Siyasetin Dehlizlerinde Köşe Kapmaca
Türk Siyasetinde, Ya kartlar, adil bölüşüm ilişkileri ve anayasal vatandaşlık temelinde yeniden dağıtılacak, ya da hileli kartlarla kaybedeceğimizi bildiğimiz bir oyunu tekrar tekrar oynamaya devam edeceğiz. Hangi tercihin kime yaradığı sorusunu sorabilen insanlar, Halk olmanın gücünü ve sorumluluğunu sandığa yansıtabilecektir. Alan Parsons’ın çok sevdiğim bir şarkısının sözleri ile bitirmek istiyorum. Eğer bütün hayatın iyi bir kartın gelişine bağlıysa oyun hiç bitmez.
Sevgili dostlar, ülkemiz tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadı. Afetin üzerinden henüz bir ay geçmişken, ülkede gündemin deprem sonrası yaşanan aksaklıklardan ve afetzedelerin yaşamaya devam ettiği sorunlardan bir anda siyasete dönmesi, vicdanları yaraladığı kadar toplumsal tepkileri de tetikledi. Yaşan toplumsal türbülansta seçime yönelik siyasi hesap tartışmaları, bir anda hükümetin afete müdahalede geç ve etkisiz kaldığı eleştirilerinin önüne geçti. Bu gibi durumlarda kullanılan Latince “cui bono” terimi, “kimin yararına” anlamına gelmektedir. Kısaca bir olayda o olayın sorumlularının söz konusu olaydan çıkar sağlayanlar olduğunu anlatmak için kullanılır (1).
Mesela sosyal medyada yanlış bir bilginin yayılmasından kimin çıkarı olduğunu sorgulamak için bu eylemin kimin yararına olduğunu düşünmek gerekir. Bu elbette bizi kesin doğruya götüren bir yaklaşım değil, sadece bir düşünme yöntemidir. Bunu bugün tartışacağımız konularda kullanmak istediğimi belirterek bir kenara bırakıyorum.
Öncelikle afet bölgesinde yaşayan insanların sıkıntıları, acıları dindirilmemişken, onları sürekli düşünen milyonlarca insanın kalbi feraha ermemişken böyle bir yazı yazmaktan çok mutlu olmadığımı söylemeliyim. Ülke gündeminde hükümetin başarısız ve yetersiz afet yönetimi üzerine toplumsal bir tepki oluşmuşken, bu toplumsal tepkinin bir tarafı olan kesimin kendi içerisinde birbirine düşmesi neden ve nasıl olmuştur? Bu yaşananlar kimin/kimlerin yararınadır? Bu sorulara yanıt bulmadıkça, neyle karşı karşıya olduğumuzu algılamamız zor görünmektedir. Ülkenin geniş bir bölgesinin afeti ve etkilerini yaşamaya devam ettiği böyle bir süreçte seçim ortamını da yaşaması, bize hayatın bir şekilde devam etmesi gerektiğini de hatırlatmaktadır. Çünkü bir yerde geleceğe umutla bakabilmek için buna ihtiyacımızın olduğu açıktır.
Siyaset Öcü Müdür?
Siyasetin kelime anlamı üzerine herkes araştırarak bir şeyler bulup okuyabilir. Bunu herkesin anlayacağı şekilde özetlemek gerekirse; siyaset toplumsal olan her yerde vardır ve olmalıdır. Toplumdaki siyasi bağın kökenini aileye kadar indiren düşünürler de vardır. Ancak siyaseti sadece toplumda elit bir kesimin uğraş alanı, korunaklı bir iş alanı olarak gören ya da göstermek isteyen düşünce, bunu siyasi partilerin belirli çıkar grupları tarafından araçsallaştırıldığı bir yapıya dönüştürmektedir. Dünyanın hiçbir kurumsallaşmış ve gelişmiş toplumunda, toplumsal bir sorunu siyasetin tartışma alanından çıkarmak gibi bir saçmalığı ve bu saçmalığın siyasal iktidar tarafından desteklendiğini görmek mümkün değildir. Burada siyasal iktidarlar açısından “siyasi eleştiriden kaçmanın sebepleri neler olabilir?” sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.
Büyük bir afet olmuş ve on binlerce can kaybı yaşanmışken, burada toplumsal bir sorun olmadığını söyleyecek kadar kim aklını yitirmiş olabilir? Hele ki afetin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen, halen yardımın koordinasyonunda sıkıntılar yaşanıyorsa, toplumun en güvendiği sivil toplum kuruluşlarından Kızılay tarafından yardım malzemelerinin satıldığı iddiaları ortada dolaşıyorsa, hangi gerekçeyle bunların toplumsal sorun olmadığı iddia edilebilir? Normal şartlarda rasyonel bir siyasi iktidar, bütün bu eleştirilerden yeniden yapılanma için dersler çıkarır. Ancak siyaseti öcü gibi gösterip tartışmaların önü kesilmek isteniyorsa, burada “cui bono” demek gerekmektedir.
Geçtiğimiz hafta sonu Süper Lig maçları yeniden başladı. Ancak bu başlangıç iktidar açısından başka bir tartışmanın da fitilini ateşledi. Önce Fenerbahçeli taraftarlar, ardından Beşiktaşlı taraftarlar, tribünlerde “Hükümet İstifa” sloganları attılar. Aslında hükümet hiç üzerinde durmasaydı belki de çok fazla tartışma yaşanmayacaktı. Ancak Hükümet, “sporun siyasete alet edildiği” gibi gülünç bir iddiayla, hiçbir şekilde suç teşkil etmeyen bu basit tribün protestosunu hoş görmeyeceğinin mesajlarını verdi. Hükümetin bu tavrının temel amacının, ileride yaşanması muhtemel protestoların önüne set çekmek olduğunu düşünenlerdenim. Yoksa bu kadar basit bir olaydan suç üretme saçmalığına aklı başında hiçbir iktidar girişmez.
Zaten hükümet de bu konudaki tepkisini doğrudan değil, ortağı aracılığıyla verdi. Ancak tepkilerin dozu akıl ve mantık sınırlarını o kadar zorladı ki, insanlar ne olup bittiğini anlamlandırmakta zorluk çektiler. İktidar, burada iki nedenle böyle bir süreci gündeme taşımış olabilir. Birincisi, hükümetin afet yönetimindeki başarısız ve tutarsız yönetimi ve Kızılay üzerinde yaşanan tartışmalar sonrasında siyasal olarak zor duruma düşünce, gündemin değişmesine ihtiyaç duyulmuş olmasıdır. İkincisi ise, seçim sürecine girilmesi arifesinde muhtemel tepkilere karşı topluma bir gözdağı verme isteğidir. Siyasal iletişim açısından bu çok tutarlı bir yaklaşım gibi görünmese de devlet imkânlarını hukuku zorlayacak derecede korkusuzca ve sonuna kadar kullanan bir iktidar için, son düzlüğe girilirken kendi seçmen kitlesini bir arada tutmaya hizmet edebilir. Diğer bir etki de, toplumda siyasetin öcüleştirilmesi yoluyla, toplumsal muhalefetin kendini yeniden üretme süreçlerinin önü kesilmek istenmiş olabilir.
Millet İttifakında Neler Oluyor?
Tribünlerdeki protesto sloganlarına karşı hükümet tarafından verilen tepki ile afet bölgesinin gündemi geri plana itilmişti. Fakat yeniden hükümet üzerine gündem oluşmaya başladığında bu defa başka bir siyasi olay, ülke gündemini yeniden belirledi. Millet İttifakının aday belirleme toplantısı sonrasında toplantının mutabakat metnini imzalayan İYİ Parti Gene Başkanı Meral Akşener, partisinin yetkili organlarıyla görüştükten sonra siyaset açısından oldukça sert sayılabilecek bir üslup ve siyasi nezaketin sınırlarını zorlayan bir yaklaşımla bir basın açıklaması yaptı. İlk kurulduğu zamanlarda İYİ Parti’nin Meral Akşener önderliğinde merkez sağda AKP iktidarıyla birlikte oluşan boşluğu doldurabileceğine inanlardan birisi oldum. Ancak bu son gelişme bu konudaki kanaatlerimi sarstı. Görünen oydu ki, İYİ Parti merkez sağ düşünceyi temsil etmekten bir hayli uzak bir yola girmeyi tercih etmişti. Meral Akşener’in açıklamaları üzerinden gidersek, İyi Parti’nin yol ayrımına gelmesine sebep olan olayın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına olan itirazı olduğu görülmektedir.
Öncelikle şunu vurgulamak gerekir; İyi Parti’nin Mansur Yavaş ismini desteklediği, CHP’nin ise Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda tam bir mutabakat içerisinde olduğu aylar öncesinden belliydi. Böyle bir durumda ittifakın büyük ortağı konumunda olan CHP lideri son ana kadar altı liderin mutabakatını arayacağını ifade etmişti. Bu koşullar altında İttifak, çok önemli uzlaşı metinlerine imza atarak, Türk Siyasi tarihinde benzeri görülmemiş bir birliktelik görüntüsü veriyordu. Ancak ne olduysa son toplantıda oldu, belki de önceden var olan çatlak, büyük bir kopmaya dönüşerek ayrılığa yol açtı. Burada 2 Mart 2023 tarihinde yapılan toplantı sonrası altı lider tarafından imzalanan metin, üzerinde son uzlaşılan metin olarak görünüyor. Sonrasında kendi partisinin yetkili organlarından onay alamaması durumunda Akşener’in daha sakin bir üslupla yeniden uzlaşma arayan bir dil kullanması beklenirdi. Ama bu olmadı, adeta kapı çarpılarak çıkıldı. Akşener gibi usta bir siyasetçinin bunu bilmediğini düşünmek doğru olmaz. Öyleyse neden böyle olduğunu anlamaya çalışalım.
“Cui bono” diye sormadan, bir konuya açıklık getirmek gerekir. Aday belirlemede anketlerden yararlanmanın sakıncalı sonuçlar üretebileceğini düşünenlerdenim. Birincisi, toplumsal algının istediği yönde oluşmasını sağlayacak bir medya düzenine ve devletin bu konuda kullanılabilecek bütün aygıtlarına hâkim olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Yani anketlerde öne çıkan isimler neden öne çıkıyor? Yani iktidar bu isimlerin öne çıkmasını istemiş olamaz mı? İkincisi, anket bir yöntem değil tekniktir. Sadece anlık fotoğraf çeker. Oysa karmaşık sistem olan toplumlarda bir gecede bile büyük değişimler yaşanabilir. Yani siz bugün aday belirlemek için yaptığınız anketin sonuçlarının seçim günü, yaklaşık 2,5 ay sonra geçerli olabileceğini iddia edemezsiniz. Üçüncüsü, iktidarın sizin anketle belirlediğiniz adayı kelimenin tam anlamıyla yere serebilecek bir medya ve sosyal medya gücü olduğu konusunda kimse küçümseyici olmamalıdır. Peki, neden “seçilecek aday” vurgusu yapılıyor? Oysa siyasette böyle bir yaklaşımın zemini olmadığını bütün siyasetçiler bilir. Siyaset halka adayını anlatabilmeyi gerektirir. İnanç veya etnik temelli bir yaklaşımla aday belirleyip de kazanıyorsanız, bu bir Pirus zaferi olabilir ancak. Toplumsal muhalefetin birleşmesi amaçken, muhalefetin kendi içerisinde ayrışmasından kim kazançlı çıkar?
Bu yaşanan olaydan ilk anda en kârlı çıkan, Cumhur İttifakı olmuş görünmektedir. Ancak konunun farklı boyutlarına bakıldığında, İYİ Parti, Millet İttifakı’nın büyük ortağı CHP’nin “418 Milyar doları geri alacağız” ve “beşli çete” söylemlerini benimsemiş görünmüyordu. Bu konuda sessiz kalmayı tercih etti. Yani olası bir seçimde Kılıçdaroğlu’nun muhalefet adayı olarak kaybetmesi, AKP ile yakın ilişki içerisinde olan sermaye gruplarının da çıkarına görünmektedir. İYİ Parti ile bu sermaye grupları arasında bir görüşme oldu mu, bilmiyoruz. Ancak muhafazakâr partilerin akçeli işler konusundaki sicillerinin “ideolojik bağlamda” (yaşanan tekil örneklerden bağımsız olarak) halkın yararına tercihlerden oluştuğunu söylemek de zor görünmektedir. Bunun yanında Kılıçdaroğlu’nun altı liderin mutabakatını aradığı noktadan nasıl beş lideri yeterli gördüğü noktaya geldiğini de kendisinin kamuoyuna açıklaması gerektiğini değerlendiriyorum.
Burada bir noktaya daha dikkat çekmekte fayda bulunmaktadır. İYİ Parti içerisindeki önemli isimlerden Akşener’in sert üslubu ile uyuşmayan açıklamalar gelmesi, açıklamanın partideki herkesi memnun etmediğini de göstermektedir. İlk anda yetkili organlardaki görüşmelerin Akşener’in iradesini aşmış olabileceğini düşünmüştüm. Ancak bu konudaki kanaatimin değiştiğini ifade etmeliyim. Açık olmak gerekirse, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’na yapılan çağrı, siyasi etiğe uymadığı gibi, Akşener’in bugüne kadar çizdiği birleştirici siyasetçi profiline de hiç uygun düşmemiştir. Henüz çok erken ancak parti içi müzakerelerde bir aşamaya gelindiğinde, önemli isimlerin partiden ayrılığı ya da partinin Millet İttifakı içerisinde yeniden yer alacağının açıklanması gündeme gelebilir. Ama ne olursa olsun hem İYİ Parti hem de ülke için iyi olmamıştır. Cumhurbaşkanlığı seçiminin de ötesinde, TBMM aritmetiğini etkileyebilecek olumsuz bir tabloyla karşı karşıya bulunuyoruz. Eğer seçimde İyi Parti bir baraj sorunu yaşarsa, bundan en kârlı çıkacak partinin AKP olacağını düşünüyorum. Siyasette bir gün bile çok uzun bir süredir. Her şey olmasa da bazı şeylerin düzelmesi için fırsat halen vardır. Herkes aklını başına almalıdır.
Sonuç
Ülkenin siyasi, ekonomik ve kurumsal kapasitesinin oldukça düştüğü bir dönemden geçiyoruz. Yaşanan afet, bütün bu gerçekliği hepimizin yüzüne vurmuştur. Toplumun büyük bir kesimi bunun farkındadır. Farkında olmayanların küçük siyasi çıkar kaygılarıyla yaptıkları tercihlerin toplumun ve ülkenin geleceğini belki de geri döndürülemez şekilde ipotek altına alacağı gerçeğinin artık herkes tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Bu süreçte siyasi düzlemde yaşanan bütün tartışmaların siyasetin dehlizlerindeki köşe kapma mücadelesinin bir parçası olduğunu görüp, vatandaşlık bağının bizim birlikte yaşamamızın en önemli gerekçesi olduğunu anlamamız ve kutuplaşmadan uzak durmamız, hayati derecede önem kazanmıştır. Akşener’in açıklaması öncesinde birbiriyle şakalaşan insanların, açıklama sonrası birbirine düşman hale gelmesinin izahını birilerinin yapması gerekiyor.
Kendimize yaşanan olaylarla ilgili “Cui bono” sorusunu sormamızın tam da zamanıdır. Çünkü bu soru, yıllardır oynanan oyunda bir türlü talihin yüzüne gülmediğini düşünen insanları, yeni bir deste açıp, hilesiz kartlarla oynamak konusunda bilinçlendirecek ve yüreklendirecektir. Ya kartlar, adil bölüşüm ilişkileri ve anayasal vatandaşlık temelinde yeniden dağıtılacak, ya da hileli kartlarla kaybedeceğimizi bildiğimiz bir oyunu tekrar tekrar oynamaya devam edeceğiz. Hangi tercihin kime yaradığı sorusunu sorabilen insanlar, Halk olmanın gücünü ve sorumluluğunu sandığa yansıtabilecektir. Alan Parsons’ın çok sevdiğim bir şarkısının sözleri ile bitirmek istiyorum. Eğer bütün hayatın iyi bir kartın gelişine bağlıysa oyun hiç bitmez.
(1) https://evrimagaci.org/cui-bono-yasanan-bir-olayin-kimin-yararina-oldugunu-sormak-neden-onemlidir-10774