduğunu, öte yandan bir hava gücü, hareket yarıçapı içindeki tüm noktalar için bir tehdit olduğunu, farklı üslerden kalkan uçakların bilinen diğer araçlardan daha hızlı bir şekilde birleşerek düşmana süratle taarruz edebileceğini, bu nedenle hava gücünün taarruz için son derece uygun bir silah olduğunu belirtiyor. Son savaş sırasında aniden ortaya çıkan uçakların öncelikle bir taarruz silahı olduğunu, ne zaman bir hava taarruzu kararlılıkla yürütülürse, amacına ulaşacağını, hava savunması için kırsal alana dağıtılan silah ve kaynakların uçakları durdurmak için yeterli olamayacağını iddia ediyor. Buradan hareketle yazar, denizlerin kontrolü gemilerle nasıl sağlanıyorsa, havaların kontrolünü sağlayan, hava hakimiyetini elde eden taraf, taarruzlarını emniyetle yapabilir, zaferi elde edebilir inancını paylaşıyor. Douhet’e göre, hava hakimiyetinin ele geçirilmesi pozitif eylem, yani savunma değil taarruz eylemi anlamına gelir ki bu da hava gücüne en uygun eylemdir.

Beşinci Bölüm: Hava Taarruzlarının Önemi

“Hava Taarruzlarının Önemi (The Magnitude of Aerial Offensives)” adını taşıyan beşinci bölümde, yazar, hava taarruzlarında uçakların attığı bombaların teknik olarak topçu mermilerinden farklı olduğuna dair açıklamalar getiriyor, bomba yapımında dikkate alınması gereken hususları belirtiyor. Douhet’e göre hava bombardımanlarında temel ilke, hedef tek bir taarruzla tamamen yok edilebilmeli (hassas vuruş) ve aynı hedefe başka bir taarruz yapmaya ihtiyaç kalmamalıdır. Yazar, genel olarak, hava taarruzlarının patlayıcı, yangın çıkarıcı zehirli gaz içeren bombalar kullanılarak, düşmanın sanayi ve ticaret kuruluşlarına, önemli binalarına; ulaştırma arterlerine ve düğüm noktalarına, sivil nüfusunun yoğunlukta bulunduğu bölgelere yöneltilmesi gerektiği görüşünü savunuyor. Yazar, uçakların hedeflere attığı patlayıcı içeren bombaların hedefi yıkacağını, yangın bombalarının hedefi ateşe vereceğini, zehirli gaz bombalarının ise düşman itfaiyecilerinin yangınları söndürmesini engelleyeceğini ifade ediyor. Douhet, hava gücünün kullanımına bir örnekleme olarak, her biri 2 tonluk bomba taşıyan 10 uçak ile 500 metre çapındaki bir daire içindeki her şeyin yok edilebileceğini, bombaların istenen noktalara vurabilmeleri için önceden pilotların eğitilmelerinin yeterli olacağını öne sürüyor. Neticede yazar, büyük ve ağır uçakların yapımı ve geliştirilmesi sürekli devam ettiğini, yeni patlayıcılar, yangın çıkarıcılar ve zehirli gazların da geliştirilmekte olduğunu, tüm bu teknik alandaki gelişmelerin hava gücünün etkisini ve potansiyelini her geçen artırdığını savunuyor. Douhet, havaya hâkim olanın galip geleceğini, havada yenilenen kara ve deniz savaşlarında da yenileceğini iddia ediyor. 

Altıncı Bölüm: Hava Hakimiyeti

“Hava Hakimiyeti (The Command of the Air)” adını taşıyan altıncı bölümde, yazar, hava hakimiyetine sahip olmak, kendi uçma yeteneğini korurken düşmanın uçmasını engelleyecek bir konumda olmak demek olduğunu çok doğru bir şekilde tanımlıyor. Douhet, uçaklarla taarruz yeteneğinin, şimdiye kadar bilinen diğer tüm taarruz çeşitlerinden çok daha etkili olduğunu, hava hakimiyetine sahip bir ulusun, kendi topraklarını düşmanın hava saldırılarından koruyabileceğini, hatta düşmanın kara ve deniz harekatlarını durdurabileceğini, düşman ülkenin tüm topraklarını yıkıcı bir şekilde bombalayarak halkın fiziksel ve manevi direncini de çökertebileceğini iddia ediyor. Ayrıca, gelecekteki savaşların karakteri geçmişteki savaşların karakterinden tamamen farklı olacağını belirtiyor ve ekliyor: “Bugün denizlere hâkim olmanın öneminin tamamen farkındayız, ancak yakında havaya hâkim olmak da daha az önemli olmayacaktır.” 

Yedinci Bölüm: Hava Gücünün Yıkıcı Kazanımları

“Hava Gücünün Yıkıcı Kazanımları (The Extreme Consequences)” adını taşıyan yedinci bölümde, yazar, bundan böyle herhangi bir savaşta, hava hakimiyetini ele geçirmenin zafer demek olacağını, havada yenilmenin ise nihayetinde mağlubiyet olacağını ve düşmanın dayatacağı her şartı kabul etmek anlamına geleceğini iddia ediyor. Bu nedenle savaşta temel amacın hava hakimiyetinin ele geçirilmesi olması gerektiğini savunuyor. Bu temel amaçtan saptırılan herhangi bir çaba, herhangi bir eylem ya da herhangi bir kaynak, hava hakimiyetinin ele geçirilmesini olasılığını düşüreceğinden, düşmana karşı mağlubiyet olasılığını artıracağını söylüyor. Bu kapsamda havada hakimiyet için, düşmanı havada, iç kesimlerindeki harekât üslerinde ya da üretim merkezlerinde, kısacası bu araçların bulunabileceği her yerde imha etmek suretiyle, düşmanı tüm uçma araçlarından mahrum etmek gerektiği varsayımını ortaya atıyor. Bu imha savaşının, ordu ve donanma silahları hariç olmak üzere, yalnızca hava araçlarıyla gerçekleştirilebileceğini savunuyor. Bu nedenle, yeterli bir hava kuvveti olmadan hava hakimiyetinin elde edilemeyeceğinin altını çiziyor. İlerde hava kuvvetlerinin hem kara hem de deniz kuvvetlerine üstünlük sağlayacağını, bunun nedeninin ise, hava kuvvetlerinin diğer iki kuvvetten çok daha geniş bir harekât yarıçapına sahip olmasını gösteriyor. Bu çerçevede, kara ve deniz kuvvetlerinin kademeli olarak azaltılmasını, buna karşılık hava kuvvetlerinin havanın hakimiyetini ele geçirecek yeterliliğe ulaşacak şekilde artırılmasını, bunun için de eşyanın tabiatı gereği, organik olarak kendi kendine yeterli ve operasyonlarında kara ve deniz kuvvetlerinden bağımsız bir hava gücü olarak hava kuvvetlerinin teşkilatlanması gerektiğini öneriyor.

Sekizinci Bölüm: Bağımsız (Müstakil) Hava Kuvvetleri

“Bağımsız Hava Kuvvetleri, Kara-Hava ve Deniz-Hava Sınıfları (Independent Air Force and Auxiliary Aviation)” adını taşıyan sekizinci bölümde, yazar, yeterli bir ulusal savunmanın, savaş durumunda hava hakimiyetini, en azından belirli bir bölgede hava üstünlüğünü ele geçirebilecek bir hava gücü olmadan sağlanamayacağını iddia ediyor. Douhet, şimdiki şartlarda uçakların sadece kara ve deniz kuvvetlerinin operasyonlarına yardımcı olmak olduğunu, bu nedenle ordu ve donanmanın komutası altında bulunduğunu, şu ana kadar dünyanın hiçbir yerinde havaya hükmedebilen bir hava kuvvetinin mevcut olmadığını, ancak bu durumun gelecekte değişeceğini iddia ediyor. Yazar devamla, kara ve deniz kuvvetlerine bağlı hava unsurlarının hava hakimiyetine kuvvet ayıramayacağını, esas amacı hava hakimiyetini elde etmek olan bir düşman hava kuvveti karşısında bir varlık gösteremeyeceğini, neticede bağımsız hava kuvveti olmayan bir ulusun mağlubiyete mahkûm olacağını açıklıyor. 

Douhet bu bölümde ve kitabın genelinde ısrarla “Bağımsız Hava Kuvvetleri" terimini kullanmayı öneriyor, zira bu seviyeye ulaşıldığında ne ordunun ne de donanmanın herhangi bir rol alamayacağı hava harekât alanında savaşabilecek tek kuvvet olarak Hava Gücünü görebileceğimizi iddia ediyor. 

Yazar ayrıca, ordu ya da donanmanın emrinde çalışan uçakların ise sadece kendileri için yardımcı silahlar olduğunu, bu nedenle bunların "ordu ve donanmanın yardımcı havacılığı" veya kara-havacılık, deniz-havacılık olarak isimlendirilebileceğini öneriyor.

Sonuç

Douhet; 1921 yılında askerî havacılığın gelişimine büyük katkısı olan İtalyanca Il dominio dell'aria (Hava Gücü) adlı incelemesini yayınlayarak, dünya çapında ses getiren bir figür haline geldi. Douhet; alanında bir ilk olan bu çalışmasıyla, dünyanın en kapsamlı askeri teorilerinden birini kavramlaştırmış, havacılığın gelişimine büyük katkı sağlamış, öncülük etmiştir. Yüzyıl önce yazılmış olan bu kıymetli eser, geçmişte olduğu üzere, günümüzde de hava gücü teorisi tartışmalarının önemli bir parçası olmaya devam ediyor.

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 20.04.2024
  • Süre : 5 dk
  • 735 kez okundu

Google Ads