Site İçi Arama

siyaset

Siyaset ve Taraftarlık

Siyaset kelimesinin kökeni, Arapça “at bakımı ve eğitimi, seyislik; devlet yönetme, yönetim (siyasat)” (Nişanyan, 2022) sözcüğünden gelmektedir. İngilizceden Türkçeye “politika” olarak çevrilen iki kelimenin aslında farklı anlamları vardır.

Siyaset kelimesinin kökeni, Arapça “at bakımı ve eğitimi, seyislik; devlet yönetme, yönetim (siyasat)” (Nişanyan, 2022) sözcüğünden gelmektedir. İngilizceden Türkçeye “politika” olarak çevrilen iki kelimenin aslında farklı anlamları vardır. “Politics” tam olarak Türkçedeki “siyaset”in karşılığıdır. “Policy” kelimesi ise, daha çok yönetme biçimi anlamında kullanılan “siyasa”nın karşılığıdır. Bu nedenle “politika” sözcüğünün kullanımını sadece “policy” kelimesinin karşılığı olarak kullanmak doğru olacaktır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde hem siyaset, hem de siyasa için “politika” kelimesinin kullanılması, İngilizce karşılığı düşünüldüğünde yanlış kullanıma sebep olabilmektedir. Siyaset kelimesinin ikinci karşılığı olarak, “Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış” (TDK Sözlüğü) ifadesi yer almaktadır. Genellikle bütün dillerdeki anlamı itibariyle bakıldığında siyaset kelimesinin “devlet yönetimi” ile yakın ve doğrudan ilişkili olduğu görülür. Bundan dolayı, siyasetin amaç ve araç yönüyle devlet yönetiminin gereklerinden bağımsız yürütülmesi düşünülemez. En azından, siyasetle ilgilenen bir kişi için öncelikli ve görünen amacın devletin yönetiminde etkili olarak halkının refahını artırmak olması beklenir.

Siyasetçi, seçimlerle yönetme yetkisi alınan bir sistemde, seçmenden oy istemek zorundadır. Bu nedenle seçmeni kendi yönetiminin başarısına ikna etmesi gerekir. İktidara gelen siyasetçinin yasalara uygun hareket etmesi, yönetebilme otoritesini muhafaza edebilmesi için zorunludur fakat yeterli değildir. Yönetimin meşruiyetini koruması gerekir. Meşruiyet sadece yasalara uygun hareket etmekle sağlanmaz. Bir uygulama yasal olabilir ama meşru olmayabilir. Yönetilenlerin, yönetenlerin otoritesinin haklı olduğuna inanmaları gerekmektedir. Meşruiyetin temelinde yönetenin, yönetilenlerin iyiliğini düşünmesi, davranış ve uygulamalarının yanında sonuçlarla da bunun desteklenmesi gerekir. Bu sonuç, halkın refahının büyümesine ve bireysel özgürlük alanının genişletilmesine bağlı olarak, meşruiyeti destekler.

Bir siyasi iktidar yasalara uygun hareket etse bile, meşruiyeti azalabilir. Elbette burada yasaların oluşma sürecinin siyasetten bağımsız olmadığını belirtmek gerekir. Meşruiyet azaldığında siyasi iktidarların önünde iki seçenek vardır: Ya yasal olarak kendisine verilen yönetme yetkisini azalan meşruiyet nedeniyle süre sonuna kadar kullanamayacağına kanaat getirip süresinden önce halkın yeniden desteğini aramak için erken seçime gider, ya da süre sonuna kadar yetkilerini kullanmakta ısrar eder. İkinci durumda güvenlikçi politikalar öne çıkar ve bireysel hak ve özgürlükler üzerinde baskılar artar. Artan baskılar meşruiyeti daha da azaltır ve yöneten iktidarını korumak için yeni tedbirlere başvurur. Bu bir kısır döngüdür.

Sonuçta meşruiyet kaybolursa ne olur? Tarihte bu sorunun cevabını arayan düşünürlerden birisi olan Mensiyüs (M.Ö.371-289), Konfüçyüs’ün öğrencileri içinde en büyük üne kavuşmuş olanıdır. Latinceleştirilmemiş adı Meng Tse (Meng Zi)’dir. Monarşiyi demokrasiye tercih eder ancak halkın önemli olduğunu da vurgular. Hükümdar halkın iyiliği için çalışmalıdır. “Halkın iyiliği için çalışmayan, görevini yapmayan bir hükümdarı tahttan indirmeye, hatta öldürtmeye çalışmak halkın hakkı hatta görevidir” (Störig, 2000: 159). Jean Jack Rousseau’ya (1712-1778) göre de “güç hak yaratmaz, ancak meşru olan güce itaat mecburiyeti vardır.” (hukukpolitik.com.tr). Rousseau, baskıya karşı direnme hakkını savunur ve bu hakkın kullanımındaki koşul, meşruiyetin kaybolmuş olmasıdır.

Meşruiyeti otoritenin haklılığına olan inanç olarak tanımlamak da mümkündür. Bu açıdan bakıldığında siyasi iktidarların en çok başvurduğu araçlardan biri ve belki de en etkilisi, ideolojidir. Marks ideolojiyi “yanlış bilinç” olarak tanımlar. Gramsci ise, “tarih bakımından organik, belirli bir yapı için zorunlu olan ideolojilerle, keyfi, rasyonalist (kasıtlı) ideolojiler arasında ayrım yapmak” (Gramsci, 2007: 82) gerektiğini savunur. Birinci gruba giren ideolojilerin kalabalıkları örgütlerken, ikinci gruba girenlerin (keyfi ideolojilerin), bireysel hareketler ve polemikten başka bir şey üretemeyeceğini vurgular. Açmak gerekirse birinci gruba giren organik ideolojiler tarihsel zorunluluk olarak ortaya çıkarken, keyfi ideolojiler siyasi iktidarların meşruiyet krizini örtmek için kullandığı etkili araçlar olarak görünür.  Ancak her ikisinin de toplumsal düzeyde psikolojik etkisi bulunmaktadır. Toplum üzerinde yaratılan psikolojik etki, ideolojinin sorgulamaya izin vermeyen yapısıyla kendini gösterir. Bunu bir ölçüde “takım taraftarlığı”na benzetebiliriz.

Bir futbol maçına gidildiğinde, tribünlerdeki taraftarların bireysel özelliklerinin silikleştiği, bunun yanında kolektif davranışın öne çıktığı bir süreç yaşanır. Günlük hayatında küfür etmeyen bir insan, kalabalık içerisinde küfür eden bir kişiye dönüşebilir. Daha uç örneklerde, normal zamanda tanışıp kahve içip sohbet edebileceği bir insana karşı saldırgan bir tutum takınabilir. Taraftarlık duygusuyla harekete geçmiş bir topluluğun içinde bireysel iradenin etkin olması gittikçe zorlaşır. Bu yazıda bizim ilgilendiğimiz, taraftarlık olgusunun iki önemli özelliğidir. Bunlar; 1. Aidiyet duygusu yaratması, 2. Bireysel davranışın ortadan kalkıp kolektif davranışa yönelme olarak sıralanabilir.

Taraftarlık olgusu gelişmişlik düzeyinden bağımsız olarak hemen her ülkede az ya da çok ortaya çıkabilmektedir. Elbette taraftarların eylemlerinin hangi aşamada suç teşkil edeceği her ülkenin iç hukukunda düzenlenmiştir. Ancak bu olgunun spor müsabakaları dışına taşması, toplumsal açıdan birçok potansiyel tehlikeyi beraberinde getirir. Bilimde, yargıda, siyasette taraftarlık davranışının gelişmesi, bütün kurumsal yapıları bozulmaya uğratır.

Taraftarlık olgusunun siyasi davranış üzerine kurgulanması ise, tarihsel gerçeklikten kopuk olarak oluşturulan “keyfi ideoloji “ ile toplumda bir bölünme yaratır. Oysa oy veren hiç kimse birbirinin düşmanı değildir. Kaybedilen bir seçimde farklı politikaları benimseyen bir siyasi iktidarın ülkeyi yönetmesi ne kadar normal karşılanması gereken bir olguysa, kazanılan bir seçimde olması beklenen şey de aynıdır. Sadece uygulanacak politikaların farklılaşması beklenir. Farklı da olsa, politikaların sonuçları, bütün vatandaşları aynı şekilde etkiler. Bu gerçeğin hem yönetenler hem de yönetilenler tarafından çok iyi algılanması önemlidir. Aksi halde kamu hizmetinin sunumunda da bozulmalar yaşanır. Kamu hizmetindeki eşitlik ilkesi ortadan kalkar. Politikalar başarılı olursa ülkenin refahı artar, siyasi iktidar yeniden seçilme ihtimalini güçlendirmiş olur. Eğer siyasi iktidar sadece politikalarını uygulamakla yetinmeyip ülkenin rejimini değiştirmeye yönelik bir harekete yönelirse, bunun askeri ya da sivil olması gerçeği değiştirmez, bu bir darbedir. Anayasada yazılı niteliklerin hilafına yapılan düzenlemelerin halkoyuna sunulması bu sonucu değiştirmez.

Siyasette taraftarlık olgusu, yukarıda da ifade ettiğim gibi gerçeklikle bağı olmayan ve kurgulanmış bir ideolojiyle kendisini var eder. Bu ideolojiler genellikle kolektif hareket ve ortak sorumluluk vurgusuyla kendini gösterir. Gerçeklikle bağın olmaması, inancın öne çıkmasını gerektirir. Bu inanç, dini inanç olabileceği gibi başka biçimde kolektif varlığa olan inanç şeklinde de kendini gösterebilir. Gelişmiş ve demokrasi geleneği olan ülkelerde de dini inanç kimliği ile kendisini tanımlayan siyasi partiler vardır. Ancak bu ülkelerde siyasetçiler seçmen kitlesi üzerinde taraftarlık olgusu yaratacak söylemlerden kaçınırlar, çünkü sonuçlarını bilirler. Bir toplumda inançlara olan aşırı bağlılık, genellikle taraftarlık olgusunu destekleyen bir unsurdur. İnançlar genellikle bilinmeyenin kabul edilme biçimidir. Az gelişmiş ve demokrasi geleneği düşük olan toplumlarda, meşruiyetin kaynağını inanç üzerinden arayan siyasetçi tipolojisi ile karşılaşma ihtimali daha yüksektir. Çünkü bilgi toplumundan farklı olarak bu tür toplumlarda siyaset, halktan çok sermayeye hizmet etmenin aracı olarak sürdürülen bir faaliyete dönüşür. Politikaların olumsuz sonuçlarının kabul edilmesi ve bunun meşruiyet kaybına dönüşmemesi için iki şey yapılır; 1. Yöneticiler dini kimlikleriyle halkın karşısına çıkar, 2. Yöneticiler halkın siyasi davranışlarının taraftarlık kurgusu üzerinden oluşmasını ister.

Bilgi toplumunda bunlara ihtiyaç yoktur. Bilgi toplumu, kendi bilgisini üretebilme kapasitesine sahiptir. Üretilen bilgiye bağlı ve bağımlı değildir. Bilginin toplumsal ilişkilerdeki ağırlığı inanca göre daha yüksek olduğundan, bu tür toplumlarda toplumun bölünmesi daha zordur. Bireyi toplumun bir parçası olarak kalmaya iten temel etken, maddi çıkarları ve bunların güvence altına alındığına olan güçlü inançtır. Sivil toplum, örgütlü ve güçlüdür. Bireylerin siyasi davranışları, kolektif davranış kalıplarından ziyade, bilgiye ve bireysel tercihlere dayanır. Seçimlerin sonucunda farklı siyasi iktidarlar tarafından uygulanacak politikalar birbirine zıt renkler değil, aynı rengin farklı tonlarıdır. Kurumsallaşma üst düzeyde olduğundan, hukuk devleti bir tercih değil “olmazsa olmaz” bir zorunluluktur. Demokrasi sadece siyasetçinin oyun alanı değildir, halkın katılımına imkân veren kurumsal bir yapı vardır. Liderin görevi sadece uyumu sağlamaktır. Lidere “insanüstü” değerler atfedilmez. Meşruiyetini kaybeden yöneticinin konumunu korumak için baskıya yönelmesini engelleyecek kurumsal denetim mekanizmaları mevcuttur.

Bilgi toplumu olamayan toplumlar, taraftarlık olgusuyla gerçeklikten uzaklaşıp/uzaklaştırılıp bilmesi gerektiği halde bilemediğini kabul etmeye zorlanır. Bunu yaparken de kendisi gibi düşünmeyene karşı düşmanlık geliştirir. Siyasi tercihler ve siyasal tutum, bilgiye dayanmaktan çok taraftarca ortaya konur. Siyasetçinin bu konudaki tercihleri bireysel olmaktan çok, bilgi toplumu olamamanın sonuçlarını yansıtır. Değişim için bir liderden ziyade halkın, kendi bilinçli tercihlerine ve siyasetçilere yön vermesine ihtiyaç bulunmaktadır. Burada Türkiye’de seçimler yaklaşırken, siyasetin yapılış tarzına  farklı bir bakış açısı getirmeye çalıştım.  Siyasetçilere ayrıştırıcı söylemlerden ve tercihlerden uzak durmaları konusunda bir çağrıyı güçlü bir sesle yapmak gerekmektedir. Bu konuda sivil toplumun öncelik alması umut verici bir başlangıç olabilir. Aksi halde bu bölünmenin sadece siyasi tercihte kalmayacağını öngörmek çok zor görünmüyor.

Saygı ve sevgilerimle…

Destekleyici bilgi için Bkz. https://devletyonetimi.blogspot.com/2022/02/bilimsel-calisma-ve-taraftarlik.html

Kaynaklar:

H.J.Störig, (2000), İlkçağ Felsefesi Hint Çin Yunan, (Çev. C.Güngören, İkinci Basım), Yol Yayınları, İstanbul.

Antonio Grmasci, (2007), Hapishane Defterleri, (Çev. Adnan Cemgil, 5. Baskı), Belge Yayınları, İstanbul.

https://www.hukukpolitik.com.tr/2016/05/31/direnme-hakkinda-olcu-nedir/ , E.T. 18.02.2022.

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 19.02.2022
  • Süre : 5 dk
  • 1995 kez okundu

Google Ads