Antik Yunan’da Yasa Kavramı Nedir? (1)
Yunanistan’ın coğrafi durumu göz önüne alındığında Yunanların başlangıçta ulusal bir birlik kuramama nedenlerini anlamak mümkündür. Birlik kurmaları, ticari faaliyetlerin başlaması ve kültürel alışverişler neticesinde birbirlerini tanımalarıyla gerçekleşmiştir.
Yunanistan’ın coğrafi durumu göz önüne alındığında Yunanların başlangıçta ulusal bir birlik kuramama nedenlerini anlamak mümkündür. Birlik kurmaları, ticari faaliyetlerin başlaması ve kültürel alışverişler neticesinde birbirlerini tanımalarıyla gerçekleşmiştir. Ortak dili konuşan ancak farklı bölgelere dağılmış olan bu topluluklar kendilerine Hellen demişlerdir. Hellenlerde sosyal yapıyı; ailelerden meydana gelen genoslar (sülale), genosların birlik ihtiyacından doğan fratriai (kardeş birlikleri), kan bağından ileri gelen birliktelikten meydana gelen fileler oluşturmaktaydı. Kabileyi eli silah tutan hür erkekler temsil etmekteydi ve zaman zaman da bir araya gelerek kabile güvenliği ve geleceği üzerine tartışmalar yapmaktaydılar. Aynı zamanda olası bir savaş durumunu göz önüne alarak aralarından bir -komutan- basilevs seçmişlerdi. Kral barış zamanlarında idari işlere bakarken, savaş zamanında ise orduyu sevk ve idare etme işleriyle meşgul oluyordu. Yunanlar, bu sosyal yapı inşasını Dorlardan almışlardı.
Dorlar fethettikleri yerleri tüm kabilenin mülkü saymışlarsa da konu toprağın işlenmesine gelince kura yoluyla geçici süreliğine devir daim şeklinde ekip biçme yoluna gitmişlerdi. Bu bilgiler ışığında Yunan Ortaçağının ilk dönemlerinde kolektif bir mülkiyet söz konusu olduğu görülmektedir. Bu işleyiş zamanla evlilik, veraset, işgal vb. gibi nedenlerle aksamış ve Yunan halkı kolektif mülkiyet anlayışından saparak özerk mülkler elde etmiştir. Bu durum ekonomik eşitsizliklere neden olmuş ve sınıf ayrımı vuku bulmuştur. Aristokratlar, mülk sahibi zengin sınıfı oluşturmuşlardır. Homeros destanlarında aristokrat sınıfa dair bilgiler bulunmaktadır. Aristokrat sınıfta her ailenin soyunu dayandırmak için seçtiği bir tanrı ya da kahraman vardır. Hükümdar bu asil ailelerden birine mensup olurdu ve aristokrat sınıf kralla beraber yaşardı. Olası bir savaşta bu asil sınıf da ganimet toplamak için kralla birlikte savaşa katılırdı. Barış zamanlarında ise genel olarak avcılıkla ilgilenir, kendi aralarında toplanarak katıldıkları içki meclislerinde şarkı ve şiirler eşliğinde eğlenirlerdi. Zaman zaman spor yarışları da tertipleyen bu sınıf, dini bayramlarda kurban kesmek için de bir araya gelirdi. Aristoteles’in deyişi, scholazontes eleutheriōs hama kai sōphronōs (ihtiyatlı bir biçimde, kısıtlanmamış bir aylak yaşam sürmek) asil sınıfın yaşantısını özetlemektedir. Zira bu sınıf, alt sınıfın ekmeğini yediğinden, tüm gününü zihinsel faaliyetlere yoracak zamana sahipti.
Bu bakımdan Aristoteles’in çağdaşı olan Heracleides Ponticus, zihni rahatlatıp güçlendiren lüksün ve hazzın özgür insanların ayırt edici özelliği olduğunu; öte yandan emeğin (to ponein) zihinleri daralmış (systellontai) kölelere ve basit insanlara göre olduğunu öne sürmektedir. Aristokratların altındaki halk topluluklarının durumu çeşitlilik göstermekteydi. Bazı kimseler hür ve toprak sahibiydi, bazıları da kiracıydı ya da toprağı işleyen kölelerdi. Yunancada köle manasında kullanılan sözcüklere örnek olarak; doulos, andrapodon, oiketēs verilebilir. Zaman zaman pais (oğlan) ve çeşitleri ya da sōma (vücut) gibi sözcükler de köle anlamında kullanılırdı. İlk Peripatetiklerden biri olan -kuvvetle muhtemel- Theophrastus, kölelikle ilgili: “Mülkiyetin ilk ve en gerekli türü, ev idaresi (oikonomikōtaton) açısından en iyi ve en uygun olanıdır: Yani insan çeşitliliği (anthrōpos). Bu nedenle ilk olarak kendimize çalışkan köleler (douloi spoudaioi) bulmamız gerekir.” demiştir. Theophrastus köleleri sıradan işçi (ergatēs) ile kâhya (epitropos) şeklinde iki ayrı sınıfta tasvir etmiştir. Diğer yandan Aristoteles bir hanenin köleler ve hür insanlardan oluştuğunu belirtirken, efendi ve köleyi, karı ve kocasıyla, baba ve çocuklarıyla birlikte hanenin en temel unsurları olarak tasvir etmiştir. Buna ek olarak Polybius ise “kölelerin, sığırlar kadar yaşamın en temel gereklilikleri arasında olduğunu” ifade etmiştir.
Kölelere yalnızca üç şey layık görülmekteydi: Yiyecek; çalışmak ve cezalandırılmak. Bunun yanı sıra pek çok Romalı ve Yunan yazar, kölelerin farklı milletlerden olmasının olası bir isyanı önlemenin zorunlu bir yöntemi olduğunun altını çizmiştir.
Polis (πόλις)
Antik Yunan dünyasının sosyal tarihi bakımından en önemli unsurlarından biri polislerdir. Polis kavramını Antik Yunan dünyasına Akalar getirmiştir. Akalar, şehir kavramına baştan beri hakimdiler. Öyle ki Anadolu kıyılarına göç ettikleri vakit Hititlerden kalma şehirleri işgal etmekle kalmayıp çevredeki toprakları da ele geçirerek belirli bir siyasi sınır çekmişlerdir. Böylece kelime kökeni bakımından Yunanca olmadığı ve Anadolu kökenli olduğu varsayılan polis yahut ptolis kavramını meydana getirmişlerdir. Öte yandan bu kavram başlangıçta “şato”(1) manasında kullanılmıştır. Daha sonrasında şatonun eteğinde kurulan şehrin manasını almıştır. Şehirler çeşitli formlarda meydana gelmişlerdir. Yunanlar bu iskân anlayışına sinoikismos demişlerdir. Antik Yunanistan’da ilk kent-devlet İyonya’da kurulmuştur. Polislerde üç temel esas gözetilmiştir: Dışarıya karşı hür ve bağımsız olmak (elevtaria), kanunları bizzat kendisinin yapması ve yürütmesi (avtonomia), elverdiğince kendi kendine yetmek (avtarkia). Her polisin özerk kırsal bölgesi anlamına gelen chorası mevcuttu. Eski dönemlerde Yunanistan’da, Küçükasya’nın batı kıyılarındaki birtakım eski Antik Yunan kolonilerinde, İtalya ve Sicilya’da chōra (χωρα) sözcüğü, çoğunlukla agroi’nin (tarlalar), yani kent-devletine bağlı kırsal bölgelerin eş anlamlısı olarak kullanılmaktaydı. Polis’in merkezinde yaşayanlarla, etrafındaki kırsal kesimde yaşan (choritai) kesim arasında genel manada hiçbir köklü farklılık yoktu. Her iki kesim de Yunanlı olmakla beraber az çok aynı kültürü paylaşmaktaydılar. Pausanias, Marcus Aurelius döneminde yazmış olduğu bir pasajda Parnassos dağının doğusunda yer alan Panopeus polis hakkında: “Kamu binalarına [arceia], gymnasiuma, tiyatroya, pazar yerine [agoria], su çeşmesine sahip olmayan ve insanların bir vadinin kenarındaki dağ kulübelerine benzeyen boş viranelerde yaşadıkları bir yere eğer gerçekten de bir polis diyebilirseniz.” demiştir. Diğer yandan Aristoteles; “Polisin birinci niteliği onun bir mekân topluluğu olmasıdır.” demiştir.
Polislerin merkezinde tapınaklar, resmi daireler, pazar yerleri olan agoralar vardır. Burada ikamet eden kimselerden bazıları hür yurttaşlar, bazıları siyasal haklardan yoksun hür insanlar (Atina’daki meoikoslar ile Sparta’daki perioikoslar), bazıları da hür haklardan yoksun toprağa bağlı köylüler (Sparta’daki Helotlar) ya da efendisinin malı konumundaki kölelerdi. Bir polis temelde şehirde ve etrafında yaşayan hür yurttaşların iradesiyle temsil edilirdi. Polisler yönetim bakımından diğer çağdaş medeniyetlerin yönetim şekillerinden ayrı düşmekteydi zira bir kent-devletin yöneticisi tanrı sayılan sonsuz bir yetkiye sahip hükümdar iken Yunan’da hükümdar, yurttaşların da politika ve yönetimle ilgilenmeleri ve hatta söz sahibi olmalarıyla birlikte yetki bakımından daha az bir güce sahipti. Diğer yandan başlangıçta eli silah tutan kimselerin kabilelerinin varlığını sürdürmek amaçlı yaptıkları toplantıların yerini zamanla ekklesia adı verilen halk meclislerinde polislerin sürekliliği için yapılan toplantılar yer almıştı.
Kent-devletleri İ.Ö. 8. yüzyıl civarında birbirlerini tanımaya başladıkları süreçte, polisler arası korsanlık, yağmacılık ve gasp ortaya çıkmıştır. Böylece kent-devletler arasındaki ilişkinin “normal” tanımı savaş dönemi sayılmış, barış dönemleri kısa sürelerden oluşmuştur. Ancak aynı dini benimseyen kent-devletler arasında kutsal alanlara yönelik bir saygı olduğundan bu tür alanların korunması ve tahrip edilmemesi adına ortak dini birlikler kurulmuştur. Diğer yandan polislerin kuruluşu başlangıçta Aristokrat sınıfa çok yaramıştı. Nitekim zamanla şatolarını terk edip şehre göçerek hükümet işlerine bakmaya başlamışlardır. Ancak daha sonra işlerin büyümesiyle, kral yanına idari işleri görecek yardımcılar (memurlar) almaya başlamıştır. Bu memurlara, Atina’da hukuk koruyucuları olan tesmotetler, Sparta’daki denetçiler yani eforoslar örnek olarak gösterilebilir. Bu memurlar ilk önce kral tarafından atanırlarken zamanla toplum/halk tarafından seçilmeye başlamışlardır. Böylece aristokratlar yönetimde yüksek ünvanlar elde etmişlerdi. Diğer yandan yukarıda bahsi geçen ekklesia adındaki halk meclislerinin de varlığıyla kralın yetkileri iyice sınırlandırılmıştır.
Nitekim sonunda krallık yetkilerini tümden aristokratik sınıfa bırakmak durumunda kalmıştır. Krallık, İyonya’da 8-9. yüzyılda ortadan kalkarken, Yunanistan’da 8-7. yüzyıl arasında ortadan kalkmıştır. Atina’da krallığın ortadan kalkması doğal yollarla gerçekleşmiştir zira kral kurulan yeni hükümette arhon basilevs sıfatıyla dini işlerden sorumlu olmuştur. Atina, içinde hür yurttaşların olduğu, halk meclislerinin toplandığı, mahkemelerin kurulduğu daha büyük bir polise dönüşmüştür. Peloponnesos savaşının klasik tarihçisi olan Thukydides, Atina ile Attika'nın tek polis altında birleşmesinin tarihini Troya savaşından öncesine, kral Theseus'un yönetimine dayandırmaktadır. Thukydides aynı zamanda Theseus'un küçük kentlerin ayrı meclis ve hükümetlerini yok ederek, tüm yurttaşları tek bir meclis ve hükümet kurduğu Atina’da bir araya getirdiğini de söylemiştir. Antik Yunan tarih yazımında bu birleşme sunoikosmos (birlikte yaşama) kavramıyla belirtilmektedir. Özellikle Atina’nın diğer polislere göre tercih edilme ve göz önünde olma sebebleri arasında halkının daha fazla düşünce özgürlüğüne sahip olması yatmaktaydı ve bu özelliğiyle Akdeniz’deki diğer yerleşim noktalarından pek çok düşünürü cezbederek kendine çekmişti.
Demokratia (δημοκρατία)
Antik Yunan’da polisler demokrasiden önce ortaya çıkmıştır ancak birbirlerine paralel bir gelişim göstermişlerdir. Polis, temelde geniş ve ortak bir kan bağına dayanan soylu sınıfın yönetimi fikriyle tezatlık oluşturmaktadır. Zira bu hususta Sokrates: “Yönetim, hiçbir şekilde soydan gelen asalete ve soylulara ait değildir, toplumu soyluların değil bilgili ve erdemli kişilerin yönetmesi gerekir.” demiştir. Bilgi ve erdemin kalıtsal olmayıp sonradan öğrenilebilen yetiler olduğunu savunan Sokrates böylece adalet ve eşitlik kavramlarının gelişimine ışık tutmuştur. Bu bakımdan polisin varlığı aynı zamanda yerel demokrasiye geçişin de bir işareti niteliğindedir. Yunanlar, polis dedikleri siyasal birimlerde uygulanan yönetim şekillerini demokratia olarak adlandırmaları İ.Ö. 500-300 yılları arasına tekabül etmektedir.
Demokratia kavramı demos (kentte yaşayan halk) ve kratos (yöneten iktidar) sözcüklerinden oluşturmaktadır. Demokrasinin, oligarşi bakımından eşitlik, tiranlık açısından ise özgürlük ilkesini öne çıkaran bir rejim olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda demos İ.Ö. 5 yüzyılda ekklesia’da toplanan Atinalı topluluklar anlamını da içermekte olduğu yönünde bilgiler mevcuttur. Bu hususta demosun yalnızca hür insanları temsil eden bir kavram olduğunu vurgulamak gerekir, zira köleler demosa dahil edilmemişlerdir. Demos kavramını oluşturan kitleler; geniş arazi sahibi soylular (eupatrid), zanaat ve ziraatle ilgilenen orta sınıf (demiurgoi), küçük bir arazisi olan yoksul köylü (georgoi), arazisi ve belli bir işi olmayan kent emekçileri (thethes) şeklinde gruplandırılmıştır. Öte yandan soylular da kendi aralarında; iyi doğmuşlar (eupatridler), toprak beyleri (geomarlar) ve atlılar (hippeisler) şeklinde ayrılmışlardır. Platon farklı toplumsal sınıftan olan kimseleri, Devlet adlı eserinde; “…sizi meydana getiren tanrı, aranızdan önder olacak yetenekte olanların mayasına altın katmıştır; bu yüzden, değeri en yüksek olanlar onlardır. Yardımcıların mayasına gümüş; çiftliklerle öbür sanat sahiplerinin mayasına ise demir ve tunç katmıştır.” şeklinde açıklamıştır. Yunan toplumunda, demos kavramı içerisinde olan kadınlar ve yabancılar hür olmalarına rağmen siyasal haklardan yoksundurlar. Bu bakımdan demos kavramının siyasal haklara sahip olan hür yurttaşları içerdiği görülmekte ve toplumsal eşitsizliğe rastlanmaktadır. O halde Antik Yunan’da demokratia, “yurttaşlar yönetimi” olarak tanımlanabilir. Aristoteles’e göre demokrasinin on bir esası bulunmaktadır:
1) Tüm yurttaşların varolan bütün kamusal makamlara gelebilmesi
2) Bireylerin her birinin herkesin; her bireyin de herkesi yönetebilmesi
3) Deneyim ya da eğitim gerektiren sorumluluklar haricinde, bu sorumlulukları üstlenecek bireylerin kura ile belirlenmesi
4) Herhangi bir kamusal görev için zenginlik şartının aranmaması veya çok düşük düzeyde aranması
5) İstisnalar haricinde, bireyin aynı göreve üst üste iki kez getirilmemesi
6) Tüm görevlerin bir yıl gibi kısa bir süreliğine verilmesi
7) Üyelerinin her birinin yurttaşlar arasından seçildiği jürili mahkemelerin varlığı
8) Halk Meclisinin (ekklesia) hâkim otorite olması
9) Yasama, yürütme ve yargı organlarında ve bürokraside bulunan görevlilere ücret verilmesi
10) Asillik, servet ve kültürün aristokrasinin özelliği olması gibi, bunların karşıtlarının da demokrasilere özgü olması
11) Kamusal kurumların zaman içerisinde yetkilerini arttırmalarını önleyecek türde yapılandırılmaları
Dipnot
(1) Burada geçen “şato” kavramı, Akaların tepelerde kurduğu görkemli yapıları kastetmektedir.
(Devam edecek)