Şehit Hava Pilot Üsteğmen M.Mustafa GÜLER'in Kısacık Ömrü Nasıl Geçti?
Tez canlıydı. Kendisi gibi tez canlı olan Babası da bu genç Harbiyelinin isteğini kırmamış, kim bilir, belki de çok kısa bir süre sonra aramızdan ayrılacak oğlunun doyasıya hayatı yaşamasını istemiş olacak ki, Mustafa’nın hiç beklemediği anda ona Ford marka bir araba alıp, hediye edivermişti.
Aslen Elazığlı olan M. Mustafa GÜLER’le Kuleli Askerî Lisesi’nde beraber okuduk. Kara Kuvvetlerinden Albay rütbesinde emekli olan babası Akif GÜLER gibi o da subay olmak için Kuleli’ye girmişti. O dönemlerde gönüllü olarak üstüne vazife olmayan işlere kafa yormasıyla tanınırdı. Derslerle pek arası iyi değildi. Sınıfını geçecek kadar çalışmayı yeterli görürdü ama illaki de ikmale kalmayı tercih ederdi. Tercih ederdi diyorum, zira çok rahat sınıfını doğrudan geçebilecek kapasiteye fazlasıyla sahipti. Ama o yaz döneminde de Kulelinin güzel bahçesinde gezinmeyi, boğaz kenarında yürümeyi çok sevdiğinden, okuldan ayrı kalmamayı yeğliyordu. Yardımsever, cana yakın kişiliği sayesinde okulda tanımadığı hemen hemen kimse kalmamıştı.
Kuleli’deyken fotoğraf çekmeyi severdi. Bu hobisini beraber okuduğumuz Hava Harp Okulu’nda da sürdürdü. Bu arada Hava Harbiyelilerin mekânı Yeşilyurt’a komşu semt olan Ataköy’e yerleşen ailesinin yanına hafta sonu evci çıkmayı yeterli görmeyen Mustafa, neredeyse okulla ev arası birkaç yüz metreden fazla olmayan evine gidip gelebilmek için, ehliyetini alır almaz bir de otomobil sahibi olmak istemişti. Tez canlıydı. Kendisi gibi tez canlı olan Babası da bu genç Harbiyelinin isteğini kırmamış, kim bilir, belki de çok kısa bir süre sonra aramızdan ayrılacak oğlunun doyasıya hayatı yaşamasını istemiş olacak ki, Mustafa’nın hiç beklemediği anda ona Ford marka bir araba alıp, hediye edivermişti. Buna Mustafa kadar biz de çok sevinmiştik, genç yaşta Yeşilköy ve Bakırköy sokaklarında Mustafa’nın arabayla ‘hava atma’ vukuatlarının bir parçası olmuştuk.
Atışa merak salan Mustafa, özellikle de tabanca yerine tüfekle atış yapmaya, atış takımının tüfekçisi olmaya soyundu. Oldukça iyi dereceler yapmaya başlayınca, takımın değişmez tüfekçisi oldu. Bu arada Mustafa, daha hava Harbiyeliyken saçını kaybetmeye, kelliğe doğru yol almaya başlamıştı. Bu haliyle zaman zaman eğlencelerimizin, tatlı kızdırmalarımızın bir parçası olurdu ama hiç kızmaz, bilakis o da kendisiyle dalga geçmekten adeta zevk alırdı.
1988 yılında Teğmen olarak mezun olduğunda, artık hayatının en büyük hedefine erişebilmek için Çiğli’ye pilotaj eğitimine başladı. Neredeyse hiç zorlanmadan, iyi bir pilot olarak 1989 yılında sol göğsüne pilot brövesini takmayı başardı. Bu arada, Çiğli’de evlenen kardeşimiz, aramızda ilk evlenenlerden oldu. Bu evlilikten iki erkek evlat sahibi oldu. 13 Ağustos 1997 tarihinde, şehadete erinceye kadar evlatlarıyla, eşiyle birlikte huzurlu bir aile ortamında mesleğini sürdürdü.
Mustafa, Çiğli'yi takiben 3’üncü Ana Jet Üs Komutanlığı/Konya’da önce 133’üncü Filo Komutanlığında F-5 uçaklarında ve takiben F-4’lerde 131’inci Filo Komutanlığında harbe hazırlık eğitimlerini aldı. İlk tayin yeri 7’nci Ana Jet Üs Komutanlığı/Erhaç (Malatya), 173’üncü Filo Komutanlığı oldu. Burada 4 yıl görev yaptıktan sonra, tekrar Konya’ya döndü. Kendisinin de yetiştiği F-4 harbe hazırlık filosuna, 131’inci Filo Komutanlığında öğretmen pilot olarak atandı. Son görev yeri de maalesef burası oldu.
13 Ağustos 1997 tarihinde, Öğretmen Pilot Üsteğmen Mustafa Güler ile F-4 harbe hazırlık eğitimi devam etmekte olan Pilot Teğmen Selçuk Bahtiyar birlikte bir eğitim uçuşu için planlanmıştı. Bu ikilinin içinde olduğu F-4 Phantom uçağı, öğleye doğru Konya Hava Üssü’nden havalandı. Uçak saat 11.40 sıralarında Kulu semalarına geldiğinde, bilinmeyen bir nedenle irtifa kaybetmeye başladı. Konya-Kulu Makasına 1.5 kilometre mesafede, Yazıçayır köyü yakınlarından geçen yüksek gerilim hattına çarpan uçak, telleri kopartarak büyük bir gürültüyle boş araziye çakılıverdi. Uçağın yere çarpmasıyla alev alması bir oldu, yanmaya başladı. İnfilak eden uçağın parçaları 1 kilometre çapında alana dağılırken, pilotlar maalesef uçaktan sağ çıkacak, atlayacak zamanı bir şekilde bulamamışlardı. İki pilot da oracıkta yaşamlarını yitirdi. Ertesi gün çıkan gazetelerde bu uçak kazasına ilişkin olarak, şehit pilotlar son anda paraşütle atlamayı denedikleri ancak başaramadıkları haberi yer aldı.
Bu uçak kazasından hemen sonra, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Denetleme ve Değerlendirme Başkanı Korgeneral Özkan ÖKTÜ başkanlığında bir teknik heyet, enkazda inceleme yapmak üzere Konya'ya gelmişti. Buradan kalkan UH-1 tipi askerî helikopterle olay yerine hareket eden heyet saat 16.25'te kaza yerine ulaştı. Ancak elverişsiz hava koşulları nedeniyle helikopter sert iniş yapmak zorunda kalınca, hasar gören helikopterdeki Korgeneral ÖKTÜ, Kurmay Albay Suphi ACAR ve 2 subay yaralandılar ve Kulu Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alındılar.
Mustafa’yla birlikte şehit olan Hava Pilot Teğmen Selçuk BAHTİYAR, 1991 yılında girdiği Hava Harp Okulundan 1995 yılında Teğmen olarak mezun oldu. 31 Mart 1997 tarihinde pilotaj eğitimini tamamladıktan sonra, 131’inci Filo Komutanlığına F-4 harbe hazırlık eğitimine başladı. F-4 eğitimini tamamlamaya yakın 13 Ağustos 1997 tarihinde şehit oldu.
Mustafa'nın naaşı Konya'da yapılan törenin ardından Elazığ'a memleketine götürüldü. 14 Ağustos'ta, Yedigöze Köy Mezarlığında toprağa verildi. Her iki şehidimize de Allah'tan rahmet diliyorum, ruhları şad olsun.
Mustafa GÜLER’in okul döneminde yakın arkadaşlarından olan Kaptan Pilot Kemal ENGÜREL, rahmetliye birlikte yaşadığı bir okul kaçamağı anısını benimle paylaştı. Kendisinin ağzından sizlere aktarıyorum:
“Mustafa tam bir jetçiydi. Gerçekten çok hızlı yaşadı ve çok genç yaşta aramızdan ayrıldı sevgili kardeşim Mustafa GÜLER. Rahmetliyle Hava Harp Okulu’nda aynı odayı paylaşıyorduk. Bir hafta sonu ikimizde bir nedenle, disiplin cezalısı olarak okuldaydık ve ikimizin de evleri İstanbul’da olmasına rağmen, disiplin cezası gereği o hafta sonu ailelerimizin yanına gidememiştik. Okulda hafta sonu cezalı olanlar, belirli aralıklarla nöbetçi subaylığına gidip imza atıyordu. Aradaki boşluklarda okul içinde kalmak şartıyla ya spor yapıyorduk ya da yatakhanedeki odalarımızda, okulun gazinosunda veya kütüphanesinde melankoli bir vaziyette vakit geçirmeye çalışıyorduk. Canımız sıkılıyordu. Bir okey takımımız olsa, yatakhanedeki odamızda bir iki arkadaşımızı da çağırıp okey oynayabiliriz diye düşündüğümüzü hatırlıyorum. Okulda okey takımı olmadığından (zaten yasaktı!) mecburen okul dışına çıkıp, bir yerlerden satın alıp, okula dönmemiz gerekiyordu. Tabii ki bu arada nöbetçi subaylığına imza atma saatini kaçırmadan bunu yapmalıydık ki yokluğumuz anlaşılmasın. Aksi takdirde ilave birkaç hafta sonunu daha cezalı olarak okulda geçirmek zorunda kalabilirdik. Bu düşünceyle, yaklaşık 3 saat kadar olan öğle yemeği aralığında dışarı çıkmaya karar verdik. Bu kaçamağı hızlıca Mustafa’nın arabasıyla yapacaktık.
Mustafa, plan gereği, arabasını alıp kaldığımız Yeni Alay binasının arka çıkış kapısına yanaştıracaktı ve ben de en üst kattaki odamızdan pardösülerimizi alıp yukarıdan Mustafa’ya atacaktım. Pardösüler elimizde binadan çıkarsak, dışarı çıkacağımız anlaşılabilir diye düşünmüştük.
Böylece odaya çıktım, pardösülerimizi aldım, orta katın merdiven arasındaki pencereden atmak için başımı eğerek yatay kirişin altından aradaki camı açıp başımı dışarıya uzattım ve pardösüleri aşağıda bekleyen Mustafa’ya attım. Bizi kimse görmesin, nöbetçi subayının haberi olmasın diye çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Pardösüleri aşağıya attıktan sonra, süratle Mustafa’nın yanına inecektim. Hızla geri döneyim derken, eğilerek arasından geçtiğim kirişi unutmuştum. Çıkış anında o dönüşle birlikte kirişe kafamı çarptım. İyice bir sersemledim ama bilincim yerindeydi. Elimi alnıma götürdüm. Alnım hafif yarılmıştı, kanıyordu. Alnıma kâğıt peçete dayayıp, hiçbir şey olmamış gibi aşağıya Mustafa’nın yanına gittim. Rahmetli direksiyonun başında, ayağı gazda, banka soygunu yapan soyguncuları kaçırmaya hazır bir şoför gibi aşağıda beni bekliyordu. Ben sağ kapıyı açtım, kendimi içeri zar zor attım. Mustafa, “Tamam devrem, gazlıyorum ve gidiyoruz.” dedi. Ben de, “Gazla ama önce okulun revire sür.” dedim. Şaşırdı önce, sonra bezi ve kanı görünce hemen revire sürdü. Nöbetçi doktoru çağırdılar ve kafama dikiş atıldı.
Sonra Mustafa, “Devrem hemen odaya gidelim, istirahat et.” dedi. Ben de oyunbozanlık yapmayı delikanlı ruhuma yetiremedim, “Olmaz, planladığımız gibi dışarı çıkıp okey takımını alıp geleceğiz.” dedim. Mustafa haliyle şaşırdı ama sadece “peki öyle yapalım!” dedi. Kendimizce bir plan yapmıştık, gereğini yapacaktık.
Okey takımına para vermek yerine, bizim evden alabileceğimiz aklımıza geldi. Bizim o dönem babamın mesleği nedeniyle oturmakta olduğumuz Seyrantepe Polis Lojmanlarına gittik. Yeşilyurt’tan Seyrantepe’ye giderek, bu kaçamak işini epey abartmıştık. Dönüşte Sirkeci’ye de uğradık. Arabayı büyük postane civarına park etmiştik. Alacaklarımızı alıp, arabaya bindik ama arabayı ilk etapta çalıştıramadık. Ateşleme olmuyordu. Birkaç kez denedikten sonra motordan duman çıkmaya başladı. İndik kaputu açtık, sağına soluna çok anlarmışçasına baktık. Biraz motorun soğumasını bekledik. Sonra şansımız var. Tekrar denedik, motor çalıştı. Sorunsuz okulun önüne kadar geldik.
Nizamiyeden tam içeri girdik, araba tekrar stop etti. Bugün şanssızlık peşimizi bir türlü bırakmıyordu. Ne yapacağımızı şaşırdık. Zira, okulun nizamiyesinde arabayla uğraşırken nöbetçi subayına yakalanma ihtimaliz yüksekti. Baktık olmuyor. Arabayı ittirerek çalıştıralım dedik. Mustafa direksiyonda, ben arkadan ittirerek nizamiyeyi geçtik. İkinci denemede aracı vurdurarak çalıştırabildik. Böylece firar ettiğimiz anlaşılmadan içeri girmiş olduk. Bu arada, nöbetçi subaylığındaki imza yoklamasından sonuncusunu kaçırmıştık. Gidip nöbetçi subayını gördük. Komutan benim sargılı kafamı görünce, neden yoklamayı kaçırdığımızı sorgulamadı bile. Kendime dikkat etmemi söyledi.
Rahmetli Mustafa’yla çokça hatıram var ama en çocukça olanını sizinle paylaşmak istedim. Biz birbirimize çok yakındık, ailelerimizde tanışmış ve birbirimizi çok sevmiştik. Hava Harp Okulu sonrası, Çiğli’de ve sonra bir dönem Malatya’da arkadaşlığımız devam etti. Çok kalender, dürüst, efendi, yüreği kıpır kıpır, her daim enerjik ve hayat dolu genç bir insandı. Her zaman hızlıca hareket etmeyi severdi. Arkadaşlığı, dostluğu, paylaşmayı ve birlikte vakit geçirmeyi severdi. Aramızdan çok erken ayrıldı. Hani derler ya, 'Hızlı yaşadı, genç öldü!' Onun hayatı biraz öyle oldu. Ruhu şad olsun."