Vecihi Hürkuş: Ankara’dan Başladık, Mecburen İstanbul’da Sonlandırdık
Çekoslovakya sivil havacılık dairesinin yaptığı teknik denemelerin sonuçlarını ve verdiği özel diplomayı Türk basını her Türk’e şeref anısı olarak yaymıştı. Üstelik de bu kanatlar koca Türk vatanını, kuzeyden doğuya, doğudan ortaya, ortadan güneye, güneyden kuzeye burçlarında kartal yuvaları barınamayan zirveleri aşarak dolaşmış ve o gün havacılar diyarına konmuştu. Hem de tek bujili ilkel bir motorla.
29 Kasım 1931. Eskişehir, Havacılığın Kâbesi
Kurum yararına işlediğimiz o iki günün ertesi sabahı, önümüzdeki kısa Kütahya-Eskişehir yolumuzun dondurucu kanalına yükseliyorduk. Yanımızda taşıdığımız küçük valizlerimizde ne varsa giyindiğimiz halde yine de üşümüştük. Yarım saat sonra Eskişehir Hava Meydanına inmiştim. Anı notlarımda önemli bir yer tutan Eskişehir ziyareti haklı bir zevkti, burada çoğunluğu öğrencilerim olan birçok dostlarım vardı. Vecihi XIV tip uçağımla 10.000 kilometreye yakın çok büyük iki hava turnesini başararak Eskişehir’e iniyordum.
Türk havacılık sanayii adına elde edilen bu kazancı takdirle benimseyen arkadaşlarım gibi bunlar arasında uçağıma uçuş izni vermek istemeyenler de vardı ama onları nedense görememiştim, sadece bu başarı havacılığımız için bir başlangıç nedeni olur inşallah diye düşünüyordum.
Burada havacılar yurdunun misafiri olarak, yoğun bir halk ve gençler topluluğu ile karşılandık. Büyük, coşkulu bir program uygulanıyor ve hava kuvvetlerimizin kahraman uçucuları da bu coşkuya yardım ediyorlardı.
Eskişehir halkı, okullar bir bayram havasının coşkusu içindeydiler, aslında bu şehrin çocukları, her başını yukarı kaldırdığı an uçakların inleyen motor seslerini içten bir zevkle dinliyor ve bu yaşama şartları aydın yavruları doğal bir davranış olarak havacılık kanalına sürüklüyordu. Bu mutlu Türk yavruları ruhlarında beliren yeni bir ateşle karşılaştılar; Türk kafası, Türk emeği, Türk’ün havacılık ideali, işte o hayal edilen ve ulusal havacılık zevkinin özel kanadı karşılarında idi.
Ölçmek mi, kıyaslama mı?... Neyi, ne ile?... Zaten Çekoslovakya sivil havacılık dairesinin yaptığı teknik denemelerin sonuçlarını ve verdiği özel diplomayı Türk basını her Türk’e şeref anısı olarak yaymıştı. Üstelik de bu kanatlar koca Türk vatanını, kuzeyden doğuya, doğudan ortaya, ortadan güneye, güneyden kuzeye burçlarında kartal yuvaları barınamayan zirveleri aşarak dolaşmış ve o gün havacılar diyarına konmuştu. Hem de tek bujili ilkel bir motorla.
Bu olay, Türk çocuğuna asil bir heyecan dağladı, bu coşku, gerçek duygusunun eseri idi. Hele konferanslarımda mutlak bir sessizliğin egemen olduğu ortam içinde dinlenen uçuş ve savaş anıları, kahramanlık dalgaları halinde havacılık sevgisine ilham kaynağı olmuştu. Her sözümün tek hedefi havacılık ilmine inanç aşılamaktı.
1 Aralık 1931. Müttalip Çayırından Geyve’ye Uzandık
Duyguları heyecanlarla dolduran bu hava içinde iki gün sevgili arkadaşlarımla beraber yaşadığım Eskişehir’den ayrılırken ölmeyen üzücü anılarımı yeniden yaşıyordum, altımızda batıya doğru uzanan Eskişehir Vadisinin her noktası Kurtuluş Savaşı’ndan birer işaret! Neler, neler heyecanlarımı kamçılamıyordu! İşte savaşta hava meydanımız Muttalip Çayırı, bu meydan ne üzücü olaylara sahne olmuştu!
Bir yanda Eskişehir’in güney dışındaki kabristan, kız kardeşim Remziye’nin sonsuz mezarı, öbür yanda kahraman Fehmi’nin saplanarak şehit olduğu yer.
Bunlar gözlerimi yaşlara boğan üzücü anılarımın kahramanlarıydılar. Aradan geçen uzun yılların birbiri üzerine yığdığı kutsal şehitler, bu havacılar yurdunda kahramanlar kâbesi kurmuşlardı. Türk’ün öz kanadıyla ziyaret ediyor, gönlümün en derin duygu köşelerinden kutsuyor ve saygıyla koparak uzaklaşıyorduk.
Sonra Çukurhisar, İnönü, Bozüyük, Karaköy, Söğüt gibi kasaba ve köylerimizi aşarken zihnimde savaş anıları yapraklarını karıştırıyor ve ara sıra motorumun sesini keserek bu şerefli anıları doğuran yerleri göstererek cesur makinistime anlatıyordum. Üzüntüyle neşe birbirine karışmıştı, hep aynı amaç için yurttaşlarımızı ziyaret ederek uçuyorduk. Sık, sık rastladığımız köyler halkını, hatta her vatandaşı candan selamlıyorduk. Nihayet o günkü uçuşumuzun son noktası olan Geyve’ye gelmiştik. Bu küçük kasabanın büyük duygulu halkı da aynı neşe ve sevinçle öz uçaklarını okşadılar ve bu derin sevgiyle kurum yararına büyük bağışlar yaptılar.
2 Aralık 1931. Sonraki Durağımız Adapazarı
O sabah da Geyve’den kalkarak deniz seviyesine yakın ve tok bir havada uçarak Sakarya Nehri’ni takip etmiştik. Türlü renklerin süslediği yüksek dağları ile korkunç Geyve Boğazı kıvrımları, daha sonra koca Sapanca Gölü dalgalarının üzerindeydik. Çorak yaylalardan bu bölgeye geçiş, çöllerden sahile atlayış hissini veriyor insana. Altımızda her an değişen doğa güzelliklerinden o kadar derin zevkler almıştık ki, hele o dondurucu soğuk olmasa, gümüş kanatlarımızın bulutlar üzerinde çevirdiği gökkuşağı kıvrımlarının alımlı renklerinin güzelliğine doyamadan irtifa kaybetmek zorunda kalmıştık.
Geyve-Adapazarı yolumuz birkaç dağ, birkaç ova ve vadi idi. Biz bu yolu normal hızımızla, rotamızda rastladığımız her vatandaşı kurum adına selamlayarak bir saat on beş dakikada geçmiş, Adapazarı’nın güney dışında hazırlanan bir çayırda toplanan halk arasına inmiştik.
Yurdumuzun sıra dışı nimetler yuvası olan bu bölgenin güzelliklerini ve Adapazarılarının havacılık davasına üstün ilgileri kolay anlatılacak şeyler değildir. Kısaca doğanın buraya döktüğü nimetleri değerlendirmek bakımından ileri çalışkanlığa sahip olmaları insana huzur veriyor. Adapazarılarılar yoksulluğu yenmesini çok iyi bilen insanlar. Özellikle havacılık konusunda da ileri görüşlü hassas yurttaşlar. Olasıdır ki, uçağım hakkında basının da etkisi sonucu olacak, uçağımızı öyle içten bir zevkle benimsediler ki bu manzara gözlerimi yaşarttı.
Bu konuşmaların sonunda yapılan gösteriler önemle dikkate değer, havacılık davasını en derin isteklerle benimseyerek Hava Kurumu’na bağış yarışmaları yaptılar. Anı notlarımda bu olağan üstü davranışları sıra dışı kelimesiyle nitelendirmişim.
3 Aralık 1931. Sapanca Gölü Üzerinden İstanbul’a Uçuyoruz
Yükselen güneşin gücünün, çevreyi saran sis tabakalarını parça, parça dağıttığı saatlerde havalanmıştık. Ciğerlerimizi dolduran hava ne kadar soğuk da olsa Marmara Bölgesinin ılıklığı en soğuk mevsimde bile yolculuğumuzda bizlere neşe kaynağı oluyordu.
Yükselirken şehir üzerinde tekrar, tekrar uçuşlarla dolaşarak yurttaşlarımızı selamlayıp İzmit yönüne uçuşumuza devam etmiştik. Altımızda küçük bir deniz gibi yayılmış Sapanca Gölü, daha ileride Marmara’nın doğuya uzanan dili, İzmit ve Körfezi. Hep aynı tempo ile bütün meskûn yerlerdeki yurttaşlarımızı ziyaret ederek konfetiler saçarken seyahatimizin son aşamasında, ikimizin duygularında da başarılarımızın sevinci belli oluyordu.
Bu rota üzerinde ve civarında sıralanan şehirler, kasabalar ile öbek, öbek köyler, bunları kuşatan doğa güzellikleri, kişisel duygularımızı okşayan hoş manzaralardı. Su ile toprağın öpüştüğü kıvrımlı sahili takip ederek bazen denizde yüzen bir yelkenlinin tayfalarına, bazen de kara tarafına geçerek bacaları tüten yurttaşlarımıza kurumumuzun selam ve teşekkürlerini sunuyorduk.
10.000 kilometrelik uçuşla iklimler aşan tek bujili motorumuzun iniltilerinde öyle tatlı bir ahenk dinliyorduk ki, duygularımıza güven inancı katıyor, içinde yüzdüğümüz hava denizinin sonsuzluğunu yararak bizi ufuklara taşıyordu.
Sonunda görünen Adalar ve koca İstanbul olmuştu. İstanbul o sönmeyen ve sönmeyecek olan mutlu yuvaların yayıldığı, hafif bir sis perdesi altında kaynaşan varlıklar yuvası, her çeşit taşıtların canlılığı, parça, parça topluluklar. Hele okulların olası ders arası zamanı olacaktı ki, öğrencilerin okul bahçelerinde neşe içinde cıvıl, cıvıl oynaşmaları son aşamamızın görüntüsünü anılarımda tamamlamıştı. Bu uçuş tam üç buçuk saat devam etmişti, bu sürenin bir saatini yalnız İstanbul oluşturmuştu. Saçtığımız konfetiler çuvalı aşmıştı. Koca İstanbul’un üzerinde uzun, uzun dolaştıktan sonra Yeşilköy Hava Meydanı’na gelmiştik. Karşılamaya gelen büyük bir halk topluluğu arasında meydana inmiştik.
3 Aralık 1931. İstanbul’da THK Başkanı Seyahati Sonlandıran Telgrafı Geldi
Vecihi Bey,
Düzenlenen ziyaret uçuşlarının kazasız bitmiş olmasına memnun oldum. Gayretinize teşekkür ederim.
1. Uçuşun devam ettiği süre içerisinde yanınızda çalışan makinist Hamid Efendinin artık kadroda tutulmasına gerek olmadığı, bu nedenle Ocak ayı başından itibaren ilişiğinin kesileceği ve yine aynı tarihten itibaren size verilmekte olan uçuş zammının kaldırılacağı.
2. Uçağınıza bir motor satın alınması genel merkez heyeti tarafından incelenmiş ve Kurumuza Millî Savunma Bakanlığı tarafından yeni yapılmakta olan prototip uçaklardan verilmesi kararlaştırılmış olduğundan motor satın alınmasından vazgeçildiği.
3. Her durak yerinde gönderilmesi gereken raporlardan hiçbirisi henüz merkeze gelmemiş ve bunların olmaması nedeniyle hiçbir propaganda yapılamamıştır. En küçük olaylar dahi belirtilmek şartı ile ayrıntılı raporunuzun bir an önce merkeze gönderilmesi.
4. Size dinlenmeniz için 45 gün izin verilmiştir. Bitiminde merkezde göreviniz başına gelmenizi rica ederim.
Türk Hava Kurumu Başkanı
10 Aralık 1931. THK Başkanına Cevabi Telgrafım
3 Aralık 1931 tarih ve 1355/27958 sayılı emirlerinizi aldım. Gösterdiğiniz yakınlığa teşekkürlerimi arz ederim. Ziyaret uçuşları hakkındaki emirlerinizi tamamen ve Kurumumuz yararına iyi sonuçlar elde edilecek bir şekilde yerine getirerek tamamladım. Bu uçuşlara ait raporumu ilişikte takdim ediyorum. Rapor içeriğinde görüleceği gibi ziyaret uçuşlarının sağladığı faydalar çok yüksek olup genel ilgiyi çekmiştir.
Yalnız görevlilerden bazılarının görevlerini ihmal ettiklerini ve yönerge hükümlerine devamlı uyarmalarıma rağmen dikkat etmediklerini konunun önemi nedeniyle arz ediyorum. Bu gibi kuruluşlarda görevini candan seven ve faal kişilerin seçilmesinin büyük Kurumumuzun yararları bakımından gerekliği olduğunu dikkatinize arz ederim. Özellikle Antalya Şubemizin fahri başkanı kanaatime göre bu görevi kendisine yapılması zor ve ağır bir yük olarak kabul etmektedir. Buradaki kuruluşa büyük gayret göstererek Kurum yararına çok başarılı çalışan fahri muhasebeci Mazlum Bey’in ismini başkanlığınıza teşekkürle arz ederim.
Görevlilerin seçilmesinde yalnız idari değil, aynı zamanda maddi varlığının da dikkate alınmasını başkanlığınıza arz ederim.
Herhalde memleketimizin her noktasında Kurumuzun yüksek iradeli birçok yardımseveri yok değildir. Her şubemizde bu noktanın öneminden uzaklaşılmamasının büyük Kurumumuzun yararına olduğu düşüncesindeyim. Örneğin Fenike Şubemiz Başkanının hassas ulusumuzun duygularını coşturan, heyecanlı etkilerinin çok parlak ve takdire değer olduğu inancındayım. Uçağım bu görevin bitimine kadar yaklaşık olarak 150 saati aşkın uçmuştur. Bildiğiniz gibi askeri hava kuruluşlarımızdaki bütün uçaklar hangar içinde bakıma alınmakta ve bezleri tamamen değiştirilmektedir. Açıkta her türlü hava şartlarından etkilenen uçağım için ise bu süre en fazla 120 saati geçemez. Uçağım ise, bildiğiniz gibi, bütün geziyi açıkta ve her türlü hava olaylarından etkilenerek geçirmiştir. Bu nedenle bezlerin değiştirilmesinin ve motorun esaslı bir bakıma alınmasının gerekli olduğunu arz ederek, bu işlemin gerektirdiği masrafın 1.100 lirayı bulacağını, büyük Kurumumuza emirlerinizle büyük bir hizmet yaptığım için ilk Türk uçağının korunması bakımından masrafın kabul edilmesi sizin kararınızdır.
Bu küçük masrafla meydana gelecek uçağım, hiç şüphesiz daha pek çok hizmetleriyle onur duyacaktır.
Makinistim Hamid Efendinin ilişiğinin kesilmesine dair olan emirlerinizi kendisine bildirmeden önce, bu konuya ait bir noktayı şefkatli dikkatlerinize arz ediyorum. Bu gezinin başarısında büyük bir payı olan bu kişinin görevine son verirken kendisinin, uygun görülecek bir ikramiye ile ödüllendirilmesini onayınıza arz ederim. Son olarak tazminatımın kabulünü arz ederim efendim.
Böylece, THK yararına yapılan bu ikinci seyahat, Ankara yerine İstanbul’da sona erdirilmiştir.
Not:
Tayyareci Vecihi’nin 1924’te yaptığı Türkiye’de yapılmış olan ilk uçak Vecihi K VI yok edilmiştir. 1930’da yaptığı ilk sivil Türk uçağı Vecihi XIV ile Türk Hava Kurumu için 150 saati geçen yurt gezisinden sonra uçağın onarımı ve motorunun bakımı için istediği 1.100 lira verilmemiş, ilk Türk uçağı olduğu için saklanması ve müzeye konması gereken bu uçak maalesef yok edilmiştir.