Siyasette Neler Oluyor?
İktidarda olan siyasi partiler de halkın refahına yaptığı katkı ile seçimleri yeniden kazanmaya, politikalarını uygulama fırsatını yeniden yakalamaya ve iktidarını sürdürmeye gayret ederler. Elbette bu mücadelenin demokratik koşullarda, adaletli biçimde ve dürüstçe sürdürülmesi gerekir. Ancak bu durum, sadece iktidarda bulunanların demokratik olgunluğu ile ilgili değil, aynı zamanda toplumun demokratik olgunluk düzeyi ile de bağlantılıdır.
Sevgili dostlar, telaffuz edilen fakat kesinleşmemiş bir seçim tarihi etrafında siyasetin hatlarının keskinleştiği, her türlü propaganda tekniklerinin kullanıldığı, umut ve endişenin köşe kapma mücadelesi içinde olduğu günlerden geçiyoruz. Hemen herkesin birleştiği ortak nokta, seçimlerin sonucu ne olursa olsun, seçilecek olan Cumhurbaşkanının ve parlamentonun ülkenin yaşadığı sıkıntılara odaklanıp ekonomik koşulları iyileştirmesi ve halkın refahını artırması gerektiği konusudur. Siyasi partiler, iktidar olma hedefi ile kurulurlar. Bu amaçla kadrolarını oluşturur, iletişimini düzenler ve topluma ulaşmaya çalışırlar.
İktidarda olan siyasi partiler de halkın refahına yaptığı katkı ile seçimleri yeniden kazanmaya, politikalarını uygulama fırsatını yeniden yakalamaya ve iktidarını sürdürmeye gayret ederler. Elbette bu mücadelenin demokratik koşullarda, adaletli biçimde ve dürüstçe sürdürülmesi gerekir. Ancak bu durum, sadece iktidarda bulunanların demokratik olgunluğu ile ilgili değil, aynı zamanda toplumun demokratik olgunluk düzeyi ile de bağlantılıdır. Bu açıdan bakıldığında ülkede siyasetin yapılış tarzının toplumun demokratik olgunluğunun bir türevi olduğunu söylemek mümkündür. Siyasetçilerin seçime doğru gidilen süreçlerde rakibinin halkın bir kesimi değil, diğer siyasi partiler olduğunu anlaması ve bilmesi gerekir. Bu nedenle siyasetin dilinin asla halka, yaşam tarzına, toplumun birlikte yaşama dinamiklerine zarar vermemesi beklenir. Şimdi bu perspektiften Türkiye’nin siyaset gündemine bakmaya çalışalım.
Kutuplaşma Siyasetinin Olası Sonuçları Nelerdir?
Siyasette kutuplaşma yaratarak kendi seçmen kitlesini konsolide etmek, dünyada birçok siyasetçinin sıkça başvurduğu bir stratejidir. Ancak bütün siyaseti bu strateji üzerine kurmak, halka anlatabilecek olumlu bir durumun olmadığı durumlarda geçerli olabilir. Yaratılan kutupları gereğinden fazla derinleştirmek, o kutupların gerektiğinde bir araya gelmesini engelleyecek ve birlikte yaşama iradesini bozacak bir siyasi tutumdur ve toplumun geleceği adına çok tehlikelidir. Kutuplaşmanın olumsuz sonuçları, özellikle afet, savaş, ekonomik kriz gibi toplumda kolektif hareket etme ihtiyacının ortaya çıktığı durumlarda kendini gösterir. Kutuplaşma böyle durumlarda yaşanan sorunları ağırlaştırıcı bir etki yapar. Toplumsal sorunlara karşı duyarsızlık baş gösterir. Herkes bir başkasının yaşadığı sorunları görmezden gelmeyi tercih eder ve çıkarlarını başkalarının zararına bile olsa savunmaktan geri durmaz. Savunulan çıkarlar genellikle küçük, önemsiz bile olsa, canlıların yaşam hakkının, insanların hayatının bile önüne geçebilir.
Siyasetçi açısından bakıldığında rakip siyasi partiyi/partileri seçmenleri ile birlikte hedef almakta bir tek amaç olabilir. Bu tip siyasetçiler toplumda süregelen devamlı bir kriz halinden beslenirler. Seçmen kitlesi kendi uygulamalarından memnun olmasa bile, düşmanlaştırılmış tarafa asla oy vermeyecek bir taraftar kitlesi yaratılır. Bu durum bir anlamda siyasi fırsatçılık olarak adlandırılabilecek patolojik bir yaklaşıma işaret eder. Çünkü uzun vadede topluma büyük zararlar vereceğini bile bile böyle bir siyasi tutumu benimsemenin kimseye faydası yoktur. Elbette siyasetçinin halkın görmesini istemeyeceği gerçekler varsa, bu tutum ancak siyasetçiye, o da sadece kısa bir süre için katkı sağlar. Abraham Lincoln’ün “Herkesi bazen kandırabilirsiniz. Bazı insanları her zaman kandırabilirsiniz. Ama herkesi her zaman kandıramazsınız” sözü bu duruma çok uygun düşmektedir.
Kutuplaştırılmış toplumlarda, siyasi partiler arasında oy geçişkenliği azalır. Seçmen ancak kendisinden olduğuna inandığı/inandırıldığı siyasi hareketlere yakın bir tutum sergiler. Bunun dışında “karşı taraf”a mesafelidir. Bunun korunabilmesi için ise, genellikle kitle iletişim araçları üzerinden propaganda teknikleri uygulanarak seçmen kitlesinde ani karar değişikliklerinin önüne geçilmeye çalışılır. Propaganda, gerçeğin çarpıtılmış biçiminin ya da istenen kısmının, hedef kitlede yayılmasıdır. Siyasi iktidarlar genellikle devletin bu konudaki yüksek kapasitesini siyasi çıkarları için kullanabilirler. Bu nedenle demokratik toplumlarda mutlaka siyasi iktidarların kontrolü dışında bir medya olması gerekir. Böylece vatandaşların alternatif kaynaklardan bilgiye erişimi sağlanmış olur. Bu, iyi işleyen demokrasi için bir zorunluluktur. Aksi durumda, siyasi iktidarın elinde kitleleri istediği gibi etkileyebileceği, yönlendirebileceği veya ikna edebileceği bir kapasite oluşur ki, bunu iktidar gücünün yozlaşması biçiminde okumak da mümkündür.
Hitler’in Propaganda Bakanı J. Goebbels şunları söyler (1); “Kamuoyunun oluşumunu denetlemek devletin mutlak hakkıdır. Propagandanın işlevi yoldan döndürmek değildir. Onun görevi, daha çok takipçiler toplamak ve onları hizaya sokmaktır (…) Görevimiz, düşünceleri basite indirgeyip ilkel kalıplara dökerek siyasal ve ekonomik yaşamın karmaşık sürecini en yalın terimlerle sunup sokağa taşıyarak ve bunları küçük adamın kafasına zorla sokarak (…) bireyin çevresini değiştirmek amacıyla insanın faaliyet gösterdiği her alana girmektir.” Medyanın gerçekten bağımsız olduğu bir ortamda bir siyasi iktidarın bu ölçüde bir propaganda uygulamasında başarılı olması çok zordur. Elbette toplumun algı düzeyi de önemlidir. Bu konuda Hitler “Kavgam” kitabında şöyle der (2); “Her türlü propaganda, düşünce düzeyini seslendiği kişilerin en kalın kafalısının anlama yeteneğine göre ayarlamalıdır. Düşünce düzeyi ne kadar aşağı olursa, inandıracağı insan kitlesi o kadar geniş olur.” Siyasetçilerin kullandığı dili bazen anlamlandırmakta zorlanırız. Kullanılan dili siyasetçinin bulunduğu makama yakıştıramayabiliriz. Ama şurası bir gerçek ki, o dil tesadüfen tercih edilmiyordur. Çok büyük ihtimalle, kutuplaştırma stratejisinin gerektirdiği bir propaganda ile karşı karşıya kalmışızdır.
İttifaklar Kıskacında Seçmen Tercihleri Nasıl Oluşur?
Seçimlere giderken Türk siyasetinde iki büyük ittifak bulunmaktadır. Ancak ittifaklar, partilerin tüzel kişiliklerinin, ideolojilerinin ve temel politikalarının değiştiği anlamına gelmez. Bu nedenle her parti ittifak içindeki sorumluluğunun dışında kendi seçmenine karşı da sorumludur. Kutuplaştırılmış seçmen kitleleri açısından mevcut iki ittifak arasında büyük oranda oy geçişi olabileceğini beklemek yanıltıcı olur. Ama yine de bazı olaylar neticesinde oy kaymaları yaşanabilir. Mesela Sinan Ateş cinayeti, MHP’de bir miktar oy kaybına yol açacak görünmektedir. Tam da böyle bir ortamda İyi Parti’nin Millet İttifakı içerisinde aday belirleme sürecine itirazını, yaşanan olay bağlamında okuduğumu söylemek isterim. Kendini merkez sağda konumlandırdığı bir süreçte büyümekte olan İyi Parti’nin MHP’den gelebilecek oylara adres göstermek için kendi ideolojik köklerinin altını yeniden çizdiğini düşünmek mümkündür. Benzer şekilde güvenlik kaygısını tetikleyebilecek olayların da ittifaklar arasında oy geçişi yaratması imkânsız değildir.
Cumhur ittifakının oylarında bir erime gözlense de, bu erime yaşanan ekonomik koşullarda beklendiği ölçüde büyük değildir. Seçmen kitlesini konsolide edebilmek için kontrolündeki medyayı ve devlet imkanlarını seferber eden Cumhur ittifakının uyguladığı propaganda stratejisi, amacına ulaşıyor görünmektedir. Aynı zamanda AKP Genel Bakanı olan Cumhurbaşkanı’nın söylemlerinde kullandığı dilin de bu propaganda stratejisinin bir parçası olduğunu düşünenlerdenim. Bunun yanında Güneydoğu’daki İslamcı oyları almak adına Hizbullah’ın siyasi kanadı olarak görülen HÜDA PAR’ın (3) Cumhur ittifakına katılması çabalarının seçimin kaderini etkileyebilecek bir etki yaratmasını beklemiyorum ama burada HDP oylarının yönünün belirleyici olacağının mutlaka hesaba katılması gerekir. Bu anlamda iki ittifak da doğrudan dikkate almıyor görünse de, HDP’ye karşı söylemlerini yumuşatmış görünüyor.
Henüz adayını belirlememiş olan Millet ittifakının doğrudan olmasa da, seçtiği aday üzerinden bütün kesimlerle diyalog kurması seçimin başarısı için bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır. Burada iktidarın propagandasının yine karşıtlıklar üzerinden Millet ittifakını vurmaya yöneleceği beklenen bir tutumdur. Bu nedenle Millet ittifakının birlik görüntüsünü bozmamasının çok önemli olduğunu değerlendiriyorum. Bunun için de ittifak bileşeni siyasi partilerin her kademedeki görevlilerinin ve üyelerinin son derece dikkatli ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerekiyor.
Millet ittifakının açıkladığı Ortak Politikalar Mutabakat Metni üzerine yapılan eleştirilerden bir kısmının metinde ülkeyi bir arada tutan temel değerlere vurgu yapılmaması olduğu göze çarpmaktadır. Kabul edilmelidir ki, ittifakın önceliği gerçekten uygulanmaya başladığı günden itibaren Türkiye’nin bütün ekonomik ve sosyal göstergelerinde bozulmaya yol açan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin değiştirilmesidir. Dolayısıyla her partinin ideolojik tercihlerinin metinde yer alması hem müzakere tekniği hem de tutarlılık açısından sorun yaratır. Ancak metinde yer almıyor olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli olan Atatürkçü düşünceyi ve Anayasanın ikinci maddesinde yer alan nitelikleri ortadan kaldırmaya yetmez. Zaten tutum olarak da böyle bir yaklaşım gözlenmemektedir. Bu noktada yapılan çalışmanın değerli olduğuna inanıyorum.
Adaylık tartışmalarının rasyonel olmayan kanaat ve düşünceler üzerinden eleştirilmesinin Millet ittifakının önündeki en büyük sorun olduğunun da görülmesi gerekiyor. Kamuoyuna yapılan açıklamalardaki sorumsuz ve ölçüsüz tutumların siyasi bir başarısızlık durumunda Millet ittifakı bileşenlerinin siyasi hayatlarını çok olumsuz etkileyeceği de görülmelidir. Bunun yanında adayın belirlenmesinde yaşanacak gecikmenin psikolojik üstünlüğü Cumhur ittifakına kazandırabileceği de gözden kaçırılmamalıdır. Bu seçimi diğer seçimlerden ayıran en önemli boyut, seçimlerin sadece ülke açısından değil, küresel siyaset açısından da önem taşımasıdır. Bu çerçevede farklı mesajların, farklı iletişim kanalları üzerinden yayılması, alternatif enformasyona tam da bu dönemde ne kadar ihtiyacımız olduğunun anlaşılmasını gerektiriyor.
Sonuç
Öncelikle seçime gidilen süreçte, siyasi liderlerin rakiplerinin vatandaşlar değil diğer siyasi partiler olduğunun anlaşılması oldukça önemlidir. Eğer bu topraklar üzerinde birlikte yaşamaya devam etmek durumunda olan halk, kutuplaştırıcı siyasetin toksik dilinden kurtulamazsa, bir yerden sonra ortak yaşama iradesi de ortadan kalkabilir. Çok büyük bir ihtimalle bu irade kaybı, iç dinamiklerden çok dış dinamiklerin belirleyici olduğu bir sürecin sonucunda ortaya çıkabilir. Ülke siyasetine yön verecek konumda olan siyasetçilerin bunu bilmemesi mümkün değildir. Bilerek uygulanan bir stratejinin sorumluluğu, zamanı geldiğinde halka hesap vermeyi gerektirir. O halde “kim, neden kutuplaştırıcı siyaset izliyor?” sorusunun vatandaş tarafından cevabının hem kendi zihninde hem de sandıkta verilmesi gerekmektedir. Aksi halde kaybedeceğimiz tek şey refahımız olmayacaktır.
(1) Övür, Ayten, (2016), “Kitle İkna Tekniklerinin Kullanılması Bakımından Günümüz Televizyon Yayıncılığı”, İletişim Çalışmaları Dergisi, S. 2, s. 55-79.
(2) A.k.
(3) https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/huda-par-cumhur-ittifakina-katilma-yolunda-gorusmeler-kisa-surede-sonuclanacak-2048181