Osmanlı'dan cumhuriyet'e yetimlerin sosyal ve ekonomik haklarına dair düzenlemeler
Yetim konusunda 19. yüzyılda Osmanlı siyasi, sosyal ve ekonomik hayatında meydana gelen büyük sıkıntılar sebebiyle devlet, Tanzimat’tan sonra bu konuya el atmak zorunda kalmıştır.
Yetim konusunda 19. yüzyılda Osmanlı siyasi, sosyal ve ekonomik hayatında meydana gelen büyük sıkıntılar sebebiyle devlet, Tanzimat’tan sonra bu konuya el atmak zorunda kalmıştır. Devlet, yetim konusuna, dini olmaktan çok sosyal ve ekonomik bir olgu olarak bakmıştır. Bu sebeple, sorunlara gelenekçi çözüm yollarının yanında Batı’da uygulanan yöntemleri örnek alan reformlarla çare bulmaya çalışmıştır. Bunun için; başlangıçta yetimler, daha sonra dullar (bayan) ve en son olarak da deli ve yaşlılar gibi diğer bakıma muhtaç kişilerin mallarını koruma altına alma ve bunları ekonomik olarak değerlendirme yoluna gitmiştir. Bu maksatla 1851’den itibaren Eytam Nezareti (Müdüriyeti), Eytam Meclisi ve Eytam Sandıkları kurulmuştur.
Sosyal devlet anlayışı çerçevesinde kurulan bu kurumların, Müslim-Gayrimüslim vatandaş ayırımı yapmadan bütün korunmaya muhtaç vatandaşların haklarını kanun ve nizamnamelerle korumaya çalışıldığı görülmektedir. Bu kişilerin mal varlıkları sandıklarda değerlendirilerek, ekonomiye canlılık kazandırılmaya çalışılmıştır. Başlangıçta sadece sivil vatandaşlara yönelik olarak faaliyet gösteren bu kurumlar, 1860’ların ortalarından itibaren kurulmaya başlanan tekaüd sandıkları ile sosyal güvenliğin yaygınlaşması üzerine, resmi devlet görevlilerinin dul ve yetimlerini de kapsayacak şekilde faaliyet alanlarını genişletmişlerdir.
Tarihi süreç içerisinde bu kurumlar, fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremediği görülmektedir. Bunun birçok sebebi vardır. Birinci ve en önemli sebebinin, teşkilat yapısı olduğu anlaşılmaktadır. Diğer sebepleri ise; usulsüzlük, yolsuzluk ve diğer suiistimallerdir. Osmanlı Devleti, Tanzimat ile başlayan batılılaşma hareketleri ile her alanda yeniden bir düzenlenmeye gitmiştir. Eski yönetim sistemi yavaş yavaş terkedilerek batı tarzında yeni bir sistem getirilmeye çalışılmıştır. Bunlar idari yapılanmada nezaretlerin kurulması ve vilayetlerin oluşturulması gibi konulardır. İlmiye sınıfı, geçmişte olduğu gibi bu dönemde de yapılan bu yeniliklerin karşısında durmuştur. Bu sınıf, devletin idari yapısına hâkim olan güçlü bir sınıftır. Bu sebeple devlet, yeniliklere karşı ortaya çıkan direnci etkisiz hale getirmek ve bu sınıfın gücünü kırmak için bazı denetim kurumları kurarak memurları kontrol altına almaya çalışmıştır. Bu kapsamda Eytam konusunda da bir nezaret kurularak vakıf ve hukuk sisteminde etkin olan kadıların ve ulemanın gücü kırılmak ve eytam sistemini düzenli bir bürokratik yapıya kavuşturmak amaçlanmıştır.
Devlet, Batı tarzı hukuk sistemini getirirken, ulemanın direncini kırmak amacıyla şer’i hukukun medeni hukuk kısmını tamamen bunlara bırakmıştır. Bu durum bir bakıma devletin bu sınıfa siyasi rüşveti şeklinde görülebilir. Örneğin, Tanzimat ile birlikte devlet, memurlara düzenli maaş bağlamıştır. Ancak bu sınıfa maaş bağlamayarak eski düzene göre yapmış oldukları işler karşılığında ücretlerini almaya devam etmelerine izin vermiştir. Bu ücretlerin taban ve tavan sınırlaması yoktur. Hatta zaman içinde her beş ya da on yıl aralıklarla bunların gelirlerini yükseltmeye yönelik olarak birtakım vergilerin arttırıldığı görülmektedir.
Buna rağmen bu sınıfın yeni yapılanmaya karşı tepkisini her dönemde bir şekilde gösterdiğini görmekteyiz. Örneğin Eytam Nezareti, kurulmasından bir yıl sonra kapatılmak zorunda kalınmıştır. Nezaret’in kapatılmasından sonra oluşturulan müdüriyet ise, uzun bir süre sadece İstanbul’da faaliyet göstermiş ve taşradaki teşkilatlanması çok geç dönemlere kadar yapılamamıştır. Nitekim Nezaret’in ve sandıkların nizamnamesine bakıldığında bu kurumun teşkilat yapısından çok, usulsüzlük ve yolsuzlukla mücadele edilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.
Her fırsatta merkezi sistemin içine girmemekte direnen bu sınıf, 1860’ların ortalarından itibaren kurulmaya çalışılan sosyal güvenlik ya da emekli sandığı sistemine de en son katılan kurum olmuştur. Yine diğer kurumlarda çalışanlar yirmi beş yıl hizmetten sonra emekli olurken, bu sınıf ömür boyu çalışma veya ücret alma geleneğini sürdürmüştür. Bu sınıftan sosyal güvenlik sistemine girenler, sadece geri hizmette veya alt görevlerde çalışanlar olmuştur.
Eytam idaresi ve sandıklarını tekelinde bulunduran bu sınıfın etkinliği, taşrada I. Meşrutiyet ve 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra daha da artmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan savaş ve salgın hastalıklardan dolayı ölümler çoğalmış, geriye kalan yetimlerin malları eytam sandıklarına kalmıştır. Fakat sandıklarda toplanan bu paralar, keyfi bir şekilde işletilmiştir. Bunun sonucunda, zengin ailelerin yetim kalan çocukları fakirleşirken fakir ailelerin çocukları daha da fakirleşmiştir. Bunun en temel sebeplerinden birinin denetim mekanizmasının sadece Şeyhülislamlık makamına bağlı olan ilmiye sınıfının devletin denetim mekanizmasının dışında kalması olduğu değerlendirilebilir. Bunun sonucunda denetim mekanizması sağlıklı bir şekilde yürütülemediğinden, birçok taşra idaresi ve sandıklarında yetim hukuku ve malları korunamamışlardır. Denetim mekanizmasının zayıflığından faydalanan bazı yöneticiler; mahalli memurlar, ayan ve eşrafla iş birliği içinde yolsuzluk yaparak bu malları ve paraları kendi üzerlerine geçirmişlerdir. Bu usulsüzlük ve yolsuzluklar, devletin son dönemlerine kadar devam etmiştir. Bunlar, I. Dünya Savaşı ve Mütareke dönemlerinde daha da artmıştır.
Eytam sandıklarında biriken paralar, başlangıçtan son döneme kadar ağırlıklı olarak yıllık yüzde on beş faizle vatandaşa verilmiştir. Mahkeme, sandık harçları, mahkeme harçları vergisi ve diğer devlet vergileri hesaba dâhil edilirse faiz oranı yıllık olarak çok yüksek oranın üzerine çıkmaktadır. Ancak Eytam Nizamnamesi’nde bulunan bir maddeye göre, paranın alıcısı bulunmazsa daha düşük faizle borç para verilebileceğinden dolayı, sandık yöneticilerinin büyük bir kısmı, yerel mütegallibe ile anlaşarak sandıkları zarar ettirmiştir. Taşra Vilayetlerinden birinin gönderdiği bir raporda belirtildiği gibi yetim, faizden elde edilen gelirin sadece yarısını hatta dörtte birini alabilmiştir.
Devlet, bu kurumu denetleyemediği gibi kendisi de, sandıklardan her dönemde para kullanma yoluna gitmiştir. Devlet, sandıklardan kullandığı parayı yıllık yüzde on iki faizle kullanmıştır. Bu faiz geliri harç ve vergilerden muaf tutulmuştur. Diğer taraftan memur yetimlerinin parasını da sandıklara peşin ödemeyerek peyderpey ödemeyi tercih etmiştir. Kısacası devlet, bu sandıkları ekonomiyi canlandırmak amacıyla kurmuş ise de, her dönemde sandıkların en büyük müşterisi kendisi olmuştur. Hatta sandıkların her türlü alım satımından ortaya çıkan vergilendirme ile de kazançlı çıkmıştır.
I. ve II. Meşrutiyet dönemlerinde siyasi, sosyal ve ekonomik sıkıntılarından dolayı sandıklar uzun bir süre zarar etmiştir. Sandıkların zararının büyük bir kısmını devlet karşılamış olmasına rağmen sisteme fazla bir müdahalede bulunmamıştır. Ancak eytam idaresi ve sandıklarına 1915’ten itibaren müdahalede bulunarak 1917’de, sandıkları ve şer’i mahkemeleri Adliye Nezaretine bağlamıştır. Bununla birlikte, savaşın vermiş olduğu sıkıntılardan dolayı, Nezaretin bu kuruma çok fazla bir yaptırımı olduğunu söylenemez.
I. Dünya Savaşı ve Mütareke döneminde eytam idareleri ve sandıklarının sorunları iyice artmıştır. Bir yandan işgalci güçler ve Gayrimüslimler sandık paralarını yağmalarken, diğer yandan işgalin etkisiyle merkezi hükümet, kaynak bulmak için sürekli olarak sandıktan para çekmiştir. Bir de sandıkların paraları Ziraat Bankası’na yatırması veya merkeze gönderilmesi mecburiyeti olmasına rağmen yerel yöneticilerin paraları bankaya veya merkeze göndermeyerek, paraları usulsüz olarak kullanmalarından dolayı sıkıntıları daha da artırmıştır. Bu dönemde yaşanan sıkıntılar, cumhuriyet yönetimine intikal etmiştir. Cumhuriyet idaresi, başlangıçta eytam idarelerine pek müdahale etmemiştir. Ancak yetimlerin mağdur edilmemesi için elindeki imkânlar dâhilinde ödeme yapabilmiştir. Bu dönemde de ilmiye sınıfının ayrıcalıkları eytam idaresi ve sandıklarının 1926’da kapatılmasına kadar devam etmiştir.
1926 yılında Medeni Kanun’un çıkarılmasından sonra yetimlerin sosyal ve ekonomik hakları daha sıkı denetim altında korunmaya çalışılmıştır. Yine yetimlerin paralarının değerlendirilmesi içinde 3 Haziran 1926 yılında Emlak ve Eytam Bankası kurulmuştur. İlk sermayesi 20 milyon TL’dir. Gayrimenkul ipoteği karşılığında borç para veren bir kamu bankası olması özelliği ile diğer bankalardan ayrılık göstermektedir. 1944 yılında zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu tarafından temeli atılan ve 1946 tarihinde tamamlanan 434 konutluk Saraçoğlu Mahallesi ünlü projelerindendir.