Fatih ve Rönesans İlişkisi Bize Neyi Anlatıyor?
Fatih'in İstanbul'u Cihan İmparatorluğunun merkezi yapma düşüncesiyle, İtalyan Rönesans'ı sanatkarlarına gönderdiği daveti sıcak karşılandı; Constanzo de Ferrara, Gentile Bellini ve daha az üne sahip başka bazı sanatçılar bir süreliğine Osmanlı nüfuzunda bulundular, kıymetli eserler verdiler.
Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden birisi de hiç şüphesiz Fatih Sultan Mehmet Han’dır. Tüm tarihçilerin Üzerin de birleştiği nokta, Fatih’in çağının en büyük bilge insanlarından biri olduğudur. Bunu anlamak için 14’üncü yüzyılda bakmak yeterlidir. Fatih akıl, bilim ve sanata çok önem veren bir liderdi. Buda onu diğer devlet yöneticilerinden ayıran özelliklerinden bazılarıydı. Atatürk'e Fatih’le ilgili “Eğer Fatih sizin döneminizde yaşasaydı, oyunuzu kime verirdiniz" diye sorduklarında, hiç düşünmeden "Fatih Sultan Mehmet Han'a verirdim” dediği rivayet edilir. Gerekçesini, “O, çağının en büyük entelektüeli, ufku geniş, çağa ayak uyduran lideriydi" diyerek açıklama getirmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, her ne kadar hayatının çoğunu savaşlarla geçirse de, Türklerle birlikte içinde Bizans dahil çok kültürlü bir niteliği olan imparatorluk kültürüne hayat kazandırmak maksadıyla hem para hem de zaman harcamıştır. Fatih zamanından önceki Osmanlı mimarisi, “Taşraya özgü Timur tarzı mimari” olarak tarif edilirdi. Erken dönem Osmanlı edebiyatını, başka dillerde yazılmış eserlerin Türkçeye çevirileri, geçmişteki büyük başarıları anlatan hikayeler ve dini anlatılar oluşturuyordu. II nci Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, kendine bir Bizans tarzı, bir de Timur tarzı saray yaptırdı! Bu yapılar, seferberlik amacıyla kullanılan saray çadırları düzenini beton ve alçıya dönüştürmüş oldu.
Bunun yanında Fatih, Bizans ve Anadolu yazar ve sanatkarlarını bir araya getirdi. Doğu ve Batı’daki önde gelen bilim ve sanat insanlarını Osmanlı Sarayına davet etti. İstanbul’da Bizanslıların inşa ettirdiği Ayasofya Kilisesi’ne rakip büyük bir cami inşa ettirdi ve çevresini ülke içinden ve dışından donanımlı hocaları cezbedecek yüksek maaşlı eğitim müesseseleri olan medreselerle donattı. Düzenli olarak, sarayda bilgili insanları önemli aktüel konularda tartışmak üzere topladı. Timur İmparatorluğu’nda ve diğer Doğu imparatorluklarında yaşayan İranlı şairleri saraya çekebilmek için onlara pahalı hediyeler gönderdi, fakat onları ikna edemedi. Fatih'in İstanbul'u Cihan İmparatorluğunun merkezi yapma düşüncesiyle, İtalyan Rönesans'ı sanatkarlarına gönderdiği daveti sıcak karşılandı; Constanzo de Ferrara, Gentile Bellini ve daha az üne sahip başka bazı sanatçılar bir süreliğine Osmanlı nüfuzunda bulundular, kıymetli eserler verdiler. Hatta Leonardo da Vinci’nin de saraya gelmiş olması olasılığında söz edilir. İtalyan ressamları, bu dönemde Osmanlılara İslam dünyasında benzeri olmayan bir resim sanatı merakını miras bıraktılar. Bellini’nin yaptığı saraydaki erotik duvar tablolarının, II. Mehmet’in halefleri tarafından yok edildiği söylenir. Osmanlı resim sanatının İtalyan Rönesansının başarılarından faydalanamamasından ve daha muhteşem İran minyatür tarzını sadece kopya etmesinden dolayı üzülmek gerekir.
Bununla birlikte, şimdiki sanat tarihçileri, Osmanlı sanatının dine muhalefet doğuracak türde canlı tasvirlerin yapılmasından kaçınmakla birlikte, Bizans ve İran etkilerini birleştirerek benzersiz bir tarz ortaya çıkardığını kabul ederler. Osmanlı sanat tarzı, Timur sonrası İran sanatında görülen “öbür dünyaya dair” unsurlardan çok, gerçekliğe ve bu dünyanın sorunlarına yer vermiştir. Timur'un şair ve sanatkârlarının Osmanlı topraklarına gelmesi, Osmanlı’nın büyük ilerlemesi ile aynı zamana rastlar. Bu toplulukların yeteneklerinden, rejimin yüceltilmesi, Osmanlı sanatsal ifadesinin hem nicelik hem de nitelik bakımından zenginleştirilmesi ve Osmanlı’nın büyük hükümdarı Kanuni Süleyman’ın ihtişamı çerçevesinde oluşan şana katkıda bulunulması amacıyla faydalanıldı. Çin’den porselen ve ipek, Avrupa’dan cam ve madeni eşya, Hindistan’dan mücevher ve Macaristan’dan heykel ithali de, yeni bir sanat vizyonunun oluşumuna katkıda bulundu.
Kanuni Dönemi, Osmanlı sanatında klasik tarzın oluşum dönemidir. Kent topluluklarının özümsediği bu tarz, günümüze kadar yapımcılarının hususi adıyla intikal etmiştir. 1550’li yıllarda, mimari, seramik sanatı, minyatür, tekstil, şiir, tarih yazımı ve daha pek çok sahada sanatkârlar ve saraydaki efendiler ne Avrupa ne de İran tarzında, fakat ikisine de bir şeyler borçlu olarak yeni bir estetik oluşturdular. Burada bu kültürel patlama konusunda detaylı bilgi verecek durumda değilim fakat çok önemli ve göze çarpan bir şahıstan bahsetmek istiyorum: Mimar Sinan.
Mimar Sinan bir köylü çocuğu olarak dünyaya gelmesine rağmen, askeri mühendis olmak için eğitim aldı. Hayatının ikinci yarısında padişahlar adına inşa ettirdiği camilerle bir Shakespeare, bir Michaelangelo gibi Osmanlı topraklarında ün kazandı. Bizans ve Timur örneklerini güçlü bir sentezde birleştirmesi ile Sinan, tıpkı Hıristiyanlık için inşa edilen Gotik katedral örnekleri gibi, İslam’ın hem dünyevi hayatını hem de ruhani beklentilerini yansıtan yeni bir tür dini mimari tarzda eserler verdi.
Sinan’ın kariyerinin zirvesi, İstanbul’daki Süleymaniye Camiidir. Bu cami, Kanuni Sultan Süleyman’ın İslam dünyasındaki seçkin hükümdarlık konumunu ve onun hem Şii İran hem de Hıristiyan Avrupa’nın İsevilik taleplerine karşılık Sünni İslam’ın temsilciliğini üstlendiğini anlatır. Camiin kubbesi, çeşmesi, pencerelerinin ışıkları ve değerli taştan yapılmış kolonları, sembolik olarak, imparatorluğun cennetle olan irtibatını ve Süleyman’ın hükümdarlığına ilahi tasdiki resmeder.
Bu arada, Osmanlı kültürel açılımını İtalya’daki biçimiyle bir Rönesans olarak adlandırmanın doğru olmadığı kanaatindeyim. Fakat bu açılım ne bir tür geçmişin yeniden keşfi ne de kültürel olayların bir dönüşümünden ibarettir. Belki onu İngiltere’deki Rönesans ile karşılaştırmak daha doğru olacaktır. Bu tarz, eski ve tali unsurları içinde barındıran, fakat yine de ortaya çıktığı toplumda derin bir kültürel etki yapan bir Rönesans. Timuri kültürel açılımı ise kısmen daha fazla İtalyan Rönesansı ile karşılaştırılmıştır negatif anlamda; yine de bu açılım geçmişin yeniden keşfi olarak nitelenmese de Büveyhiler Dönemi ile irtibatlandırılabilir. Bu açılımların Osmanlı, Safevi ve Moğol memleketlerindeki etkileri henüz tam olarak ortaya konmuş değildir. Bizimki sadece Müslüman dünyasındaki bu büyük akımı anlamak yönünde bir ilk adım atmaktır. Her ne kadar bölgede modernleşmeyi sağlasa da bu akımların gerçekliği genellikle inkâr edilmektedir.
Avrupa Rönesansının modernleşmenin bir aracı olarak gösterilmesi, bilimsel gelişmeyi tarihin motoru olarak gören Aydınlanma felsefesinin bir sonucudur. Her ne kadar tarihi dönüşümler bağlamında düşüncelerimiz değişmiş olsa da, Rönesans’ın sembolik öneminden çok, dünyayı anlamada ve dünyayla etkileşimde bir taşıyıcı rolü vardır. Rönesans düşüncesinde Osmanlıları yok saymak, bu hareketin katılımcısı olarak görmemek çözüm değildir. Türk Tarihinin değişim dinamiklerinin doğru bir değerlendirmesi, bu bölgenin kendine özgü Rönesans hareketinin ve yüzyıllar boyunca kültürel ve entelektüel bağlarının değerlendirilmesiyle mümkün olacaktır.
Kaynakça
DARLING, Linda T., “Türkler”, Arizona Üniversitesi Tarih Bölümü, Cilt: 11, Sayfa: 840-847