Site İçi Arama

tarih

Askerî Pilotlukta Şövalyelik Devri Neden ve Ne Zaman Kapandı?

Sene 1936 Yaz ayları…Eskişehir’de 1’inci Alay 2’nci Bölük uçuş heyetindeydim. Uçaklarımız Brege 19-7 idi. Alay Komutanımız rahmetli Orgeneral, Türk Hava Kuvvetlerinin ilk komutanı o dönemde rütbesi Albay olan Zeki DOĞAN’dı.

Tayyar, Tayyare, Tayyarecilik Sözcükleri Neyi İfade Ediyor?

Türk havacılığının müthiş girişimcilerinden Nuri Demirağ, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta; “Sipahiliğin, süvariliğin, serdengeçtiliğin bugünkü şekli tayyareciliktir” diyordu... Gerçekten de ‘tayyareci’ ve şövalye (ya da atlı sipahi, süvari) birbiriyle ilişkili kavramlar. Bu tayyare sözcüğü, askeri pilotluğu yüreğini ortaya koyarak, cesurca ve aşkla yapma duygusunda içinde barındırıyor. 

Halen de bazı askeri pilotlar, çoğunlukla kendi aralarındaki özel sohbetlerinde, havacılık ruhunun eskilerde daha derin ve heyecanlı olduğunu ima edercesine kendilerine ‘tayyareci’ demeyi tercih ediyorlar. Ben de eskileri konuşurken ‘tayyareci’ sözcüğünü kullanmaya çok seven Hava Kuvvetleri kökenli eski bir savaş uçağı pilotu olarak, bu sözcüğü çok tılsımlı, pilotluğa çok farklı bir anlam yükleyen, tarifi zor bir sözcük olarak görenlerdenim. 

Arapça kuş anlamındaki ‘tayyar’ sözcüğünden türeyen tayyare, 1972 yılında çıkarılan bir emirle yasaklandı ve bu sözcüğün yerine ‘uçak’ sözcüğü getirildi. Ama o dönemin pilotlaru, onları örnek alarak büyüyen ardılları olan buna uzun süre direndi ve sadece resmi yazışmalarda kullandı; daha gizemli gelen ‘tayyare’ sözcüğünü günlük konuşmalarında kullanmaya devam ettiler.

Emekli Hava Tümgeneral İbrahim METEL anlatıyor:

“Sene 1936 Yaz ayları…Eskişehir’de 1’inci Alay 2’nci Bölük uçuş heyetindeydim. Uçaklarımız Breguet (Brege) 19-7 idi. Alay Komutanımız rahmetli Orgeneral, Türk Hava Kuvvetlerinin ilk komutanı o dönemde rütbesi Albay olan Zeki DOĞAN’dı. Doğudaki harekât görevine katılmamız için bölüğümüze emir verdi. Harekâtı 12 tayyare ile iştirak edecektik. Bölük uçuş heyetinde yüzbaşılar, üsteğmenler, teğmenler, Sabiha GÖKÇEN ve pilot başçavuşlar vardı…

O zaman tayyarelerimizde telsiz yoktu. İşaretlerle anlaşma imkanını arıyorduk. 12 tayyare Kayseri’de buluşum geceyi Kayseri Tayyare Fabrikası’nda geçirdik. Ertesi sabah erkenden Bölük Kumandanı (şimdinin Filoları dengi birliğin komutanı), Kayseri-Elazığ yolu hakkında izahat verdi. Uçuş esnasında yolumuzu kaybetmememiz için tren yolu, karayolları, dağlar ve nehirlerden istifade edebileceğimizi söyledi…. " 

Emekli Hava Tuğgeneral Avni KANDEMİR Anlatıyor: Şövalyelik Devri

Genelde "Tayyareci" denince akla, lövye-direksiyonla (rudder) oynamasını bilen insan gelir. Oysa günlük yaşantısıyla, tutum ve davranışlarıyla, yaşam felsefesiyle ve özet olarak, tüm kişiliğiyle kendisini bir mesleğe adamış o meslekle bütünleşmiş insanlar, sıradan olmayan insanlardır ve sadece bir lövye-direksiyon oyuncusu olarak nitelendirilemezler.

Yarım Yüzyıl kadar gerilere giderek, kendimizi o dönemlerin koşullarını düşünmeye zorlayalım:

- Uçuşun güvenle yürütülmesi için gerekli altyapı yoktur.

- Dönemin uçakları, günümüze göre, ilkel bir teknolojinin ürünüdür.

- Eğitim derme çatmadır, noksandır, zayıftır.

- Birliklerdeki uçuş eğitimi için yazılı dokümanlar, belirlenmiş ve yayınlanmış kesin kurallar, yönergeler ve benzeri kaynaklar ya çok sınırlıdır ya da yoktur.

- Yıllık uçuş istekleri, kabul edilebilir kriterlere göre değil, uçak faaliyetinin elverdiği sınırlı sürelere göre ayarlanmakta ve genelde pilot başına yıllık toplam uçuş süreleri 50-60 saati güçlükle bulmaktadır. 

- S/S yardımcıları gibi bir “lüks” elde mevcut değildir. Hatta Hava Yer telsiz bağlantısı bile ender rastlanan bir bahtiyarlıktır.

- Hava Tababeti (uçucu sağlığı) denen bir konu henüz duyulmamıştır.

- Mesleki bilgiyi arttıracak yabancı kaynaklı yayınlar henüz sınırlarımıza ulaşmamıştır.

- Uluslararası havacılık kuralları daha yazılmamıştır.

- Meteoroloji hizmetleri emekleme çağında dahi sayılmaz, hiçbir teçhizata sahip değildir. Hava tahminleri Keltepe veya Körtepe çevresinde (her hava üssü civarında benzerleri bulunan) kümelenen bulutlara bakarak gözle yapılmakta ve hatta rüzgârın yönü ıslatılan parmakla saptanmaktadır.

- Arama, kurtarma diye bir sorun yok. Çünkü böyle bir konu yoktur. 

- (Acıdır ki) Paraşütler dahi güvenilir değildir.

- Uçuşta ve uçuculukta risk oranı alabildiğine yüksektir.

Ama bütün bu koşullara rağmen insanlar uçuyor ve kimileri şehit oluyor, kimileri sağ kalıyordu. Sağ kalanlar, (en yakın arkadaşını mezara koyduktan sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi) yine uçuyor, uçmaktan haz duyuyor, onur duyuyor, gurur duyuyordu. Ya şehit olanlar? Evet onlar da her zaman yaşıyorlar, yaşamaya devam ediyorlardı: Anılarda ve buruk yüreklerde…

Havacılığın Başlangıç Yıllarındaki Uçuş Şartlarını Anlamaya Çalışmak

Yine kendimizi zorlayalım ve o dönemlerin dünyasını anlamaya çalışalım. Tayyarecilik bütün uluslar için korkuyla, heyecanla, merakla ve zevkle izlenen yeni bir meslek, yeni bir maceradır. Türk insanı için de öyledir ve bir bakıma doğanın koyduğu yasakları, doğal yasaları hiçe saymaktır. Tayyareci kimine göre bir serdengeçti, bazılarına göre bir maceraperest, birilerine göre de olağanüstü veya olağandışı bir varlıktır. Bu nedenle de, (geçmişte Türk halkı) arasında cin-peri masalı benzeri tayyarecilik masalları anlatılır ve bu anlatımlar zaman içerisinde Kurgu-Bilim Romanlarına dönüşürdü. Garip ama gerçek, halk arasında anlatılan bu tür serüvenlerin kahramanlarının isimlerinin başına da çoğu kez bir "Deli" sıfatı getirilirdi. Herhalde (ortalama Türk insanı açısından) uçmanın akılla bağdaşamayacağını belirtmek için olsa gerek!

Uçmanın kahramanlık sayıldığı o dönemlerde, tayyarecinin hayata ve dünyaya bakış açısının, sıradan insanlara göre farklı olması doğaldı ve hatta kaçınılmazdı.

Tayyareci Korku Nedir Bilmezdi?

Öncelikle tayyareci “korkuyu tanımayan insandı.” Kişisel çıkar kaygılarından uzaktı, yaşamında coşku vardı, hareket vardı. Uzun vadeli planlar yapmaz, yarınların düşlerine kendisini kaptırmazdı ama içinde bulunduğu günü de dolu-dolu, gönlünce yaşamak isterdi. Alabildiğine sevecen, arkadaş canlısı, özverili yerine göre, ince - zarif - çelebi ve hatta rint (dünya işlerini hoş karşılayan, hiçbir şeye aldırmayan, çok hoşgörülü, açık yürekli kimse, gönül eri) bir insan olurdu. Yerine göre dirençli-inatçı, sert, yemeyi içmeyi, eğlenmeyi seven ve bunları en güzel şekilde bilen kişi olurdu: acısını içkiyle bastıran, sevincini içkiyle karşılayan, ama hiçbir içkinin tutsağı olmayan, uçtukça yaşayan, yaşadıkça uçmak isteyen kişiydi bizim bildiğimiz Tayyareci denenler.

Onun içindir ki, geri dönmeyecek olan o eski zamanların tayyarecilerine Se demişler ve yaşadıkları döneme de, "Tayyareciliğin Şövalyelik Olduğu Devir” adını vermişlerdir.

Kimilerine inanılmaz gelecektir ama, hiçte okur-yazar gözükmeye meraklı olmayan o kişilerin olağanüstü bir pratik bilgi birikimleri ve akıl almaz yöneticilik yetenekleri (ve askerliğe, havacılığa dair yüksek) deneyimleri vardı. Başka bir deyimle bu özellikten bilimsel bir karakter taşımıyor gibi gözükse de kendi dönemlerinin koşullarında her sorunun kolaylıkla çözümüne, her karmaşık konunun aydınlatılmasına yararı olurdu bu kişilerin. Her girişimin desteklenmesine ve hepsinden önemlisi insan denen varlığın en güzel şekilde yönetilmesine fazlasıyla yetiyordu bu eski tayyareci büyüklerimizin öne çıkan özellikleri.

Disiplinin sağlanması konusunda da farklı bir yaklaşımları vardı. O dönemdeki her seviyedeki havacı komutanların hemen hiçbirisi için "Yumuşaktı” denemezdi. Ne var ki günümüzden daha katı ölçü ve sınırlamalara sahipmiş gibi gözüken o dönemde, onların gösterdikten toleransa (hoşgörüye) şimdilerde rastlamak pek olası değil. Küçük işlerle uğraşmazlardı. Çünkü (onlar gerçekten) büyüktüler. Sorumluluklarını, günlük üniforma giyercesine kolaylıkla taşırlardı. Yetkilerini de, hiçbir etki altında kalmadan, son kertesine kadar kullandıkları bir gerçekti. Evet uçuş faaliyetleriyle ilgili yönetmelikler, yazılı kurallar, eğitim programları, standart usuller yaygın olarak o dönemin şartları içinde pek kullanılmıyordu. Ama sağduyularıyla, yaratıcılıklarıyla, deneyimleriyle bu boşluğu doldurmayı çok iyi biliyorlardı.

Şövalyelik Devri Neden Sona Erdi?

Peki, ne oldu da, o görkemli insanlar kayboldular ve damgalarını bastıkları "Şövalyelik Devri” de onlarla birlikte kapanıp, arkada kaldı?

Şüphesiz bu konu ayrıntılı bir araştırmayı gerektirir ve aslında Türk Hava Kuvvetlerin tarihiyle ilgilenen kişilerin bunu yapmaları zorunludur. Aksi takdirde söz konusu havacılık tarihimiz, eksik, sakat ve yavan kalacaktır.

Temelde, bizde mevcut cılız bilgilerle bu alana dalmak, haddimizi aşmak anlamını taşır. Ne var ki, kendilerine karşı duyduğum saygı, minnet ve hayranlık duygularının etkisiyle yine de konunun kıyılarında dolaşmaktan kendimi alamadım, alamıyorum.

İnsanlık tarihinin belirgin özelliklerinden birisi sürekli bir değişim içerisinde bulunulmasıdır. Batı ülkelerinde bu değişim, toplumların oryantasyonu ve motivasyonu için yeterli bir özümseme süresini veren, kabul edilebilir bir ivme ile gerçekleşirken; Türk toplumunda değişim, bir patlama şeklinde olmuş ve toplumun değer yargıları bir yumak gibi karışmıştır. Aslında olayın özü bu patlama olgusunda saklıdır. Türk insanının yüzyıllar boyunca birikmiş olan potansiyel enerjisinin kontrolsüz bir dinamizme dönüşmesi, pek çok değer ölçüsünün yitirilmesine ve uyum sağlanması için zamana gereksinime duyulan yeni ölçülerin oluşmasına neden olmuştur. Bu yeni çevrede şövalye yaşamı için gerekli alanın doğal sınırları daralmış ve 'büyük insanlar” bu dar çevreye sığamamışlardır Böylece, Türk Havacılık Tarihinin "Şövalyelik Devri bu hengame içesinde noktalanmış oldu.

Ne yazık ki, yeniden yaşanması da olası değil.

Bugün sayıları fazlasıyla azalmış olan o isimsiz kahramanların bir bölümü, kendilerini unutturmak istercesine, köşelerine çekilmiş, küçük bir bölümü de, geçmişten geleceği bir köprü kurabilmek umut ve arzusu içerisinde genç nesille seyrek de olsa temasını kaybetmemeye çalışmıştır. 

Kendilerini tayyareciliğe adamış mesleklerinin onur ve gururunu bayraklaştırmış olan o yüce insanların her birisi için bir anıt dikilse yeridir sanıyorum."

Sonuç

Uçmak, uçabilmek halen de çocuklar için, gençler için bir tutkudur. Pilot olmayı, özellikle de savaş pilotu olmayı insanların çoğu istemeye devam ediyor, ‘çocukluğumun hayaliydi ama olmadı’ diyenler ile ‘çocukluğumun hayalini gerçekleştirdim, ne mutlu bana ki Hava Kuvvetlerinde F-16 pilotu oldum’ diyenlere rastlamaya devam ediyoruz. Çok çeşitli hava vasıtalarından çok yüksek süratli olanları ve bomba atabilenleri, diğerlerinden bir adım önde görülür, görülmeye de devam ediyor. O nedenle çoğu savaş pilotu için hava yollarında yolcu ve kargo taşımacılığı yapan uçakları kullanmak ‘pilotluk’, geçmişte yaşamlarının bir döneminde F-104, F-5, F-4, F-16 uçurmak ise ‘tayyarecilik’ olarak nitelendiriliyor. 

Pilotun kullandığı savaş uçağı da uçaktan öte bir şeydir. Şövalyenin kılıcı neyse uçak da pilot için odur. Askeri uçaklara sembolik anlamlar yüklendiğinden, uçak savaş pilotlarının gözünde sanki içinde ruhu olan bir nesneye dönüşür. Bu dünyada yaygın bir durumdur. Geçmişte, ölüm korkusunu yenmiş Japon savaşçı (Samurai) geleneğinin devamı olan kamikaze pilotları da hava şövalyeleri olarak görülüyordu. Belki pilotluk eski zamanlara nazaran daha ulaşılabilir. Artık çoğu kişi; askeri pilot olamasa da kendi uçağının pilotu olmak dahil, çok çeşitli tipteki hava araçlarından birini, sağlık durumunda bir sıkıntısı bulunmuyorsa, uçurma şansını isterse kolaylıkla bulabilir. Ama uçurduğu şey uçak olur ama tayyare olamaz. Pilot olur ama tayyareci olamaz. Dolayısıyla eskilerin kendilerini şövalye ilan ederek uçuş yaptıkları dönemler çok gerilerde kaldı. Tayyareci ruhu ama askeri pilotlarımızda yaşamaya devam ediyor. Kendilerine tayyareci demeseler de onların her biri tayyareci ruhunu taşımayı sürdürüyorlar.

Kaynakça

Hava Kuvvetleri Anılar Kitabı, Hava Kuvvetleri Yayınları, Ankara, 1997, s. 354-357

Muzaffer Çetingüç, Şövalyelik Bitti mi? Airkule, 2 Mayıs 2017, https://www.airkule.com/yazar/SOVALYELIK-BITTI-MI/1196/

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 23.11.2023
  • Süre : 5 dk
  • 2706 kez okundu

Google Ads