Fatih ve Rönesans
Fatih zamanından önceki Osmanlı mimarisi, taşraya özgü Timur mimarisi olarak tarif edilirdi. Erken dönem Osmanlı edebiyatı büyük oranda Türkçeye yapılan çevirilere dayanıyordu.
Atatürk'ün de kendisinden hayranlıkla bahsettiği en önemli Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet Han'dır. O zamanının en önde gelen savaş makinalarından biri olan Osmanlının padişahı değil, aynı zamanda yaşadığı çağın entelektüel birikimiyle öne çıkan devlet adamlarından biridir. Onun sadece bu özelliklerinden dolayı, Türk tarihinde önemli bir yeri olduğuna inanıyorum.
Fatih Sultan Mehmet, her ne kadar hayatının çoğunu mücadelelerle geçirse de, Türk etkisi kadar içinde uluslararası unsurlar ve Bizans’a ait nitelikler de taşıyan Osmanlı’ya özgün bir imparatorluk kültürü oluşturmak amacıyla hem para hem de zaman harcamıştı. Fatih zamanından önceki Osmanlı mimarisi, taşraya özgü Timur mimarisi olarak tarif edilirdi. Erken dönem Osmanlı edebiyatı büyük oranda Türkçeye yapılan çevirilere dayanıyordu. Geçmişteki büyük başarılardan alınan örneklere ve dini kompozisyonlara sahipti. II. Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, kendine bir Bizans tarzı, bir de Timur tarzı saray yaptırdı. Bu yapıları, seferberlik amacıyla kullanılan saray çadırları düzenini beton ve alçıya dönüştürdü. Bunun yanında, Fatih, Bizans ve Anadolu yazar ve sanatkarlarını kullanarak, Doğu ve Batı’daki önemli şahısları kendi hizmetine almak üzere cezbetmeye çalıştı. İstanbul’da Bizanslıların inşa ettirdiği Ayasofya Katedraline rakip büyük bir cami inşa ettirdi ve çevresini ülke içinden ve dışından donanımlı hocaları cezbedecek yüksek maaşlı eğitim müesseseleri olan medreselerle donattı.
Sarayında önemli entelektüel konularda tartışmak üzere bilgili insanları toplamayı adet edindi. Öte yandan Timur İmparatorluğu’nda ve diğer doğu imparatorluklarında yaşayan İranlı şairleri saraya çekebilmek için onlara pahalı hediyeler gönderdi, fakat onları buna rağmen gelmeye ikna edemedi.
İtalyan Rönesansı sanatkarlarına daveti ise daha sıcak karşılandı; Constanzo de Ferrara, Gentile Bellini ve daha az üne sahip başka bazı şahıslar Osmanlı nüfuzunda bulundular. Hatta Leonardo da Vinci’nin de saraya gelmiş olabileceği rivayet edilir. Fatih’in davetiyle İstanbul’a gelen İtalyan ressamları, bu dönemde Osmanlılara İslam dünyasında benzeri olmayan bir resim sanatı merakını miras bıraktılar. Bununla birlikte Bellini’nin saraydaki erotik duvar tabloları, II. Mehmet’in halefleri tarafından yok edildi. Osmanlı resim sanatının İtalyan Rönesansının başarılarından faydalanamamasından ve daha muhteşem İran minyatür tarzını sadece kopya etmesinden dolayı üzülmek gerekir.
Bu arada, şimdiki sanat tarihçileri, Osmanlı sanatının dine muhalefet doğuracak türde canlı tasvirlerin yapılmasından kaçınmakla birlikte, Bizans ve İran etkilerini birleştirerek benzersiz bir tarz ortaya çıkardığını kabul ederler. Bu Osmanlı sanat tarzı, Timur sonrası İran sanatında görülen “öbür dünyaya dair” unsurlardan çok, gerçekliğe ve bu dünyanın sorunlarına yer veriyordu. Timur'un şair ve sanatkarlarının Osmanlı topraklarına gelmesi, Osmanlı’nın ilerleme dönemine rastlar. Bu toplulukların yeteneklerinden, rejimin yüceltilmesi, Osmanlı sanatsal ifadesinin hem nicelik hem de nitelik bakımından zenginleştirilmesi ve Osmanlıların büyük hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ın ihtişamı çerçevesinde oluşan şana katkıda bulunması amacıyla faydalanıldı.
Çin’den porselen ve ipek, Avrupa ’dan cam ve madeni eşya, Hindistan’dan mücevher ve Macaristan’dan heykel ithali de, yeni bir sanat vizyonunun oluşumuna katkıda bulundu. Kanuni dönemi, Osmanlı sanatında klasik tarzın oluşum dönemidir. Kent topluluklarının özümsediği bu tarz, günümüze kadar yapımcılarının hususi adıyla kalmıştır. 1550’li yıllarda, mimari, seramik sanatı, minyatür, tekstil, şiir, tarih yazımı ve daha pek çok sahada sanatkarlar ve saraydaki efendiler, ne Avrupa ne de İran tarzında, fakat ikisine de bir şeyler borçlu olarak yeni bir estetik oluşturdular.
Burada bu kültürel patlama konusunda detaylı bilgi verecek durumda değiliz fakat çok önemli ve göze çarpan bir şahıstan bahsetmek istiyoruz: Mimar Sinan. Bir köylü çocuğu ve askeri mühendis idi, hayatının ikinci yarısında padişahlar adına inşa ettirdiği camilerle bir Shakespeare, bir Michaelangelo gibi ün kazandı. Bizans ve Timur örneklerini güçlü bir sentezde birleştirmesi ile Sinan, tıpkı Hıristiyanlık için inşa edilen Gotik katedral gibi, İslam’ın hem dünyevi hayatını hem de ruhani arzularını yansıtan yeni bir tür dini mimari meydana getirdi.
Sinan’ın kariyerinin zirvesi, İstanbul’daki Süleymaniye Camii iledir. Bu cami, Süleyman’ın İslam dünyasındaki seçkin hükümdarlık konumunu ve onun hem Şii İran hem de Hıristiyan Avrupa’nın İsevilik taleplerine karşılık Sünni İslam’ın temsilciliğini yansıtır. Caminin kubbesi, çeşmesi, pencerelerinin ışıkları ve değerli taştan yapılmış kolonları, sembolik olarak, imparatorluğun cennetle olan irtibatını ve Süleyman’ın hükümdarlığına ilahi tasdiki resmeder. Osmanlı kültürel açılımını İtalya’daki biçimiyle bir Rönesans olarak adlandırmak doğru değildir. Fakat bu açılım ne bir tür geçmişin yeniden keşfi ne de kültürel olayların bir dönüşümünden ibarettir. Belki onu İngiltere’deki Rönesans ile karşılaştırmak daha doğru olacaktır. Eski ve tali unsurları içinde barındıran, fakat yine de ortaya çıktığı toplumda derin bir kültürel etki yapan bir Rönesans.
Timuri kültürel açılımı ise kısmen daha fazla İtalyan Rönesansı ile karşılaştırılmıştır negatif anlamda. Yine de bu açılım geçmişin yeniden keşfi olarak nitelenmese de Büveyhiler Dönemi ile irtibatlandırılabilir. Bu açılımların Osmanlı, Safevi ve Moğol memleketlerindeki etkileri henüz tam olarak ortaya konmuş değildir. Bizimki sadece Müslüman dünyasındaki bu büyük akımı anlamak yönünde bir ilk adım atmaktır. Her ne kadar bölgede modernleşmeyi sağlasa da bu akımların gerçekliği genellikle inkâr edilmektedir.
Sonuç
Avrupa Rönesansının modernleşmenin bir aracı olarak gösterilmesi, bilimsel gelişmeyi tarihin motoru olarak gören Aydınlanma felsefesinin bir sonucudur. Her ne kadar tarihi dönüşümler bağlamında düşüncelerimiz değişmiş olsa da, Rönesans’ın sembolik öneminden çok, dünyayı anlamada ve dünyayla etkileşimde bir taşıyıcı rolü vardır.
Rönesans düşüncesinde Osmanlıları yok saymak, bu hareketin katılımcısı olarak görmemek çözüm değildir. Türk tarihinin değişim dinamiklerinin doğru bir değerlendirmesi, bu bölgenin kendine özgü Rönesans hareketinin ve yüzyıllar boyunca kültürel ve entelektüel bağlarının değerlendirilmesiyle mümkün olacaktır.
Kaynak
Prof. Dr. Linda T. DARLING, Türkler, Cilt: 11, ss.:840-847