Toprak, Eğer Uğrunda Ölen Varsa Vatandır!
Gerçekten de milletler için bir manası olan vatanlarının ilk doğuşu ne kadar bulutludur! Ana babasını seçmekte, doğacağı yeri belirlemekte serbest olmayan bir çocuk gibi, topluluklar da nereyi vatan yapacaklarını seçme hakkına sahip olabilirler mi?
Coğrafya, Toprak Denen Şey:
Bir milletin üzerinde yaşadığı coğrafya, ilk bakışta aslında hiçbir şeydir. Anlamsız bir topraktan öte bir şey değildir. Bu coğrafya ister gizemli dağlara, yalçın kayalıklara, cennet gibi ovalara, kuş uçmaz kervan geçmez uçsuz bucaksız bir enginliğe sahip olsun, aslında insanların, arabaların, trenlerin, yük hayvanlarının çiğneyip geçtiği ölü alemden başka bir şey değildir.
Lâkin, bir gün gelir, çiğnenen şey, baş tacı edilir. Cansız ve tarafsız coğrafya, düşman çizmelerinin çiğnemesine gönlü razı olmayanların elinde bir anda vatan kabullenir. Bunu kim yapmıştır, nasıl yapmıştır?
Vatan Düşüncesi veya Mefhumu Nasıl Oluşur?
Gerçekten de milletler için bir manası olan vatanlarının ilk doğuşu ne kadar bulutludur! Ana babasını seçmekte, doğacağı yeri belirlemekte serbest olmayan bir çocuk gibi, topluluklar da nereyi vatan yapacaklarını seçme hakkına sahip olabilirler mi? Bir toplumu oluşturan nesiller, o coğrafyada yaşama ve mesut olma şartlarını parça parça yaratır ki o toprak parçası zamanla ayrı bir karaktere, o toplum için önem atfedilen bir hüviyete bürünmüş olur.
İnsanların bu türden adsız bir coğrafya üstünde yaşama şartlarını yaratırken birleşmeleri, birlikte hareket eden bir topluluk haline gelmeleri, millet olmanın ilk büyük ve gerekli ön şartını oluşturur. Bu şart, o topluluğun sahip olduğu müşterek tarihtir. Bu birliktelik, ortak geçmiş, o topluluğun coğrafyaya damgasını vurabilmesinin önünü açar.
Artık o toplum, o topraklarda yaşamaya ve o toprakları başkalarından korumaya başlar. O topraklarda doğan her çocuk; eskisinden farklı olarak artık karanlığa, belirsizliğe, yurtsuzluğa değil, o topraklarda yaşayan toplumun bir parçası olarak doğuştan kazandığı kimliği ile var olmaya, gözlerini dünyaya açtığı anda belirli bir toplumun yaşadığı bu yurdu evi olarak görmeye başlar. Artık çocukların, gençlerin, ihtiyarların, velhasıl herkesin bir yurdu olmuştur. Vatan doğmuştur.
Bir topluma vatan kurarken rehberlik eden gerekçeler çok farklı bir mahiyette olabilir. Birleşik Amerika’yı kurduran sebep, Avrupa’daki eziyetli koşullardan yılmış olanların bir macera arayışıyla daha iyi şartlarda yaşama isteğiyle yer değiştirmek, bazıları için zorunlu sürgün gereği doğduğu topraklardan uzaklaştırılmış olmak, kimileri için ekmek peşinde koşmak ve bir de altın bulmak için umutla yeni topraklara göç etmek idi. Türkler için de geçmişte daha iyi yaşam şartları için başka topraklara göç etmek, daha verimli toprakları ele geçirmek, daha zengin topluluklara hükmetmek vb. istekler, yeni toprakları vatan bellemek için bir rehber işlevi görmüştür.
Bu türden ihtiyaçların toplumları harekete geçirmek için büyük önemi vardır. Harekete geçen her toplum ve hatta birey, belirsizliğe yelken açmış demektir. Nerede duracağını artık kendisi de bilemez. Toplumu yeni topraklara götüren temel dürtü, ortak ihtiyaçlardır. Ortak tarihi meydana getiren işlerin, bazen felaketlerin, savaşların ve mutlulukların potasında eriyip coğrafyaya dökülerek onu vatan haline getiren bir topluluk, hareketli bir yaşamdan yerleşik hayata geçmiştir demektir. Artık o topluluk için Millet olma bilinci başlar. Ve artık nesiller, tarihin akışı içinde şu vatandan ve şu millettendir diye bilinir hale gelir. Fertler için yaşamlarındaki belirsizlik bu noktada biter, belirli bir yaşam akışı başlar. Bu bakımdan, milliyet fikrinin esası da vatanla, vatanın doğuşu ile başlar.
Anadolu’nun Türklere Vatan Olması da Böyledir:
Biz Anadolu Türkleri, Türk soyundan gelmişiz ve Anadolu’da doğmuşuz. Atalarımızın başından geçen ilk yerleşim macerası bittikten, vatan kurulduktan, soyumuz ve vatanımız adını, damgasını aldıktan sonra doğuşumuz, yaşamımız, adımız, sanımız artık bilinen, belirli bir kader çerçevesine Anadolu topraklarında şekillenir hale gelmiştir.
Milletimiz için tarihin çizdiği bu hat veya yörüngeyi artık değiştirmemiz imkansızdır, zaten değiştirmemize de gerek yoktur. Çünkü mutluluk ve felaket, iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik, doğruluk ve eğrilik anlayışımız hep bu yörüngeye göre bir kimlik, bir anlam kazanmıştır. Kendi vatanımız demek, ‘kader birliği’, ‘tarih birliği’ ve diğer benzer şeylerin birliği ile bir aradayız demektir. Bunları yok ettiğimizde, kendimize bile yabancılaşır, içinde bulunduğumuz toplumdan kopar gideriz. Nihayetinde kayboluruz. Artık o millet, o vatan bir anlam ifade etmez olur bizim için.
Gurbet gibi bir motifi yaratan Türkler, bu kaybolmanın ne mana ifade ettiğini diğer milletlere nazaran çok daha iyi bilirler. Biz Türkler için vatansızlığın sebep olacağı felaketlerle karşılaştırılacak başka türden bir felaket akla getirilemez. Bir istibdat rejiminin, baskıcı bir hükümdarın, en büyük yöneticinin bir insana ölümden beter diyerek yüklediği en büyük ceza, tek kelimeyle sürgündür. Gönüllü sürgün de buna dahildir. Vatansızlığın insan benliğinde meydana getirdiği korkunç eksiklikleri bilmek için, yabancı bir memlekete gidenlerin yaşadıklarını dinlemek, çektiklerini anlamaya çalışmak fazlasıyla yeter kanaatindeyim.
Vatan Uğruna Ölmenin Kaynağı Nereden Gelir?
İnsanlara, vatan bildikleri toprakları korumak uğruna ölmeleri adeta emreden, kendi canlarından vaz geçebilmeleri için sağlayan o tanımlanamayan duygunun kaynağı nereden geliyor? Anladığım kadarıyla, bu tarifsiz duygunun kaynağı, ortak hatıralardır. Bir insana yaşamanın değerini, tadını, manasını, gayesini çizen yaşanmış hatıralardır. Bu hatıralar olmadıkça bir insanın, herhangi bir toprağı vatan edinmesi imkansızdır. Onun yoluna, kendi rızasıyla can vermesi de imkansızdır.
Bu derece belirleyici olan ortak hatıralar, insanın o toprakta yaşaması ile zamanla oluşur. Bu ortak hatıraların nesillerden nesillere geçmesi, sönmeden yaşayabilmesi, kaybolmaması, o topraklarda yaşayan sonraki nesilleri motive eden taze bir güç olarak yeni nesillere geçebilmesi ise ancak ortak tarih ile mümkün olabilmektedir. Tarih denen şey, toplum halinde yaşanmışlıkları yansıtan hatıralar yumağıdır. Yaşayan nesiller bu yumağı çözerler, şuurlarının gergefinde işlerler, vatan denen mefhumu böylece kendiliğinden sahiplenmiş olurlar.
Vatan Kavramında Yazı’nın Yeri:
Vatanların kuruluşunu masallara, efsanelere kadar götürebilsek de esasında yazının bulunması esas alınır. Yazı, toprakla insanın münasebetini canlı tutmuştur. Yaşadığı beldelerin herhangi bir felaketle yıkılması hadisesinin insan beyninden, gönlünden hemen uçup gitmemesi, canlı kalabilmesi ancak yazı sayesinde olabilmiştir. Böylece o beldeler, yaşanılan yerler o topluluğun geride kalanları için ölmemiş, yok olmamış, toplumdaki her bir bireyin hatırasında yaşamaya devam etmişlerdir. Böylece o toplumun ortak tarihi ortaya çıkmıştır. Ortak tarih ise onların geçmişi, kökeni olmuştur.
Bu hatıraların geçtiği coğrafya, hatıralarla birlikte o toplum için anlam kazanmıştır. Her yeni doğana aktarılan bu hatıralar, yeni doğan için de o coğrafyanın anlamını kavramasına, sonra korumasına hizmet etmiştir. Bir coğrafyanın canını, kanını oluşturan üzerinde yaşayan nüfusudur. Bu coğrafyayı dolduran insanlardır. Keder, sevinç, kin, şefkat, zorluklar, bitkinlikler, aşklar, sevgiler, aldatmalar, beğenmeler, hicivler vb. ayrı ayrı coğrafyaya dökülen kanları, coğrafyada geçirdikleri yaşları, harcadıkları emekleri, sergiledikleri zekâları; o coğrafyada yaşayan insanlar için vatan denen olguyu, kavramı, manayı meydana getirir.
İnsanların ortaklaşa yaptığı evler, kervansaraylar, hanlar, yollar, köprüler, çeşmeler vb. teker teker ortak hatıraların abideleri olarak coğrafyanın vatan haline gelmesindeki nişanelerdir. Sonra yaşadıkça ortaya çıkan insan hünerini yansıtan sanat ve zanaat eserleri, hele edebi eserleri çok önemlidir. Edebiyat; tüm tazeliğiyle insanların gönlünde tutan hatıraları teker teker, biz yaşamışız, biz yapmışız gibi dile getiren ve silinmekten koruyan, canlı tutan ne güzel bir şeydir. Güzel sanatların yüreğe en derin işleyeni olan musiki, insan hatırasının başka bir bekçisi kesiliverir. Aynı şekilde hatıraları rengin büyüsü ile güzelleştirip nesillere devreden resim sanatı da böyledir.
Bir de mezarlar. Yaşayanların bir bir ölenlerini gömdüğü o kutsal mekanlar. Bugün yaşayanın nasıl yarın geçmiş haline geliverdiğini yaşayanlara hatırlatan, kudretiyle dağları deviren insana gün gelince acizliğini hatırlatan hep mezarlardır. Her mezar, o toplumun paylaştığı ortak hatıratın bir parçası olur, o toprağın vatan olmasının simgesi olarak akıllara kazınır.
Vatan Toprağını Sahiplenmek:
Tüm bunların ortak yansıması, bir topluluğun o toprakları sahiplenmesine, kendi hakkı görmesine ve vatan bilmesine yol açar. Tarihin akışı içinde emek, zekâ, sanat, zevk ve eziyetler, bir vatanı meydana getiren topluluğun oradan atılmaması için yeterli sebepleri ortaya koyar. Bir evin sahibi ailenin başına gelen herhangi bir felaket, daha genç, daha dinç olan yabancılara o evi gasp etmek hakkını nasıl vermiyorsa, milletleri yönetenlerin hatası, uğradıkları felaketler, hayatlarının bir anında millet olarak gösterdikleri herhangi bir düşkünlük de onların vatanını başkalarının zapt etmesine hak vermez.
Bir vatan, bir şartla yabancılara teslim olur:
Vatan çocuklarının yurtlarını korumaması, yoluna ölememesi neticesinde bir vatan yok olma yoluna girmiştir demektir. Arkada hatırlayacak kimse kalmadığı zaman, tıpkı hatırlanacak şey olmadığı zamanki gibi, artık vatan denen şey de yoktur, yok olmuştur! Bütün dünyanın hatırlaması, bir toprağı, bir coğrafyayı belli bir vatan halinde yaşatmaya yetmemiştir, yetmez de!
Örneğin Hitit medeniyetini, sanatını, tarihini artık bütün insanlık biliyor ve hatırlıyor. Ancak, bir Hitit vatanı artık bulunmuyor. Yok olmuştur. Asur İmparatorluğu da öyledir. Asuroloji gibi bir bilimin ortaya çıkmasına ve bütün insanlık alemi Asurluların bıraktığı medeniyete bu sayede şahitlik etmesine rağmen, bir Asur vatanı artık yoktur, olmayacaktır!
Bu itibarladır ki, bir milletin vatanında kalacağından emin olabilmesi için, her şeyin, her şeyin üstünde; o vatanı tanıyan, seven bir toplumun, günümüz manasıyla bir milletin üzerinde yaşam sürmeye devam ediyor olması şarttır. Ve galiba Mithat Cemal, yerden göğe kadar haklıdır:
“Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır!”
Kaynak:
Arık R.O. (1956). Coğrafyadan Vatana, Yeni Matbaa. Ankara