Site İçi Arama

tarih

Ziya GÖKALP’in Yeğeni Anlatıyor: Kuleli Askerî Lisesi'nden Jet Av Pilotluğuna Uzanan Yol

Uçuş öncesi yapılan tüm intibak eğitimi ve hazırlıklar tamamlandıktan sonra nihayet, A grubumuzun yarı “Milles Magister Mk-I" ve diğer yarısı da "Uğur Kuş” uçaklarıyla toprak pistten, 16 Kasım 1956 günü başlangıç uçuş eğitimine başladık.

Sunuş

Pilot olmak, hele ki askerî pilot olmak, savaş uçaklarında uçmak birçok gencin hayalidir. Bu bugün de böyledir, geçmişte de böyleydi. Türkiye şartlarında askeri pilot olabilmenin yolu, izlenecek patern Hava Harp Okulu (kara havacılık ve jandarma havacılık sınıfları için Kara Harp Okulu, deniz havacılık içinse Deniz Harp Okulu) öğrenciliğinden geçiyor. 

Geçenlerde bir yazımda Hava Harp Okulu’nun kuruluşunu anlatmış, Okulun 17 Eylül 1954 tarihinde İzmir Güzelyalı Garnizonuna taşınma sürecinden bahsetmiştim.

Türk Hava Kuvvetlerinin Subaylarını Yetiştiren Hava Harp Okulu, Ne Zaman ve Nasıl Kurulmuştur?

https://strasam.org/kultur-sanat-ve-egitim/egitim-ve-ogretim/turk-hava-kuvvetlerinin-subaylarini-yetistiren-hava-harp-okulu-ne-zaman-ve-nasil-kurulmustur-2418

14 Ekim 1954 tarihinden itibaren Güzelyalı’da eğitim öğretim hayatına başlayan Hava Harp Okulu’na, bir yıl sonra, 1955 yılında öğrenci olarak başlayan Hava Harbiyeli Turfan GÖKALP (E.Hv.Plt.Tuğg.) tarafından kaleme alınan aşağıdaki anı yazısını, 1950’li yıllardaki askeri eğitim şartlarını ve pilotaj uçuş eğitim aşamalarını anlamak adına çok değerli bulduğumu ifade etmek isterim. Günümüz Türkçesine uyarlama yönüyle bazı editoryal girdiler haricinde orijinal halini muhafaza ettiğim bu değerli ve bir o kadar da detaylı anlatımınla sizi baş başa bırakıyorum. 

E.Hv.Plt.Tuğg.Turfan GÖKALP 1955-1958 Hava Harp Okulu ve Pilotaj Eğitim Dönemlerini Anlatıyor

Kuleli Askerî Lisesi mezuniyetimizden birkaç ay önce gruplar halinde askeri uçaklarla Eskişehir'e gidildi ve oradaki Hava Hastanesinde yapılan uçuş muayeneleri sonucunda "Uçuşa Elverişlidir" raporlarını alabilen öğrenciler olarak Eylül 1955'te, o zaman İzmir Güzelyalı'da bulunan Hava Harp Okuluna katıldık. Bizler gibi Bursa Askeri Lisesinden ve diğer sivil liselerden de öğrenciler gelmişti. O yıl liselerin dört yıldan üç yıla inmesi nedeniyle olgunluk sınıfından, 11 ve 12'nci sınıflardan bütün liseler öğrenci mezun eti. Böylece, Hava Kuvvetlerimizin en kalabalık devresi olarak 432 öğrenci ile Hava Harp Okulu 1'inci sınıfında öğrenim ve eğitime başlamış olduk.

Hava Harp Okulu İzmir Güzelyalı Tesisleri

Okulumuz, İkinci Dünya Savaşı döneminde deniz uçakları için sahilde yapılmış iki büyük hangar, tek katli üç adet küçük bina, eski küçük bir hamam ve birkaç barakadan oluşan tesislerde faaliyetini sürdürüyordu. Şöyle ki denize yakın olan hangar büyük bir koğuş olarak kullanılıyordu. Öğrenci soyunma dolaplarıyla hangar ikiye bölünerek bir ve ikinci sınıflar toplam 630 kadar öğrenci aynı çatı altında uyuyorlardı. Diğer hangar ise paravana ile ikiye bölünmüş, bir tarafı tüm öğrencinin yemekhanesi olarak, diğer yarısı ise kapalı havalarda beden eğitimi derslerinin yapıldığı bir yer ve ayrıca kum, çimento vs. gibi inşaat malzemelerinin de deposu olarak da kullanılıyordu. Tek katlı üç bina da dershaneler olarak kullanılıyordu. Nizamiyeye yakın olan binada 2'nci sınıfın dershaneleri ile sınıf subaylarının odaları, diğer binalarda ise, 1'inci sınıfın dershaneleri bulunmaktaydı. 

Okulumuzun çok sınırlı imkânlarına rağmen o yıl Silahlı Kuvvetlerde büyük bir yenilik olarak Harp Okullarına kız öğrenciler de ilk kez alınmıştı. Bizim sınıf yedi kısımdı ve her bir kısımda bir kız öğrenci olmak üzere toplam 7 kız öğrenci arkadaşımız vardı. Kız öğrenciler, biraz ilerideki sahilde bulunan subay misafirhanesinin üst kat odalarında kalıyorlardı. Bir başka özellik, gene her kısımda bir kıdemli başçavuş subay olmak için bizimle birlikte öğrenime başlamışlardı. (Onlar da bizler gibi subay olarak mezun oldular.)

İlk üç dört hafta yoğun bir piyade eğitimi gördük. Tabii askeri liselerden gelen arkadaşlar bu tür eğitime alışıktı ve sivilden gelenler de bizler gibi çabucak askerliğe intibak ettiler ve o günlerden bu günlere kadar unutulmayacak arkadaşlıklar böylece başlamış oldu.

Ankara’da Harp Okulları 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Geleneksel Resmi Geçit Töreni

Unutamayacağımız en önemli olay, şüphesiz, askeri temel eğitimimizin bitmesiyle birlikte iki hangar arasındaki platformda yapılan yemin törenimiz olmuştu. Bir başka unutulamayacak olay ise, Ankara'da yapılacak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na katılmak üzere talebelere tahsis edilmiş özel bir trenle Basmane-İzmir İstasyonu’ndan Ankara'ya yolculuğumuz oldu Ankara'da bir kısmımız Kara Harp Okulunda ve bir kısmımız da Etimesgut’taki Türkkuşu tesislerinde misafir edildik. Oradaki hava meydanında defalarca toplu yürüyüş talimlerimden sonra bir de asıl törenin yapılacağı Hipodrom'daki genel provaya ve nihayet 29 Ekim 1955 günü Hava Harp Okulu Öğrenci Alayı Sancağıyla birlikte bütün görkemi ve ihtişamıyla geçit törenine katıldık. Merasimin bitiminden son Hipodromdan Ankara caddelerini Kızılay, Bakanlıklar üzerinden katederek Kara Harp Okuluna kadar yürüyüşümüz çok muhteşem olmuştu. Hava, Kara ve Deniz Harp Okulları Öğrenci Alayı Resmi Geçitleri gazetelerde bol resimli haberler olarak yayımlandı. Törenlerin tamamlanmasıyla bizler gene özel bir trenle Ankara Garı'ndan uğurlandık ve ertesi günü İzmir’e vasıl olduk.

Artık akademik eğitimimiz bütün yoğunluğuyla başlamıştı. Başta komutanlarımız ve öğretmenlerimiz olmak üzere okul, tümüyle kaynaşmış ve bu şanlı kartal yuvasının birer unsurları olmuştuk. Bizlere göre yeni, birçok ders vardı. Haftada bir veya iki saatlik ondan fazla dersimiz vardı. O zaman uygulanan ders kredi ağırlıklarını tam hatırlayamıyorum ama hava tabiye, kara tabiye, uçuş nazariyatı ve İngilizce gibi bazı derslerden aldığımız notlar 2 veya 3 ile çarpılarak yıl sonunda öğrenci sıralamaları yapılmıştı. Esasen bu konuda öğrencilerin pek bilgi sahibi oldukları da söylenemezdi. Yıl sonundaki sıralamalara göre durum anlaşıldı. İngilizce dersleri için bütün sınıf iyi, orta ve az veya hiç bilmeyen (lisede Fransızca, Almanca ve Rusça okumuş olanlar) diye A, B, C gibi gruplara ayrılmıştı. Ben A grubuna ayrılmıştım. İngilizce öğretmenimiz, daha önce ABD'de uçuş eğitimi görmüş jet pilotu olarak mezun olmuş ve daha sonra sıhhi nedenle uçuştan ayrılmış gencecik (bizden 3-4 yaş büyük) Tğm. Orhan GÜLER idi. Kendisinden çok istifade ettik. Özellikle İngilizce uçuş terminolojisi yönünden bizlere çok güzel şeyler öğretti.

Foça Askerî Kampı

Göz açıp kapayıncaya kadar ilk akademik yılımız, haziran ayında yapılan final sınavlarının tamamlanmasıyla son bulmuştu. Kamp için Eski Foça'da eskiden kalma birkaç küçük taş binadan oluşan (şimdiki Jandarma Eğitim Tugayı yerleşim alanı) tesislerde bir ay kalmak üzere sınıf olarak üç bölük halinde Foça'ya intikal ettik. Bütün dolaplarımızı, ranzalarımızı platformun hemen yanındaki sahile kapak atan amfibik bir tekneye taşıdık ve diğer askeri malzemelerle birlikte 2'nci sınıftaki ağabeylerimiz hariç bütün okul Foça'ya adeta taşındık. Bizler de silah ve tam teçhizatımız ile birlikte karadan kamyonlarla (GMC’lerle) uzun bir konvoy hâlinde iki üç saatlik bir yolculuktan sonra Eski Foça’ya varabildik. O gece ve birkaç gün tam anlamıyla alışageldiğimiz birçok yoklukları yaşayarak, çok azımız küçük binalarda sıcakla ve sivrisineklerle boğuşarak ve çoğunluk yıldızlara karşı açık hava koğuşlarımızda tam anlamıyla kamp hayatı yaşadık. 

Yeni 2'nci sınıf olarak artık okulun alay sancağı bize teslim edilmişti. Biz de 24 saat sancak nöbetlerini tutmaya başlamıştık. Tabii gece gündüz emniyet nöbetleri ihdas olunmuştu. Zifiri karanlıktaki nöbetler ve hakiki silahlarla yapılan piyade eğitimi yorucu olduğu kadar çok neşeli ve eğlenceli geçiyordu, Sabah ve öğleden sonra olmak üzere saatlerce denize giriyor, adeta komando eğitimi yapıyorduk. İlk günler en büyük sıkıntımız su kıtlığıydı. İçmek için tek bir kuyudan su alıyorduk. Hatta emniyet için gece gündüz kuyu nöbeti bile tutturulmuştu. Fakat bir iki gün içinde bu kuyuyu kuruttuk. Mecburen özel sarnıçlarla arabalarıyla başka yerlerden su tedarik edilmeye başlandı. Denizden sonra çok sınırlı olarak soğuk su ile duş alabilirdik. Ancak, haftanın belirli günlerinde kasaba içindeki tek hamama hemen hemen bütün arkadaşlar gruplar halinde gidip yıkanırdık. Kasaba halkı bizlere karşı çok misafirperverdi. Kayık kiralayıp Foça Koyu'nda saatlerce gezinirdik. Kayık sahipleri bizden para dahi almazlardı. Lokantalarda, çay bahçelerinde bizden ya çok az bir para istenir veya bazı ikramlarda bulunurlardı.

Güneşin kızgın sıcaklığında, açık hava sofralarında kan ter içinde öğle yemeklerimiz ve yıldızların altında ve birkaç cılız ışıkla aydınlatılabilen sofralarımızda zevkle ve neşe içinde karavanalarımızı paylaşırdık. Bu arada gruplar hâlinde uzun yürüyüşler de yapıyorduk. Bir seferinde sözüm ona dinlenmemiz gereken bir pazar günü 10-15 kişilik bir grup halinde sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra her birimiz kendimize göre hazırladığımız kumanya ve bir miktar su ile kamp alanının doğusundaki sırtlardan Yeni Foça istikametinde yürümeye başladık. Öğlen saatlerinde Yeni Foça'ya vardık. Orada denize girdik, kumanyalarımızı yedik ve çevre halkı adeta bizi bağrına basarak bizlere karpuz vesair ikramlarda bulundular. Dönüş yolu olarak bu sefer sahili takiben kampa doğru yürüyüşe başladık. O sıcakta birkaç kez kendimizi denize atarak serinledik ve sonunda gece karanlığında yorgun argın bir vaziyette kampa vardık. Herkes, nöbetçi subayımız dahil bizleri merak etmişlerdi. Bütün bu yorucu ve o derece de eğlenceli günlerimizden sonra kampımızı hakiki mermilerle tüfek, tabanca atışlarını da yaparak tamamladık. Kampın son günü denetlememizi ve resmi geçidimizi yaptık ve Güzelyalı'daki okulumuza dönüş intikal hazırlıklarına başladık.

Foça'dan ayrılmazdan önce kasabanın tek çay bahçesinde halkımıza açık olarak bizler için unutulmayacak bir "Garden Parti" verdik. Unutulamayacak diyorum. Zira o geceye mahsus olmak üzere azami bir bardak biraya izin verilmişti. Ancak, hiçbirimiz içkiye alışık olmadığımız için olsa gerek, bazı arkadaşlar ölçüyü kaçırdıklarından, hayatlarında ilk kez sarhoşluğu yaşamış oldular. Özel olarak bir cip, fenalaşan arkadaşları dörder beşer gruplar halinde kampa taşıdı. Bu arkadaşlar ertesi gün öğleye kadar zar zor kendilerine gelebildiler. Okula dönüşümüz gene yataklar, ranzalar ve diğer malzemeler ayni amfibik tekne ile denizden ve bizler de kamyonlarla aynı şekilde karadan Güzelyalı’ya intikal ettik. Bu kez 2'nci sınıf olarak o meşhur hangarımızdaki yeni yerleşme düzenimize göre ranzalarımızı, dolaplarımızı yerleştirdik ve sanıyorum müteakip günlerde sıla iznine ayrıldık. 

Milles Magister Mk-I ve ‘Uğur Kuş’ Uçaklarıyla Başlangıç Uçuş Eğitimi

Türk Yapımı Uğur Kuş Eğitim Uçağı

Milles Magister Mk-I

Bizden önceki sınıfta zaten bir kısmı sıla iznine ve bir kısmı da Gaziemir’deki Uçuş Okuluna intikal etmişlerdi. O zamanki plana göre 1956 devresi tümüyle 31 Ağustos’ta asteğmen olarak mezun olduktan sonra uçuş eğitimine başlayacak ve yirmi beşerli gruplar halinde Kanada'ya uçuş eğitimine gönderileceklerdi. Bizim sınıf, ağustosun son haftası sıla izninden okulumuza döndük. 30 Ağustos Zafer Bayramı Resmi Geçitlerine katıldıktan sonra 1956'lı ağabeylerimizin asteğmenliğe terfilerini kutladıktan ve onları Gaziemir'e uğurladık. Sonrasında artık okulun kıdemli sınıfı olmuştuk. O ara tekrar yapılan uçuş sağlık muayenelerine ve yapılan sıralamaya göre sınıfımız altmışar kişilik A, B, C ve D diye gruplara ayrıldı. İlk iki grup uçuş eğitimine başlamak üzere Gaziemir’deki Uçuş Okuluna intikal etti.

Hava Harp Okulu tarihinde ilk kez 2'nci sınıf öğrencisi olarak uçuşa başlanacak ve aynı zamanda kısaltılmış akademik öğrenim de uçuş eğitimi ile birlikte sürdürülecekti. Uçuş Okulumuz iki katlı yeni bir binaydı. Üst katta 30-40 kişilik koğuşlarımız, alt katta ise dershaneler ve idari bürolar vardı. İlk birkaç hafta uçak tanıma, uçuş nazariyatı, meteoroloji ji, meydan uçuş talimatları vs. gibi konuları işleyen bir kursa tabi tutulduk. Yeni Filo Komutanımız ve kol komutanlarımızın yakın denetimi altında bizler için yepyeni bir uçuş ortamına girmiştik. Her bir uçuş öğretmenine 4 öğrenci ayrılmıştı. Benim uçuş öğretmenim, Hv.Plt.Kd.Bçvs. Sabahattin KONUKSEVER idi. Aynı postada Uluer ECERAL (E.Hv.Plt.Korg.), Zeki KIYAK (E.Hv.Kur.Kd.Alb.), Ahmet Şekip GÖDE (E.Hv.Yer Kd.Alb.) ve ben Turfan GÖKALP (E.Hv.Tuğg.) olarak yer alıyorduk.

Uçuş öncesi yapılan tüm intibak eğitimi ve hazırlıklar tamamlandıktan sonra nihayet, A grubumuzun yarı “Milles Magister Mk-I" ve diğer yarısı da "Uğur Kuş” uçaklarıyla toprak pistten, 16 Kasım 1956 günü başlangıç uçuş eğitimine başladık. Bizim uçuş postamız Magister ile uçuyordu. İlk uçuşlar çok zevkli ve heyecanlı geçiyordu. Öğrenci uçuşları olduğu için mecburen sadece iyi hava şartlarında uçuyorduk. Mevsim icabı kapalı veya yağışlı havalarda uçuşlarımız ister istemez kesiliyordu. Üstelik Magister uçağının üstü açık ve radyo telsiz olanağı yoktu. İlk safhada hava çalışmaları, meydan turu, iniş, kalkış eğitimlerini yaptıktan sonra 15-20 saat içinde her birimiz ilk yalnız uçuşlarımızı yaptık. Bizim posta toplam 15 saatlik uçuşlarımızla ilk yalnız uçuşlarımızı 13 Aralık 1956 günü yapmıştık. İlk yalnız uçuşu her ne kadar 15 dakikalık bir meydan turu olsa da, biz öğrenciler için anlatılamayacak derecede apayrı bir heyecan ve mutluluk olmuştu. Hava şartlarının elverdiği ölçüde uçuşlarımıza devam ettik ve 05 Şubat 1957 tarihinde başlangıç uçuş eğitimini tamamlamış olduk.

T-6 Harward Uçaklarıyla Temel-Tekâmül Uçuş Eğitimi

Bundan sonra T-6 Harward uçaklarıyla Gaziemir ve hemen yakınımızdaki Cumavası Meydanı'ndan (sonradan Adnan Menderes diye ismi değişen) temel-tekâmül uçuş eğitimine başladık. Gene 16-18 saatlik ilk intibak uçuşlarımızı müteakip her birimiz T-6 ile ilk yalnız uçuşlarımızı başarıyla tamamladık. Şubat ve mart ayı içinde sabah uçuş ve öğleden sonra akademik dersleri yoğun bir şekilde sürdürüyorduk. Bir emirle, o zaman Gaziemir'de olan Hava Lisan Okulunda A ve B grubundaki bütün öğrenciler İngilizceden ECL ve sözlü sınavına tabi tutulduk. Bu sınavlarda yeterli başarıyı gösteren ve uçuş eğitiminde başarı vadeden ilk 15 öğrencinin uçuşları durduruldu ve 1956'lı pilot adayı teğmenlerden aynı şekilde tefrik edilen 10 kişilik bir grup ile birlikte Kanada'ya uçuş eğitimine gönderildiler. 

T-6 Harward Eğitimine Kanada’da Devam Edilmesi 

Bu grupta bizim uçuş postamız olduğu gibi tümüyle (dördümüz) de seçilmiştik. Hazırlıklara çok hızlı bir şekilde başlandı. Her birimize Ankara'daki Dikimevinde iki aynı üniforma, pardösü vs. giyim kuşamlar özel olarak hazırlandı. Pasaport yerine geçen belgelerimizi, tahakkuk eden dövizimizi ve uçak biletlerimizi aldık. Son olarak şimdiki Türk Hava Kurumu Vakıf Başkanlığı binasında bulunan Hv.K.K.lığı Karargâhında toplu olarak kurmay başkanımızı ve komutanımızı ziyaret ederek arzı vedada bulunduk. Emir ve direktiflerini aldık. Ertesi gün de KLM Hava Yollarıyla Esenboğa-Ankara, İstanbul, Amsterdam, Hollanda, Glasgow, İngiltere üzerinden Atlantik'i 4 motorlu Constelation uçağı ile aşarak 23 Nisan 1957 günü Ottawa/Kanada'ya vasıl olduk. Bizi o zaman Kanada Hava Ataşemiz olan Hv Plt.Kur.Bnb, Canip ORHUN meydanda karşıladı. Aynı gün gece Ottawa'dan Londra/Ontario'ya hareket ettik. Kanada'daki ilk tren yolculuğumuz çok güzel geçti. Sanki Amerikan filmlerindeki yataklı vagonlarda seyahat ediyorduk. Ertesi gün sabahleyin trende kahvaltımızı yaptıktan sonra Londra'ya vardık.

Kanada’nın Londra şehri bizim ilk göz ağrımız, ömür boyu unutamayacağımız anılarımızla dopdolu geçen bir yer oldu. Burada altı aylık lisan okulunda İngilizce ve uçuş terminolojisini öğrendik. Bizden önce gelen 1956'lı teğmen ağabeylerimiz lisan öğrenimlerini tamamladıkça gruplar halinde uçuş eğitimleri için başka üslere gönderiliyorlardı. Bizden kısa bir süre sonra Hv.Plt Kd.Bnb.Tank GÖKERİ irtibat subayımız olarak okulumuza geldiler. Bizden bir buçuk iki ay sonra gene bizim sınıftan 25 kişilik bir öğrenci grubu daha Londra'ya geldiler. (Haziran 1957) Bu grup, Kanada'ya uçuş eğitimi için gönderilen son grup oluyordu.

Lisan okulunu başarıyla tamamladıktan sonra 1957 yılı Ekim ayında Centralia-Ontrario Hava Üssüne intikal ettik. Burada Cupmunk uçaklarıyla yeniden uçuşa başlar gibi başlangıç uçuş eğitimini gördük. Buradan asıl temel ve tekâmül eğitimi görmek üzere 1957 yılı Kasım ortalarında trenle Moosejaw-Saskachewan Hava Üssüne gittik. Burada T-6 Harvard uçaklarıyla çok soğuk kış şartlarında ve yoğun bir çalışma temposu içinde asıl temel ve tekâmül uçuş eğitimimizi gördük. Günler göz açıp kapayıncaya kadar çabuk ve o derece de unutulamayacak anılarla dolu dolu geçiyordu. Bahar ayları ve yaz başlangıcında artık eğitimimizin son aşamasına gelmiştik. Nihayet 20 Haziran 1958 günü uçuşlarımız tamamlandı ve T-6 Harvard uçuş sertifikalarımızı aldık. 

T-33 Shootingstar Uçaklarında Jet Eğitimi ve Kıtalara Katılış

Bundan sonra T-33 Shootingstar jet uçağındaki uçuş eğitimimizi almak üzere Gimli Manitoba Hava Üssüne gittik. Üç ay süren bu son uçuş eğitiminden sonra 1958 Ekim ayının ilk haftasında yapılan bir törenle hem Kraliyet Kanada Hava Kuvvetleri (RCAF) ve hem de Türk Hava Kuvvetleri jet pilotu brövelerini göğüslerimize taktılar. Veda kokteylleri ve özel eğlenceleri müteakip gene trenle birkaç gün süren uzun bir yolculuktan sonra Otowa'ya geldik ve oradan KLM Hava Yollarıyla New York, Amsterdam, İstanbul üzerinden Ankara'ya döndük. Her birimiz jet av bombardıman pilotu olarak değişik filolara tayin olduk. Ben, Diyarbakır'daki 8'inci Ana Jet Üs 182'nci Filo Komutanlığına kol uçucusu olarak tayin oldum ve 24 Kasım 1958 günü yeni birliğime katıldım.

Türkiye'de uçuş eğitimlerini sürdüren arkadaşlarımız da Harvard uçuşlarını İzmir’de tamamlayıp, Eskişehir Jet Eğitim Filosunda T-33 Shootingstar uçaklarıyla uçtuktan sonra bizim gibi jet av bombardıman pilotu oldular. Bu arada devremiz A grubunda öğrenci olarak uçuşa başlayan arkadaşlarımızdan 2'nci sınıf öğrencisi 360 Atilla AKALIN, 25 Temmuz 1957 günü eğitim uçuşunda şehit oldu. Ruhu şad olsun."

Bir Anekdot

Sanırım 1959 yılıydı. Teğmen olarak Diyarbakır'da görevliyim. Üs komutanımız Kıdemli Hava Kurmay Albay Cevat Tunalı beni çağırttı. Gittim. Makamında bir Fransız karacı albayla birlikteydi. Misafiri Fransa'nın Türkiye nezdinde askeri ataşeymiş. Sen Diyarbakırlısın. Arabanı al ve misafirimi gezdir dedi. Ben şoförün yanına oturdum. Fransız albayı arka koltuğa buyur ettik. Surlar, Gazi Köşkü, Urfa Kapı vb. kentin tarihi ve önemli yerlerini gezdirdim.

Bir saat olmadan hepsi bitmişti. Kendisine, Diyarbakırlı bir düşünürün müze evini görmek isteyip istemeyeceğini sordum. İsterim dedi. Ziya Gökalp'in evine gittik. Burada doğduğunu söyledim ve kuzeye bakan, 'ayvan' diye bilinen bölümü gösterdim. Balkonumsu bir yer. Çalışma odası, kütüphane. Her taraf kitaplarla bezenmiş, bir bölüme de kendi yapıtları konulmuştu... Fransız ataşe kitaplara şöyle ilgisizce yaklaşıp sırtlarındaki yazar isimlerine bir göz atınca, 'Mon Dieu (Allahım)!.. Bunlar benim babamın okuduğu kitaplar diye bağırmaz mı? Meğer babası önemli bir bilim insanıymış ve aynı kitapları okurmuş. Birden havası değişti ve şaşkınlıkla, sözünü ettiğiniz zat bunları gerçekten burada, Diyarbakır'da mı okumuş? diye sordu. Evet, kesinlikle öyle dedim. Bu kez ciddileşerek, bakın dedi, ikimiz de subayız. Burada yaşadıklarım, benim için, önemli bir deneyim. Çoğu en ünlü Fransız düşünürlere ait bu önemli yapıtların Fransızca asıllarının burada, sözünü ettiğiniz Türk düşünür tarafından okunduğundan emin misiniz? Hiç duraksamadan, evet diye cevapladım sorusunu... Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? diye üsteledi. Çünkü, o benim amcam. Kendisi de bir Türk subayı olan babamın iki yaş büyük ağabeyi!

Aramızdaki rütbe farkı birden kalkmış, gözünde adeta terfi etmiştim. İçtenlikle koluna girerek Fransızların o bol aksanlı İngilizcesiyle, Sizden özür dilemeliyim! dedi. Diyarbakır gibi gözlerden uzak bir Anadolu kentinde 1800'lü yılların sonlarıyla 1900'lü yılların başlarında Voltaire gibi, Durkheim gibi, Gustave Le Bon gibi, Jean-Jacques Rousseau ve benzerleri gibi ünlü Fransız düşünürlerin yapıtlarının üstelik de kendi dillerinde okunabileceğini doğrusu düşünemezdim. Gülümseyerek, ama burası Mezopotamya, sayın konuğumuz dedim. Yüzlerce, hatta binlerce yılın bir kültür merkezi... Amcam, bu kentin ve bölgenin yetiştirdiği sayısız bilim insanından, şair ve edebiyatçıdan yalnızca biri. Belki en çok tanınıp sevileni, ama gene de yalnızca biri. Başkentinde Fransa'yı temsil ettiğiniz ülkenin yeniden kuruluşunda Büyük Atatürk'e fikir babalığı yapan bir yüce kişilik. Adeta utanarak önüne baktı: Diyarbakır'a geliyorum ve bu kentin yetiştirdiği bir Ziya Gökalp'ten haberim bile yok. Böyle bir amcanız olduğu için de sizi kıskanıyorum. Onu araştırıp tanımaya çalışacağım…

Kaynakça

Orhan Karaveli, Ziya Gökalp'i Doğru Tanımak, https://1000kitap.com/gonderi/63000947?oku=1

Hava Kuvvetleri Anılar Kitabı, Hava Basımevi ve Neşriyat Müdürlüğü, Ankara, 2009, s.25-32 

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 10.10.2023
  • Süre : 7 dk
  • 2666 kez okundu

Google Ads