Site İçi Arama

tarih

Roma İmparatorluğu’nun Hayaleti, Avrupa Üzerinde (Yeniden) Dolaşıyor (2)

Batı Roma İmparatorluğu’nu yıkan Germenler, onun Avrupa topraklarındaki mirasına sahip çıkmak istemişlerdir. Fakat o sırada zaten Roma’nın mirasçısı olan bir devlet vardı: Doğu Roma İmparatorluğu. Bunun bilincinde olan Doğu Roma İmparatorluğu, Batı Roma topraklarını da alarak büyük Roma’yı yeniden kurmaya çalışmıştır.

II. Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu Dönemi

Batı Roma İmparatorluğu’nu yıkan Germenler, onun Avrupa topraklarındaki mirasına sahip çıkmak istemişlerdir. Fakat o sırada zaten Roma’nın mirasçısı olan bir devlet vardı: Doğu Roma İmparatorluğu. Bunun bilincinde olan Doğu Roma İmparatorluğu, Batı Roma topraklarını da alarak büyük Roma’yı yeniden kurmaya çalışmıştır. Bunda büyük oranda başarılı da olmuştur. Ancak bu durum uzun sürmemiştir. Çünkü Doğu Roma, Germenlerin yanında, klasik düşmanları olan bozkır kavimleri ve İran ile meydana gelen mücadelelerin yükünü taşıyamamıştır. Üstelik çekici bir ideolojisi olan yeni bir rakiple de sonu gelmez mücadelelere girişmek zorunda kalmıştır. 
Bu mücadele sonucunda Arap İslam orduları, Doğu Roma ordusunu Ortadoğu’dan atmakla kalmamış, Mısır ve Kuzey Afrika’dan da tahliye etmiştir. Ayrıca, Anadolu’ya girerek birçok bölgeyi ele geçirmiş ve hatta başkent Konstantinopolis’i denizden ve karadan kuşatarak fethetmeye çalışmıştır. Bazı salgın hastalıklar ile Hristiyan mezhepleri arasındaki sert mücadeleler de buna eklenince Doğu Roma, oldukça zayıflamıştır.

Böylece, Batı Roma coğrafyasının Avrupa’daki kısmı, yine başta Germen kavimleri olmak üzere birçok etnik gruptan oluşan karmaşık bir yapıya dönüşmüştür. Germenler, bu karmaşaya son verip Avrupa topraklarına düzen ve barış getirmek iddiasıyla Batı Roma İmparatorluğunu kendi liderlikleri altında yeniden kurmaya çalışmışlardır. Örneğin 25 Aralık 800 tarihinde Frankların Kralı Şarlman, Papa’dan taç giyerek Roma İmparatoru unvanını almış fakat Batı Roma topraklarının tamamını birleştirememiştir. Üstelik bu imparatorluğun ömrü çok kısa olmuştur.

Şarlman’dan sonra, İmparatorluk torunları arasında paylaşıldığından, Avrupa yine parçalanmış bir yapıya dönüşmüştür. Ancak, Batı Roma İmparatorluğu’nu Germenlerin liderliğinde de olsa yeniden kurma ideali sona ermemiş ve yeni girişimlere devam edilmiştir. Bunun sonucunda, I. Otto’nun 962 yılında taç giymesi ile Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu kurulmuştur. 

Bu girişim de hedeflenen büyük ve istikrarlı bir imparatorluğun kurulmasını sağlayamamıştır. Çünkü, her ne kadar Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun adı imparatorluk olsa da imparatorların toprakların tamamı üzerinde mutlak bir hakimiyet sağlaması mümkün olmamıştır. Ama imparatorluğun “kutsal” kesimi daha ağır basmış ve dini açıdan da olsa Avrupa’yı birleştirmiştir. 

Papa liderliğindeki Katolik Kilisesi, Avrupa’nın hala pagan olan bazı kısımlarını da zor kullanarak Hristiyanlaştırmış ve tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Bunun sonucunda, sadece dini alanda değil, ekonomik, siyasi, sosyal vb. alanlarda da en etkili ve belirleyici güç haline gelmiştir. Öyle ki, krallar bile papa veya görevlendirdiği bir papaz taç giydirmeden krallıklarını ilan edemez duruma düşmüşlerdir. Bu sebeple İmparatorluk, Napolyon tarafından 1806 yılında yıkılana kadar birçok federal hanedanlıktan oluşan ve dinin toplum yaşamının her alanını kuşattığı bir devletçikler birliği olarak yaşamıştır. 

Bu dönemde; Avrupa’da güçlü bir merkezi otoritenin yokluğu orduların küçülmesine ve savaş kültürünün gerilemesine sebep olmuştur. Güçlü bir merkezi ordunun eksikliği, istikrarsızlıkları körüklemiş ve İmparatorluk içindeki çok sayıda devletin birbirleri ile sonu gelmez mücadelelere girmesine sebep olmuştur. Bu mücadeleler sırasında orduların güçsüzlüğü sebebiyle hiçbir taraf diğer taraflara karşı mutlak bir üstünlük sağlayamadığından, çatışmaların çoğu uzun süreli düşük yoğunluklu çatışma boyutunu aşamamıştır. Çatışmalar çok uzun sürdüğünden, askerler kadar siviller de mücadelenin içinde olmuş ve sürekli savaşlar sebebiyle Avrupa adeta bir kaos ortamı içinde yaşamıştır. 

Yaşanan kaosun yaratabileceği sorunları gören Papalık, çatışmaları Avrupa dışına taşıyarak kıtaya huzur getirmek maksadıyla dikkatleri henüz Hristiyanlığı kabul etmemiş olan Kuzey Avrupa’ya ve Hristiyanlığın en büyük rakibi olan İslam dünyasına yönlendirmiştir. Böylece, belli bir süre için de olsa Avrupa dini motifler kullanılarak yeniden bir araya gelebilmiştir. 

Bunun sonucunda, tüm Avrupa’dan toplanan askerlerle oluşturulan büyük ordular teşkil edilmiş ve Haçlı Seferleri başlamıştır. Ancak bu seferler de Avrupa’ya huzur getirememiştir. Çünkü Haçlılar, Kuzey Avrupa’daki paganları büyük oranda dize getirmiş fakat İslam dünyasını yok edememiş ve Avrupa’da rahatsızlıklara sebep olan fazla nüfus ele geçirilmesi planlanan topraklara transfer edilememiştir.

III. Westphalia Barışı ve Sömürgeci İmparatorluklar Dönemi

Haçlı seferlerinden beklediği sonucu alamayan Avrupa, tekrar kendi içine dönmüştür. Bunun sonucunda, bugün Ortadoğu, Afrika ve Afganistan’da yaşanan ve Hibrit Savaş diye adlandırılan savaşlara benzer savaşlar meydana gelmiştir. 100 Yıl Savaşları ve 30 Yıl Savaşları gibi isimlerle anılan bu savaşların ardından, 1648 yılında imzalanan Westphalia Barışı ile nihayet Avrupa’da bir düzen kurulabilmiştir. Bu barış, bazı tarihçiler tarafından modern çağın ve hatta bu günkü uluslararası sistemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. 

Bu antlaşma, aynı zamanda Avrupa’da Roma’yı başka isimler altında da olsa yaşatma çabalarının da sonu olmuştur. Çünkü antlaşma öncesindeki süreçte Avrupa’da bilimde, sanatta ve teknolojide büyük bir ilerleme kaydedilmiş ve bunun sonucunda dünyanın o zamana kadar bilinmeyen bölgeleri keşfedilmiştir. Yeni keşfedilen ve nispeten geri kalmış toplumların yaşadığı bölgelerin bu devletler tarafından sömürgeleştirilmesi ise Akdeniz’e ve Atlas Okyanusu’na kıyısı olan yeni bir imparatorluk düzenini ortaya çıkarmıştır. Bu düzen, bahse konu düzenin temsilcisi olan devletleri aşırı şekilde güçlendirmiştir. 

Bu emperyal güçlerle Avrupa’daki devletler arasındaki ilişkiler köklü bir şekilde değişmiş ve Roma’yı yeniden kurma hayalini tamamen rafa kaldırmıştır. Artık dikkatler Avrupa’nın birleştirilmesine değil, Avrupa dışındaki geri kalmış tüm bölgelerin sömürgeleştirilesine odaklanmıştır. 150 yıl kadar süren bu durum, Amerika’nın bağımsızlığını kazanması ve Fransız ihtilalinin ardından yeniden değişmiş ve geniş bölgelere yayılan çatışmalar sebebiyle yeni bir kaos ortamı meydana gelmiştir. Dengeleri değiştiren ve bu kaosa sebep olan, Napolyon liderliğindeki Cumhuriyet ordusunun yaptığı seferlerdir. Napolyon da Batı Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurmaya çalışanlar gibi tüm

Avrupa’yı işgal ederek Fransa’nın (daha doğrusu kendisinin) liderliğinde birleştirmeye çalışmıştır.
Avrupa’daki tüm büyük devletlerin ordularını kısa süreli ve kesin sonuçlu muharebelerle yenilgiye uğratan Napolyon, neredeyse tüm Avrupa’yı kontrol altına aldıktan sonra değişik uluslardan askeri birliklerin de katılımıyla kurduğu Grand Army ile Rusya seferine çıkmıştır. Bu ordu karşısında yaptığı muharebeleri kaybeden Rusya, teslim olup barış antlaşması yapmak yerine elde kalan kuvvetleriyle Asya derinliklerine çekilmeyi tercih etmiştir. Bunu yaparken de bazı yazarların “yanık toprak stratejisi” diye adlandırdıkları Napolyon’un ordusuna kullanabileceği hiçbir kaynak bırakmamak için her şeyi yakıp yıkarak geri çekilmekten ibaret olan stratejiyi uygulamıştır.

Buna rağmen Napolyon, hızla ilerleyerek Moskova dahil neredeyse Rusya’nın Avrupa’daki tüm topraklarını ele geçirmiş fakat Rusları antlaşma imzalamaya ikna edemediği gibi kaynak sıkıntısı sebebiyle büyük ordusu ile geri dönmeye mecbur kalmıştır. Bu geri çekilme esnasında da kış, açlık, hastalıklar ve yerel halktan teşkil edilen silahlı grupların saldırıları sebebiyle ordusu erimiş ve Fransa’ya bir avuç askerle dönebilmiştir. 

Napolyon’un aldığı bu ağır darbe üzerine, 9 Mart 1814 tarihinde, Avrupa’nın en güçlü devletleri olan İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya, Fransa’yı ezerek güçler dengesinin yeniden düzenlemek için aralarına bir ittifak oluşturmuşlardır. İttifak güçleri 1814’te Fransa'ya taarruz edip Paris'i ele geçirince; Napolyon, Nisan 1814'te tahttan feragat etmek zorunda kalmış ve Elbe adasına sürgün edilmiştir. 

İttifaka İsveç ve Portekiz’in de katılmasıyla 30 Mayıs 1814’te Paris Anlaşması imzalanmıştır. 20 Temmuz 1814’te ise İspanya da ittifaka katılmıştır. Bu sırada Fransa’da yeni kurulan hanedan ülkeye istikrar getirememiş; bu durumdan yararlanan Napolyon, Şubat 1815'te adadan kaçarak tekrar iktidarı ele geçirmiş ve ittifak devletleri ile savaşa tutuşmuştur. Fakat 16-18 Haziran 1815 tarihleri arasında, bu günkü Belçika topraklarında gerçekleşen Waterloo Savaşı’nda Fransız ordusu mutlak bir yenilgiye uğramış ve Napolyon Elbe adasına geri dönmek zorunda kalmıştır. 

KAYNAKÇA:

Bu makalede, tarihler, yer isimleri, şahıs isimleri ve antlaşma isimleri, herhangi bir yanlışlığa sebep olmamak için Wikipedia’dan kontrol edilerek yazılmıştır. 
Wikipedia’dan alınanlar hariç tüm bilgiler irticalen yazılmıştır.

Dr. Mehmet ÇANLI
Dr. Mehmet ÇANLI
Tüm Makaleler

  • 30.11.2021
  • Süre : 1 dk
  • 1143 kez okundu

Google Ads