Vecihi Hürkuş'un Anlatımıyla Havacılığın İlk Yılları
Türk havacılık tarihi; daha 14’üncü asırdan hız alacak kadar eski ve Türk adına yakışan parlak bir geçmişi enteresan girişimlerle süsleyecek kadar olgun hatıralar taşır. Bu gerçeğe inandığım için dünya havacılık tarihinin efsane kokusu veren sayfalarına bakmak ihtiyacını bile hissetmiyorum. Dünya havacılık tarihi diye anlatılanlar; 16’ncı asırda Leonardo da Vinci'nin, insanların uçabileceğini düşündüğünü, fakat insan kudretinin bu işe yetmeyeceğini anlayınca girişimden vazgeçtiğini yazarak başlıyor.
18’nci asırda bir İngiliz'in girişiminden bahsederek, bu yolda fiili bir deneyimi olmamakla beraber bu girişimin ulusal havacılık çalışmalarına esas olduğuna işaret ediyorlar.
Bu tarihten yarım asır sonra bir Fransız'ın yaptığı bir çift kanat ile koşturulan bir araba arkasında, ayakları yerden kesildiği için ilk uçan adam unvanını veriyorlar. Bu tarih 1867'dir.
Gene bu tarihten 23 sene sonra Alman Lilienthal, meydana getirdiği iki kanat ile süzülme uçuşları yapmaya başlıyor ve pek çok defa tekrar ettiği bu denemelerde uçuş uzunluğunu 150 metreden daha fazla ileri götüremeyerek motor kuvveti gereksinimi hissediyor. Burada itiraf etmek gerekirse; 1890 yılında Lilienthal uçmayı başarmış ve tayyaresine motor ilavesi denemelerinde düşerek ölmüştür. Bu olay, dünya tarihinde insanların havacılığa önem vererek aralıksız çalışmaya başladığı tarihtir.
Şimdi bir an da gözlerimizi Türk havacılık tarihine çevirelim. Semerkant’ta hoca Feyzullah efendinin Ulu Cami minaresinden yaptığı uçuş denemesi tam 16’ncı asırdadır. Bu denemenin ölümle sonuçlandığını öğreniyoruz, fakat unutmamak gerekir ki her ilim dalında olduğu gibi, havacılık ilminin de beklediği kurbanlar vardır.
Bu olaydan sonra Karadeniz sahilinde Of kasabamızda başarılı bir uçuş denemesinin yapıldığını öğreniyoruz. Of'lu Molla Uzun Hasan isimli bir Türk genci; küçüklüğünden beri derin bir zevk ile takip ve tetkik ettiği martı kuşlarının kanatlarını taklit ederek yaptığı bir çift kanat üzerinde uçuş denemelerine başlamış ve pek kısa bir zaman içinde derin uçurumlu Of Çayının yamaçlarında karşıdan karşıya geçmeyi başarmıştır. Fakat o zamanın anlayışına göre bu başarısını, ulusal bir duygu ile benimseyemeyen yobazların "Bu adam şeytandır. Öldürünüz" şeklindeki kışkırtmaları üzerine medrese öğrencileri tarafından taşa tutularak öldürülmüştür. Bu konu, bugün dahi Of kasabasının hazin bir hikayesidir. Halen orada bu kahramanın soyundan yaşayan insanlar vardır.
Bundan sonra, yurdumuzun en esaslı tarihi bir belgesi olan Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde, 17’nci asıra ait notlarından, Ahmet Çelebi'nin ayrı bir başarıyla yaptığı uçuş denemelerini okuyoruz. Hezarfen lakabını kazanmış olan bu Türk alimi, Okmeydanı'nda yaptığı birçok uçuş etütlerinden sonra Galata Kulesi'nden havalanarak Üsküdar'da Doğancılar Meydanına kadar uçmuş ve başarıyla yere inmiştir. Önce tarihi, sonra da uçuş mesafesinin durumunu ve uzunluğunu göz önüne getirecek olursak, bu cüretin büyüklüğü ve ilmi anlamı kendiliğinden meydana çıkar. Çünkü bugün bile planörcülüğün vardığı yüksek gelişmeye rağmen Galata Kulesi'nden denizi aşmak suretiyle Üsküdar'a kadar planör ile uçulması, yelken uçuşu konusunda değerli pilotları dahi düşündürecek bir uçuştur.
Daha sonra Lagari Hasan Çelebi'nin aynı tarihlerdeki havai fişeklerle yaptığı havaya yükselişi ve paraşüte benzer bir aletle salimen yere inişi; keza 1850 tarihinde Bebekli Nuri Bey'in sonuçta bir ayağı kırılan uçuş denemeleri Türk zekasının değerli başarıları olduğu kadar Türk havacılık tarihinin övünülen anılarıdır.
Bu olaylar gösteriyor ki, Türk varlığının havacılık yolundaki girişim ve uçuş denemeleri azımsanmayacak kadar başarılı; tarihi de Türk havacılık babası adını Türk’ten başka uluslarda arattırmayacak kadar eski ve belgelenmiştir.
Eğer bu değerli girişimler ve eserler, yabancı milletlerin verdikleri öneme yakın bir destek bulsalardı, bugün dünya havacılık babası adının Türk tarihine özel bir şeref olarak kalacağı şüphe götürmez bir gerçek olurdu.
Hizmet hayatımın olduğu kadar, millî havacılığımızın tarihini de içeren bu eserde, işbu maksatla olayları gerçek olarak okuyucularıma sunmak, acı da olsa kendi hata ve ihmallerimizi bütün unsurlarıyla anlatarak, gelecek ve yetişecek genç kuşaklara ibret levhası halinde uyarma konularını ortaya dökmek tek amacımdır. Ama bu konular bazı kimselerin hoşuna gitmeyecektir. Ben bunlara peşinen söyleyeyim ki, bu eserde açıkladığım gerçekler, millî havacılığımızın durumundan doğan reaksiyondur. Evet, havacılık davasını ele aldığımız tarih bellidir. Diğer milletler ile aynı anda başladığımız bu yoldaki durumumuzu teknik anlamıyla hiçbir şekilde bağdaştırmaya imkân yoktur. Bir an için okuyucularımın dikkatlerini Kurtuluş Savaşı'na çevirmelerini rica edeceğim. Biz o savaşı ne şartlar altında yapmıştık! Kadın, erkek bütün Türk insanı hiçbir davet beklemeden seve, seve topraklara vücudunu siper etmişti. Kırık dökük kanatlarla savaşan havacılarımız ise yoksulluğun en acı koşulları içinde boğuşuyor, fakat istilacı kuvvetleri ezmekten ve parçalamaktan geri kalmıyordu. Bu şartlara rağmen kazanılan büyük zaferin sonunda millî ihtiyaçlar belirlendi ve yurdumuzun her yerinde fabrikalar kurularak millî kalkınma yolları tutuldu. Fakat millî havacılığımız adına ümitlerimiz hala Türk’ten başka milletlerin endüstrilerine bağlıdır. Bizde ise her başarılı enerjiyi yıkmak ve parçalamak sanki alışkanlık türünden bir illettir bu yurtta!
Fakat unutmamak gerekir ki Büyük Ata'nın yarattığı bir yurt ve bir cumhuriyet idaresi içinde yaşıyoruz. Ata'mızın şu sözü en güvenli kuvvetimizdir.
"Ey Türk gençliği, muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur." İşte bu söz için inanıyorum ki, Türk cumhuriyet kültürü, bugün değilse bile yarın her imkânı hazırlayacak ve milliyet sevgisi bağını ve inkılap kültürünü kuracaktır.