İstiklali 'tek adam' olan Afganistan'ın istikbali (5)
Afganistan, 40 yılı aşkın bir süredir işgal altında bir ülkedir. 1973 yılında Davut Han’ın askeri darbe ile şahlığı yıkmasıyla birlikte ülkedeki tüm dengeler alt üst olmuştur.
Afganistan, 40 yılı aşkın bir süredir işgal altında bir ülkedir. 1973 yılında Davut Han’ın askeri darbe ile şahlığı yıkmasıyla birlikte ülkedeki tüm dengeler alt üst olmuştur. Afganistan’ı kimin yöneteceği, dış güçlerin kimi desteklediğine göre durmadan değişmiştir. 90’lı yıllardaki iç savaş ve arkasından gelen beş yıllık Taliban döneminden sonra, ABD’nin işaret ettiği iki devlet başkanı, Karzai ve Gani sırasıyla ülkeyi son yirmi yılda, yönetmiştir. Bu arada, Taliban’ı askeri bir yenilgiye uğratmak mümkün olamamıştır. Neticede, ‘Taliban olmadan ülkede kalıcı barışın tesisinin mümkün olamayacağı’ kabul edilmiş ve siyasi çözüm denklemine Taliban dahil edilerek, ülkenin anahtarı yirmi yıldır kendisiyle savaşılan Taliban’a teslim edilmek durumunda kalmıştır.
Ordunun Taliban’a Karşı Direniş Göstermemesini Ana Nedeni
ABD, Taliban’la yaptığı anlaşmaya rağmen, arkasında bıraktığı Gani hükümeti ve bağlısı ordu ve polis birliklerinin, Taliban’a karşı direnmesini beklemiştir. Oysa, Taliban’ın Afganistan’a girişiyle birlikte karşısında direnç gösterecek ne hükümet ne de ordu kalmıştır. Bunun nedenlerini daha önceki yazılarımızda kapsamıştık. Burada vurgu yapmamız gereken en önemli unsur MORAL faktörüdür. Devlet bürokrasisinde ve güvenlik güçlerinde moral kalmamış, bu nedenle savaşma iradesi ortaya konamamıştır.
Neden böyle olmuştur? ABD; 29 Şubat 2020 anlaşmasıyla, kendisinin bundan böyle Afganistan için muhatabının Taliban olduğunu açıkça göstermiştir. Ülkenin başında kendisinin getirdiği Gani liderliğinde bir Afgan hükümeti olmasına rağmen çekinmeden bunu yapabilmiştir. 15 Ağustos öncesi Taliban’a ülkeyi hediye edecek tüm psikolojik harekât araçları Taliban eliyle devreye sokulmuştur. Ordu teşkilatının dağınık bir yapılanma içinde tutulması, gereken yerlerde “sıklet (ağırlık) merkezi” oluşturmasına ve “kuvvet teksif (yoğunlaştırma)” etmesine izin vermemiştir. Zaten firarlar nedeniyle genelde olması gereken mevcuduna bir türlü ulaşamayan güvenlik güçlerinin, onca alınan eğitime, sahip olunan silah ve teçhizata rağmen, Taliban karşısında varlık göster(e)memesi doğal bir sonuç olmuştur.
Yaşanılanlar göstermiştir ki, Afganistan devlet mekanizması ve ordusunun ayakta kalması ABD tarafından pek de istenmemiştir. Afgan ordusunun moralini bozan kilit unsur, ABD'nin Taliban’la yaptığı müzakeredir. Harp prensiplerinden en başta geleni, MORAL prensibidir. Karşıdaki düşman ordusunun morali bozulduğu an, dağılması an meselesidir. Dağılan bir ordu karşısında, silah ve teçhizatı daha az veya yetersiz olsa bile, morali yüksek bir ordu için zafer kesindir. Örnek, bugün hep birlikte yıldönümünü kutladığımız, şanlı 30 Ağustos Zaferi, böyle kazanılmıştır. Morali yüksek bir başkomutanın önderliğinde morali yüksek bir orduyla, morali çökmüş bir Yunan ordusuna karşı kesin zafere ulaşılmıştır. Hepimize kutlu olsun!
Taşların bir türlü yerine oturmadığı Afganistan halkı, bizim kadar şanslı değildir. Afganistan halkının önüne düşebilecek, ABD ve Taliban’a karşı mücadele edebilecek bir oluşum ortaya çıkamamış, ülkeyi kurtarabilecek hakiki bir önder kendini gösterememiş veya böyle bir liderliğin gelişimine şartlar izin vermemiştir.
Neticede, ABD güdümündeki tek adam Gani’nin şahsında temsil edilen “Afganistan devlet mekanizması”, Gani’nin ülkeyi terk etmesiyle birlikte, ABD’nin sözde tüm beklentilerini ters yüz edecek şekilde, dünyanın gözü önünde aniden çökmüştür. Hakiki komutanlardan yoksun 300 000 kişilik koskoca Afganistan Ordusu da haliyle 75 000 kişilik bir milis kuvveti karşısında tutunamamış, tutunacak bir irade de ortaya koyulmamıştır.
Afgan Özel Kuvvetlerinde 22 000 kişilik iyi eğitilmiş komandolar görev yapmaktaydı. Bunlar, Afgan ordusunun en iyi silah ve teçhizatla donattığı seçme askerleriydi. Bu askerler dahi Taliban karşısında bir direniş göstermemiş veya gösterecek fırsat kendilerine verilmemiştir. Bu askerlerden bazılarının basına yansıyan sözleri herkesin tahmin edebileceği üzere, direniş gösterilmemesinin ana nedenini açıklar gibidir:
“Savaşma istediğimiz de savaşacak gücümüz de vardı… Ancak, Hükümet savaşmamız gerektiğini söylemediği için Taliban’a karşı savaşa girmedik!”,
"Savunma Bakanlığı savaşmamız gerektiğini söylemedi!”,
“Savaş, siyasi bir karardı. Başkan Gani bizim Taliban’a karşı savaşmamızı istemedi!...”
Haliyle Afganistan, 15 Ağustos 2001 itibariyle sahipsiz kalmıştır. Malum, sahipsiz kapı anahtarsız açılır. Sahipsiz Afgan yurdunda Taliban artık tek buyruk olmuştur.
Ahmet Mesud’un Penşir Direnişi
Taliban’a karşı Penşir’deki Ahmet Mesud liderliğinde başlatılan direniş, uzun soluklu bir mücadele için gerekli kaynaklardan ve dış destekten yoksundur. Afganistan içinde küçük bir azınlık olan Taciklere, Tacikistan’ın gereken lojistik desteği veremeyeceği aşikardır. Bu şartlarda, babasının izinden gitmeye heveslenen Ahmet Mesud’un başarılı olma ihtimali yok denecek kadar azdır. Yakın bir zaman zarfında, eğitim hayatı İngiltere’de geçtiği için, bir tür İngiliz ekolünden gelen Mesud’a, Taliban tarafından ülke yönetiminde söz sahibi olmasını sağlayacak iyi bir pozisyon verilmesi halinde, bu direnişin kendiliğinden ortadan kalkacağı ifade edilmektedir.
Taliban’dan Beklentiler
İronik bir şekilde, ABD ve Gani ortak yönetiminin arkasında bıraktığı çöken devlet enkazından yeni bir devletin kurulması görevi, bir zamanların terörist örgütü Taliban’a havale edilmiştir.
Son dönemdeki gelişmelere göre değerlendirdiğimizde, Taliban’ın; 1996 yılında Afganistan’da iktidara geldiği dönemdekine göre yönetim anlayışı ve felsefesi yönüyle, çok daha dikkati bir örgüt olarak bugün dünya gündeminde kendine yer bulmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Taliban her şeyden önce, siyasi ve askerî açıdan zafer kazanmış bir örgüttür. ABD ve müttefiklerinin tüm baskısına, karadan ve havadan düzenledikleri askeri operasyonlara rağmen, Afganistan topraklarından Taliban’ın tamamen sökülüp atılması mümkün olamamıştır. Üstelik örgüt, ABD’yi anlaşma masasına oturtacak kadar varlığının kabul görmesini de sağlayabilmiş, kendince mücadelesinin haklılığını dünyaya tescil ettirebilmiştir.
Bugün Afganistan’da ABD’nin ve takiben dünyanın tek resmi muhatabı haline gelen Taliban, her ne kadar tüm Afganlıları temsil eden bir yapı olmasa da tüm Afganistan’ı yönetebilecek bir meşruiyete sahiptir. ABD tarafından açık bir şekilde, müttefikleri tarafından zımni olarak Taliban’ın meşruiyeti tanınmıştır. Ayrıca, Taliban güçlerinin 15 Ağustos 2021’de Kabil’e girmesiyle birlikte, Afganistan devlet yapısının toptan çökmesi, Taliban’ı şimdilik ülke yönetiminde alternatifi olmayan bir güç odağı, dini, askeri ve siyasi bir oluşum haline getirmiştir.
Afganlar; 1979 Sovyet İşgali öncesinde gerçekleştirilen bir takım yenilikçi uygulamalar ile çağdaş uygarlık yolunda epey ilerleme kaydetmiş bir halktır. Şu anda dünyaya yansıyan ‘geri kalmış görüntülerine’ rağmen, normalde eğitime, sanata, şiire, edebiyata önem veren bir halktır. Özellikle Taliban’ın 1996 yılında işbaşına gelmesiyle birlikte Afgan halkının günlük yaşamı tamamen değişmiş, ülkede geriye doğru doludizgin bir gidiş durumu söz konusu olmuştur.
Taliban’ın geçmişteki uygulamaları modern dünya ölçütlerine göre kabul edilebilir bir şey değildir. Taliban, okulları medreseye çevirmiştir. Erkeklere sakal mecburiyeti getirilmiştir. Televizyon ve bilgisayarları yasaklamış, hatta evlere baskınlar düzenlemiştir. “Acaba insanlar ellerindeki elektronik eşyaları bahçeye gömmüşler mi?” diye evlerde aramalar yapılmıştır. Evinde video kaset bile bulunanlara ağır cezalar uygulanmıştır. Güvenlik gerekçe gösterilerek kadınların çoğunluğu iş yaşamından tecrit edilmiş, yetişkin kız çocuklarının okullara gitmesine izin verilmemiştir. Bu dönemden akılda kalan en önemli uygulama, kadınların hayatın her alanından soyutlanması olmuştur.
Tüm bu kurallara uyulup-uyulmadığı hususu, “Afganistan din polisi” tarafından sıkı bir şekilde kontrol altında tutulmuştur. Kendisinden sonra Suriye’de ortaya çıkan İŞİD gibi, Taliban da ilk yönetim deneyiminde, ‘dünya geri kalanının ne dediğini veya diyeceğini hiç umursamayan’ bir anlayışla hareket etmiştir. Sonuçta tüm bu tür çağ dışı uygulamaları; gelenekselci ve mütedeyyin bir yapıya sahip olan Afgan halkı dahi kabul etmekte zorlanmıştır.
Geçmişte Afganistan’daki siyasi gelişmelere uzak durmayı tercih eden ve enerji çıkarları için Taliban yönetiminden yararlanabileceğini değerlendiren ABD; el Kaide’ye müsamaha göstermesi nedeniyle Taliban’la problem yaşamıştır. Enerji konusunda ikircikli ve değişken politikalar izleyerek ‘ABD’yi oyalayan’ Molla Ömer, Washington’dan alacağı diplomatik tanınma jesti karşılığında, Osama bin Ladin’in iade edebileceğine dair tutum ortaya koymuştur. Molla Ömer’in bu tavrı, dönemin Clinton yönetimini rahatsız etmiştir. ABD’yle uzlaşma zemini yakalayamaması, tek adam rejimi halinde işleyen Taliban devlet sisteminin zora girmesinde ve uluslararası kredibilitesini hızla yitirmesinde önemli bir kırılma noktası olmuştur. Molla Ömer’in el Kaide ile oluşturduğu organik bağlar çerçevesinde, Ladin’e sağlanan siyasi kollamanın her durumda sonuna kadar sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.
2021’e geldiğimizde, karşımızda ‘tecrübeli’ bir Taliban var. Dünyayı öğrenme, uluslararası ilişkileri özümseme, Afganistan içindeki ve komşu ülkelerdeki dinamikleri daha iyi anlama noktasında, yaklaşık 30 yıllık bir deneyimi olan bir örgüt haline gelmiştir ABD ile yol ayrımı Taliban’ı iktidardan etmiş, şimdi tarafların yollarını müşterek çıkarları için birleştirmesi Taliban’a tekrar iktidarının iadesini mümkün kılmıştır. Taliban. Şimdi bu “haydut çetenin” gerçekten devlet olup olamayacağına göre, uluslararası toplum, Taliban’a karşı bir duruşunu netleştirecek, devlet olarak tanıyıp-tanımama noktasında karar verecektir.
Taliban da dünyadan izole bir durumda olmak istemiyor. ABD yanında Çin ve Rusya ile ilişkilerini geliştirme arayışları var, temaslarda bulunuyorlar. Pekin ve Moskova ile Pakistan Taliban’ı tanıma yönünde kuvvetli sinyaller veriyorlar. Dünyanın geri kalanı, öncelikle Taliban’ın ne yapacağını takip ediyor. Dolayısıyla, diğer devletler ‘bekle gör’ politikası güdüyor. İran da tanıyabileceğine dair işaretler veriyor.
ABD’nin Arkasında Bıraktığı Sahipsiz Silahlar Meselesi
ABD’nin bir yerden çekilirken, arkasında “silah bırakmak” gibi bir geleneği var. Örneğin, 1980’li yıllarda küresel güç dengeleri ve uluslararası konjonktür çerçevesinde, Pakistan’la birlikte Afganistan’da Sovyetlere karşı mücadele eden cihadî gruplara yardım eden, hatta onlara silah desteği sağlayan ABD, bu gruplardan Hareketul Mücahidin Grubu’na stinger füzelerini vermiştir. Sovyetler çekilince, bu füzeler CIA’ye iade edilmemiş, sadece bu grup 1993’te ABD’nin “kara listesine” alınmıştır. Grup da ismini Hareketul Ansar yaparak füzeleri ve diğer silahları, tertemiz bir sicille kullanmaya devam etmiştir.
Afganistan’da şimdi çok daha büyük bir “sahipsiz silah sorunu” söz konusu. Malum ortada Afgan Ordusu diye bir resmi güç kalmamıştır. Mutlaka, ordunun mensupları, yeni devlet fonksiyonları çalışmaya başladığında, orduya geri dönecektir. Ancak, Afgan ordusunun envanterindeki yer alan ve/veya Amerikalıların arkalarında bıraktıkları silah, mühimmat ve teçhizata ne olduğu bilinmemektedir. Amerikalılar dahil insanların can derdine düştüğü bir ortamda, bunlar sahipsiz kalmış, “kaybolan silahlar” olarak Afganistan’dadır.
Taliban’ın şimdi Amerikalılardan kalma 85 milyar dolarlık harp silah ve araçlarına erişim hakkı doğmuştur. Bunlar arasında 75 000 kadar askeri araç, 200’ün üzerinde uçak ve helikopter (black hawk tipi olanlar dahil) ile 600 000 kadar hafif silah ve cephanesi yer almaktadır. Ayrıca gece görüş gözlükleri, çelik yelekler, askeri tıbbi malzeme vb. daha önemsiz malzemeler de kontrolsüz bir şekilde geride bırakılmıştır. Afgan halkının bir nevi röntgen filmlerinin bulunduğu “biometrik bilgi bankası”, tüm teknik altyapısıyla birlikte Taliban’ın eline geçmiştir…
İŞİD'in HORASAN Kolunun Afganistan'daki Terör Faaliyeti
26 Ağustos’ta Kabil’de yaklaşık 100 kişinin hayatını yitirdiği bir bombalama hadisesi olmuştur. Irak Şam İslam Devleti (İŞİD) veya Daeş olarak bilinen cihadî örgütün Horasan kolu tarafından üstlenilen bu bombalama hadisesi, Afganistan’ın başında Taliban da olsa, bu ülkede terörün yakın dönemde bitmeyeceğini göstermesi yönüyle önemlidir. 2015 yılından itibaren ortaya çıkan İŞİD’in Horasan kolu Afganistan’da güçlenmeye başlamıştır. Afganistan’da varlığını bulunan diğer bir örgüt olan, Usame bin Ladin’in kurduğu El Kaide, silahlı cihadî grupların içinde en önde gelenidir. El-Kaide, İslam dünyasını Batı'nın etkisinden kurtarıp İsrail'i de yok ederek, İspanya'dan Endonezya'ya kadar uzanan bölgede Sünni şeriat kanunlarıyla yönetilen bir devlet kurmayı amaçlamaktadır. 2 Mayıs 2011 tarihinde öldürülen Ladin'in iki yardımcısından biri olan Eymen ez-Zevahiri bugün örgütün lideridir. Yemen’de birçok yeri ele geçiren, 9/11’in faali bu örgüt, diğer cihadî gruplar için farklı bir konuma sahiptir. İŞİD’le tüm bağlantısını 2014 itibariyle kestiğini açıklayan el Kaide, bir bakıma, Taliban dahil tüm cihadî gruplar üzerine nüfuzu olan bir örgüttür.
Şimdilerde, Taliban’ın ‘davalarından taviz verdiğini’ düşünebilecek daha sertlik yanlısı örgüt elemanları olabilir. Bunlar, ilk fırsatta Taliban’dan ayrılıp, el Kaide’ye ya da İŞİD’in Horasan koluna katılabilirler. Hem de ellerine geçen veya geçirecekleri Amerikan artığı silahlarla birlikte bunu yapabilirler. Taliban içindeki Hakkani grubu bunun başını çekebilir. Daha radikal söylemi olan Hakkani şebekesini, ABD personeline yönelik saldırıları ve El Kaide ile yakın bağları nedeniyle, 2012 yılında ABD “yabancı terör örgütü” olarak ilan etmişti. Eğer bu tür bombalama hadiseleri devam ederse, ABD, Hakkani grubunu hedef alabilir. Bu da Taliban içinde parçalanmayı beraberinde getirebilir.
Sonuç
Devlet gücü ve otoritesi tesis edilmeden, ABD ve müttefikleri, adeta kaçar gibi Afganistan’ı terk etme yarışına girmiştir. Arkalarında bıraktıkları boşlukta İŞİD’e, el Kaide’ye ve diğer terör örgütlerine bir alan açılmıştır. Bu tür terörist örgütler için artık Afganistan geniş bir oynama alanıdır, cihadi grupların serbestçe at koşturma fırsatını bulabilecekleri bir ana üs olacaktır. Bu grupların içinden çıkan Taliban ne kadar değişirse değişsin, bu gruplarla medrese öğrencileri üzerinden sahip olduğu organik bağını bir kenara bırakması mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle, Taliban’ın cihadi gruplarla ilişkisi ve iş birliği devam etmek durumundadır.
Şimdi, bu Amerikan artığı silahların Taliban’ın eline geçmesinde belki bir beis yoktur diyebiliriz. Devlet kuracaksa elbette silahı da olacaktır. Ancak, El Kaide, Taliban’ın akıl hocasıdır. Taliban’ın el Kaide’ye “dur” demesini beklemek, böyle bir otoritesi olduğunu düşünmek….
Ortaya çıkan bu boşlukta, diğer terör örgütlerine Amerikan’ın ‘Afganistan cephaneliğinin’ kapısı ardına kadar açılmış durumdadır. Arkada bırakılan bu silahların bir kısmı cihadî grupların kontrolüne geçebileceği gibi, ülkede Taliban’dan hoşnut olmayan veya kendilerini güvende hissetmeyen diğer etnik grupların ve cihadîlerin de silah ihtiyacını karşılayabilecek bir cephanelik işlevi görebilir.
1989 yılında Sovyetlerin çekilmesini takiben bu gruplar arasında çıkan iç savaşın ürünü olarak Taliban ortaya çıkmıştır. Tacik, Hazara, Özbek, Türkmen, Kırgız gibi Paştunlara göre Afganistan’da azınlıkta kalan grupların eline yeterince silah ve teçhizat geçerse, herhalde onlar da boş durmayacaktır. Savaşlardan yılgın, bıkkın ve yorgun bir halkın yaşadığı Afganistan’da, yeni bir iç savaşın fitilini ateşleyebilecek her şey ABD tarafından öylesine ortada bırakılmıştır.
Afganistan’a henüz ‘huzur geldi’ demek için çok erken. 90’larda olduğu gibi, yeni bir iç savaşın çıkması kuvvetli bir olasılık. Afganistan ve Pakistan’daki medrese formatındaki eğitim kampları sayesinde, milyonlarca öğrenci cihadî kültürün bir parçası durumundadır. Afgan halkını daha ne tür acılar, karanlıklar bekliyor bilmiyoruz ama tüm dünya bu ülkede olanları daha uzun süre bir film seyreder gibi seyretmeye devam edecek diyebiliriz.
Yazı dizimizin altıncısında, Afganistan’ın ülke profilini, demografik yapısına ağırlık vererek, inceleyeceğiz.