Site İçi Arama

tarih

Budizm, Bir Felsefe mi Yoksa Bir Din midir?

Bir çok tarihçi ve din bilimci tarafından bir dinden ziyade ahlaki bir felsefi sistem olarak görülen Budizm, zamanla insanların fikirlerini benimsedikleri ve ortak paydada buluştukları bir dini inanış biçimini almıştır.

Budizm'i hepimiz merak eder, ama konuyla ilgili herhangi bir araştırma ve bilgi toplama gayreti içinde de olmayız. Çoğumuz Budizm’i bizim coğrafyamızdan uzakta bir kültür veya din olarak görürüz. Yine de bize yabancı, uzak coğrafyalarda ortaya çıkan Budizm’in ne olduğunu veya olmadığını anlamakta fayda görüyorum, kim bilir bize de yansıyan tarafları vardır diye düşünüyorum.
Bir çok tarihçi ve din bilimci tarafından bir dinden ziyade ahlaki bir felsefi sistem olarak görülen Budizm, zamanla insanların fikirlerini benimsedikleri ve ortak paydada buluştukları bir dini inanış biçimini almıştır. Kurucusu Buda’nın insanın özünü ve ruhsal mutluluğu temel alan ahlâkî ve felsefi öğretilerine dayanıyor. Buda’nın ölümünden sonra, Budizm adı altında toplanmış ve milyonlarca mensubu ve müridi olan bir din haline gelmiştir. Budizm’in kurucusu olan Buda’nın (MÖ563-483) Kuzey Hindistan’daki Himalaya Dağları’nın eteğinde Lumbini koruluğunda küçük bir bölge hükümdarının oğlu olarak doğduğu biliniyor. Buda’nın asıl adı Siddharta Gautama’dır. Gautama ismi ilhama kavuşmuş, aydınlanmış ve gayesine ulaşmış kişi anlamına geliyor.
Buda verdiği ilk vaazın ismini "Kanun Tekerleğini Döndürmek" şeklinde belirlemişti. Bu vaaz sanıyorum inananları tarafından Budizm’in başlangıcı olarak görülüyor. Bu sebeple tekerlek Budizm’in sembolüdür.
Budizm’in gelişiminde unutulmaması gereken bir nokta vardır ki; Buda’nın yaşadığı yıllarda ne Budizm bir dindi ne de ‘"Buda" bu dinin peygamberiydi. Felsefi manada iki aşırılık arasındaki ıstırabı yenmek için orta yolu öneren Buda, bu orta yoldan yürüyen insanların böylelikle nirvanaya ulaşacaklarına inanıyordu. Öğretisinin öncelikli amacı ulaştığı bilgeliğin bir hurafe olarak görünmemesi ve bu öğretiyi çevresine bir aydınlanma, bir kurtuluşa ulaşma olarak aşılamaktı.
Budizm en güçlü devrini Magadha Kralı Aşoka’nın (MÖ.273-236) döneminde yaşamıştır. Budizm’i kabul eden “Aşoka” bu dini Suriye, Seylan, Mısır, Makedonya ve Hindistan’ın birçok yerine yaymıştır. Kral Aşoka öncülüğündü bir devlet dini haline gelen Budizm, onun döneminde ülke dışına da yayılmaya başlamıştır. Hindistan Kral’ı Aşoka, Budizm’in temel öğretilerinin ve dünya görüşünün unutulmaması için ülkenin çeşitli yerlerinde kitabeler yazdırmıştır.
Esasında Buda öldüğünde, geride kalanlara kitap veya bir vekil bırakmamıştır. Buda’nın, herkesin kendi ışığında aydınlanmasını, kin ve nefretten arınarak nirvanaya ulaşmasını hedefleyen bir bilge olduğu söylenebilir. İnsanlara bu dünyanın geçiciliğini, insanın bitmek bilmeyen arzu ve isteklerinin bir sonu olmadığını anlatan Buda, insanlığı adeta kurtarmak için uğraş veren zamanının önemli figürlerinden birisi olmuştu.
Buda öldükten sonra bedeni yakılarak kemikleri ve külleri stupalarda koruma altına alınmıştır. Sağlığında kurmuş olduğu “Sangha Teşkilatı” onun öğretilerini ve düşüncelerini kayıt altına alarak Budizm’in yayılması için ellerinden geleni yapmaya çalışmışlardır. Rivayete göre bu topluluk dünyanın en eski rahipler topluluğudur. Budizm’e kabul ve kutsal mekanlarda yapılan ibadetler bir milyardan fazla mensubu olan bu dine kabul edilmek isteyen kişinin benliğindeki bütün egolarından, ruhsal ve bedensel kirlilikten ve en önemlisi de kişisel çıkar ve zevklerinden arınarak Buda’nın karşısına çıkması arzulanır. Budizm'de imanın ikrarı (okuma) ve tri-ranta (üç cevher) olarak tanımlanmaktadır. Bu ikrarda geçen üçlemeye göre, Buda’ya sığınırım, dhammaya (doktrin) sığınırım ve sanghaya (Rahipler Cemaati) sığınırım denmesi gerekiyor. Bu söylemden herhangi birini kabul etmeyen Budizm’e kabul edilmiyor ve bu dine girmek isteyen biri yukarıdaki cümleyi apaçık söylemek zorundadır.
Üç cevherden biri olan “sangha” rahipler topluğunu temsil etmektedir ve sanghaya giren rahip ve rahibeler asla evlenemezler. Bu dinin kutsal mabetleri olan Vihara’da ayda iki kez bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları itiraf ederek benliklerini öldürürler. İbadet etmek için “stupaya” giden Budistler Buda heykelinin önünde tazimde bulunup çiçek götürür ve tütsü yakarlar. İbadetlerinde belirlenmiş söz ve dualar bulunmayan Budistler, evlerinin bir köşesinde de buda heykelinin önünde ibadet eder ve Buda’ya minnettarlıklarını sunarlar.
Budizm’in dört temel kutsal gerçeği sözü geçen gerçeklerden birine göre hayat acı ve ıstıraplarla doludur. Bunlar dünyevi, var oluşun temel özellikleridir. Bahsi geçen acı ve sıkıntıların nedeni kişisel arzulardır. Bu durumun yarattığı sıkıntı ve ıstırabı sona erdirmek ancak arzu ve isteklerden vazgeçmeye bağlıdır. Arzu ve isteklerin üstesinden gelmek "sekiz dilimli yolu" izlemekle olasıdır. Buda ölmeden önce son vaazında her şeyin geçici olduğunu, bu sebeple gerçek (ruhsal) kurtuluş için gayret edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Budistler Buda’nın vaazlarının “Pali-Kanon” adlı bir kitapta toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budizm’in kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen Tipitaka’dır. Bu kitap rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri, beslenme, giyinme şekilleri, Buda’nın hayatı, konuşmaları, vaazları ve Budizm felsefesine yorumu ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
Budizm’deki fikir ayrılıkları (mezhepler) diğer tüm dinlerde de olduğu gibi vardır. Bu manada Budizm’de öne çıkan iki adet mezhep vardır. Bunlardan biri Nihayan’dır. (Küçük araba) Nihayan, adından da anlaşılacağı gibi insanın kendi kurtuluşu için çabalaması ve kişisel çıkarlarını ön planda tutmamasıdır. Bu mezhebe mensup Budistler kendilerinin Buda’nın gerçek takipçileri olduklarına inanırlar. Nihayanlar; kendilerinden farklı gördükleri Budizm’in diğer ana mezhebi Mahayana’ya mensup Budistleri sapkınlık ve dinden çıkmış olmakla suçlarlar.
Budizm’in ikinci mezhebi olan Mahayana (büyük araba) ise bütün toplumun yani herkesin kurtuluşa ermesini amaç edinmişlerdir. Budizm’in en önemli mezhebi olan Mahayana Buda’nın öğretilerinin herkese ait olduğunu ve bu öğretilerin halkında anlayabileceği bir dilde sadeleştirilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Mahayana mezhebine göre Nirvana’ya ulaşan her Budist Buda sayılır. Mezhep öncelikle cömert, hatasını kabul etmenin erdemine ulaşmış, olgun ruhlu, bütün hayatında gayreti ve sabrı kendine amaç edinmiş din mensupları yetiştirmeyi amaçlar. Mahayana mezhebini kabul eden Budistler adeta misyoner gibi Budizm öğretisini ulaşabildikleri her yere götürmeyi ve temas halinde oldukları yeni kişileri Buda’nın olgunluğuyla tanıştırmayı amaçlamışlardır.
Diğer dinlerde de olduğu gibi Budizm'inde kutsal mekanları vardır. Bunlar şunlardır; Buda’nın doğum yeri Lumbin’dir. Aydınlanma yeri Bodhi Gaya’dır. Buda’nın ilk vaaz verdiği geyik parkı Sarnarth’dır. Buda’nın öldüğü Utar-prades şehri ayrı önemi olan bir yerdir.
Tüm dinlerde olduğu gibi Budizm’de de beklenen bir kurtarıcı (Mesih) vardır. İnanışa göre beklenen kurtarıcı olan Metteya tüm dünyayı düzeltmek için yeryüzüne inecek ve Buda’dan sonra yarım bırakılan Budizm öğretisini de tamamlayarak bütün dünyaya yayacaktır. Günümüzde halen varlığını sürdüren Budizm, bu dine mensup insanların nüfus olarak çoğunluk oluşturduğu büyük dinler arasındadır. Hindistan’da doğmuş olmasına rağmen başka ülkelerde de bu dine inanan insanlar vardır. Genellikle Güney Asya ülkeleri ve uzak doğuya yayılmış olan Budizm, bazı Batı ülkelerinde özellikle yeni ortaya çıkmış bir mezhep olan “Zen-Budizm” ile yoğun ilgi görmüş ve taraftar kazanmıştır. Dünyada 1 milyar civarında Budist olduğu tahmin ediliyor. Budizm, MS 1. yüzyılda Türkistan’da, 4. yüzyılda Kore yarımadasında, 6. yüzyılda Japonya’da ve 7. yüzyılda Tibet’te yayılmaya başlamıştır.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 09.09.2024
  • Süre : 4 dk
  • 408 kez okundu

Google Ads