20 Temmuz 1974’ü Hatırlamak ve Kıbrıs Türkleri Üzerine
Türkiye’de olduğum zamanlarda maalesef sıkça karşılaştığım sorulardan ve eleştirilerden birisi Kıbrıs Türklerinin Türkiye ile ilgili duygularının vefadan uzak olduğu ve genellikle Türkiye’yi sevmedikleri üzerinedir. İnsanlar neden böyle düşünürler, neden böyle bir fikrin peşinde koşarlar anlamaya çalışır ve bir atağı Toroslarda, diğer ayağı Beşparmaklarda bir Türk insanı olarak bunun cevabını bulmaya çalışırım. Esasında neden böyledir demeden önce bugünlere, en azından 2000’li yıllara kadar nasıl gelinmiş ona bir bakmakta fayda var.
Kıbrıs Türkleri:
Türkiye’de olduğum zamanlarda maalesef sıkça karşılaştığım sorulardan ve eleştirilerden birisi Kıbrıs Türklerinin Türkiye ile ilgili duygularının vefadan uzak olduğu ve genellikle Türkiye’yi sevmedikleri üzerinedir. İnsanlar neden böyle düşünürler, neden böyle bir fikrin peşinde koşarlar anlamaya çalışır ve bir atağı Toroslarda, diğer ayağı Beşparmaklarda bir Türk insanı olarak bunun cevabını bulmaya çalışırım. Esasında neden böyledir demeden önce bugünlere, en azından 2000’li yıllara kadar nasıl gelinmiş ona bir bakmakta fayda var.
Kıbrıs 1571 yılının hem de bir 9 Eylül sabahı (O yüzden Kıbrıs Türkleri için 9 Eylül özel bir önem ve anlam taşır.) fethedildikten tam 307 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme sürecine girdiği bir dönemde İngiltere’nin sinsi siyasetinin bir parçası olarak İngiltere’ye kiralanır. İlginçtir ki İngiltere kira ücretini de adada yaşayanlardan topladığı vergilerle ödeyecektir, ta ki 1914 yılına kadar. Adanın İngiliz egemenliğine girdiği ve adaya İngiliz askerlerinin ayak bastığı gün Lefkoşa’da Valilik binası önünde yapılan devir teslim töreni sırasında göndere İngiltere bayrağı çekilirken Şeherli Memed, yani Lefkoşalı Memed (KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’ın dedesi) bütün Kıbrıs Türklerinin ortak sesi olur ve “Osmanlı bugün gitti; ancak elbet bir gün yine gelecekler.” der. Yıl 1878’dir.
Aradan 37 yıl geçer ve Osmanlı İmparatorluğu Almanlarla ittifak halinde savaşta bulur kendisini ve zaten sallanmakta olan imparatorluğun çöküşü de iyiden iyiye hızlanır. İşte tam da bugünlerde İngiltere müttefikleriyle Çanakkale’yi geçmek ve Churchill’in deyimiyle Türklerin boğazını sıkıp öldürmek niyetiyle Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmaya başlar. Doğaldır ki İngiliz ordusunda görev yapan askerler arasında o günlerde bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs adasından Türk ve Rum askerler de vardır ve ne zaman ki Kıbrıs Türkleri Çanakkale’de Türklere karşı savaşacaklarını öğrenirler ayaklanırlar, savaşmak istemezler ve “Biz kendi soydaşlarımıza, kendi karındaşlarımıza silah çekmeyiz.” diyerek divanı harp pahasına savaşmayı reddederler. Bu Kıbrıs Türkleri İngilizler tarafından en ağır cezalara çarptırılırlar. Falakaya yatırılanlar, sürgün cezası alanlar, kürek mahkûmu olanlar, zindana atılanlar, hatta kurşuna dizilenler de vardır; ancak anavatan karşı bir harekete asla geçmeyeceklerdir.
Kıbrıs Türkleri “Çanakkale Geçilmez” de Oradaydı:
Yıl 1916 ve sömürgeci İngiltere işgale yeltendiği Anadolu topraklarında ve Çanakkale cephesinde esir aldığı Türk askerlerini 13 Ekim 1916 tarihinden itibaren stratejik nedenlerle Kıbrıs adasında kurduğu Karakol/Caraolos esir kampına getirir. Bu arada akıllara “Çanakkale’de savaş 1915’in sonunda bitmişti. Bu esirler o zamana kadar nerede tutuldu?” sorusu gelebilir. Çanakkale’de esir alınan Türkler 13 Ekim 1916’da Kıbrıs’a getirilinceye kadar Adalar Denizi’nde, yani bizim bugün artık maalesef “Ege Denizi” diyerek Yunan’ın ekmeğine yağ sürdüğümüz yerdeki Meis adasında tutulmuşlardır. 30 Mart 1920 tarihine kadar açık kalan bu esir kampındaki 6.732 Çanakkale savaş esiri Türk askerlerini kurtarmaya çalışan, İngiliz esir kampını sabote eden, esirleri kamptan kaçırmayı başarıp mağaralarda ya da evlerde saklayan, ardından onları Anadolu’ya ulaştıran, Türk esirleri kurtarma pahasına zindanlarda yatan ve hayatını kaybeden onlarca Kıbrıs Türk’ü mevcuttur ve onlar “Varsın anavatan sağ ve salim olsun, bizim hayatımız değersiz.” diyerek yönlerinin hep Anadolu, Toroslar, Akdeniz ve anavatan olduğunu gösterirler.
19 Mayıs 1919 Kıbrıs Türkleri İçin De Önemlidir
Yıl 1919 ve Anadolu’da Mustafa Kemal Atatürk tarafından yakılan özgürlük ateşinin etrafında toplananlar arasında Kıbrıs Türkleri de vardır. Dr. Esat Bey, Dr. Behiç Bey ve Hasan Karabardak gibi dönemin toplum liderleri tarafından örgütlenen Kıbrıs Türkleri “Zelilane yaşamaktansa ölmeyi tercih ederiz.” diyerek Anadolu’daki Milli Mücadele’yi piyesler, tiyatrolar, kumpanyalar, gösteriler, Hilal-i Ahmer’e (Kızılay’a) yardım faaliyetleriyle bağışlar ve kermeslerle desteklerler, ayrıca ilaç, kinin, katır, giyecek ve yiyecek maddeleriyle lojistik olarak yardımcı olurlar ve Dr. Esat Bey’in karısı gibi onlarca Kıbrıs Türk insanı da bizzat Anadolu’ya gelerek birer Kuvayı Milliyeci olurlar. Yıl 1940 ve İkinci Dünya Savaşı başlamış durumdadır. O güne kadar sömürgesi olan topraklarda yaşayan insanları ikincil ırk olarak gören ve aşağılayan İngiltere tıpkı birinci büyük savaşta olduğu üzere çaresiz kalınca yine Kıbrıs Türklerine ve Rumlarına sarılır. Adadaki sanayi tesislerini, maden ocaklarını ve devlet dairelerini kapatan İngiltere böylece insanları askere yazılmaya mecbur eder.
Katırcılar:
“Katırcılar” denilen ve görevleri cephe gerisinde katırlarla malzeme taşımak, terzilik, şoförlük, aşçılık, telefon operatörlüğü, tamircilik yapmak olan bu insanlar asker sıkıntısı baş gösterince İtalya’dan Yunanistan’a, Afrika çöllerinden Filistin’e ön cephelere sürülürler. Bu şekilde Türklerden oluşan bir katırcı birliği de Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinin hemen altındaki sınır bölgesindedir ve Türkiye Churchill-İnönü arasında Adana’da yapılan görüşmelerde köprüleri atmış durumdadır. İngiltere’nin (savaş boyunca ayrıca Almanya’nın) şantaj ve tehditlerine kulak asmayan İnönü ülkeyi savaşın dışında tutar; ancak her an savaş olacakmış gibi de hazırlıklar yapılmaktadır. Tam da bu kritik günlerde söz konusu katırcılar gizlice toplanarak “Eğer İngiltere Türkiye’ye savaş açacak olursa biz ele geçirebildiğimiz kadar silah ve mühimmatla sınırı geçecek ve Türk ordusuna katılacağız.” diye yemin ederler.
Yıl 1950 ve Yunanistan’da İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkeyi işgal eden faşist Alman güçleriyle işbirliği yaparak vatan hainliğinin ne demek olduğunu gösteren Albay Grivas’a Yunanistan tarafından Kıbrıs adasında kurdurulan eli kanlı terör örgütü EOKA karşısında Kıbrıs Türkleri 1 Nisan 1955 tarihinden itibaren kendilerini savunmaya çalışır ve 9 Eylül, Karaçete, Volkan gibi amatör, bölgesel fakat son derece vatansever gençlerden oluşan yeraltı örgütleri kurduklarında devreye Türkiye Cumhuriyeti devleti, onun meşru hükümeti ve meşru Türk Silahlı Kuvvetleri girer. 1958 yılından itibaren Türkiye’nin Kore’de yeraltı savaşları konusunda tecrübe kazanmış en seçkin subayları vasıtasıyla Türk Mukavemet Teşkilatı’nı yeniden planlarken Kıbrıs Türkleri de “Anavatan Türkiye’mizin başına bir şey gelmesin, ona halel gelmesin de biz varsın sıkıntı çekelim.” demekte ve TMT’de Türkiye’den gelen yeraltı harbi konusunda uzman kahraman Türk subaylarıyla terörist EOKA militanlarına karşı omuz omuza mücadele etmektedirler. Burada hatırlanması gereken husus ise Türkiye’nin meşru hükümeti (1950-1960 sürecinde hükümet eden Adnan Menderes Hükümeti), meşru TBMM ve meşru TSK tarafından yasalara uygun olarak ve TBMM onaylı olarak Kıbrıs’ta yürütülen Kıbrıs Türklerinin can, mal ve en önemlisi namus güvenliğini korumaya yönelik bu faaliyetler uzun bir süre ve “malum” çevreler ve taraflarca saçma ve akla ziyan yerlere çekilmeye çalışılmaktadır.
EOKA Tehdiş ve Terör Örgütü:
Bundan 48 yıl önce bugünlerde Kıbrıs’ta Temmuz ayı fırtınadan önceki sessizliği yaşamaktadır ve Kıbrıs’ta özellikle Kıbrıs Türkleri bütün bunları çok yakından yaşarmaktadır. Yunanistan’ın sağladığı büyük imkânlar ve askeri destekle emekli bir Yunan subayı olan Yarbay Georges Grivas’a kurdurulan EOKA tedhiş ve terör örgütü adayı 1 Nisan 1955 tarihinden itibaren kan gölüne çevirir. Bu tarihten itibaren ada Kıbrıs Türkleri için yaşanmaz hale gelmiştir ve insanlar can, mal ve namuslarını koruyabilmenin çarelerini aramaktadırlar.
EOKA’nın profesyonel askerlerden kurulmuş beyin takımı ve Yunanistan desteği karşısında Volkan, 9 Eylül, Karaçete gibi mahalli örgütlenmelerle karşı koymaya çalışan, can, mal ve namuslarını korumaya çalışan Kıbrıs Türkleri 1958 yılından itibaren Türkiye’nin devreye girmesiyle Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nı tesis ederler. Bayraktar ve Bozkurt olarak bilinen “Ali Conan” kod ismiyle ve banka müfettişliği gibi paravan bir işin ardında TMT’yi idare eden Albay Ali Rıza Vuruşkan adanın yakın tarihine altın harflerle geçer. Rum saldırıları karşısında tamamen savunmada kalan ve Kıbrıslı Türkleri korumak ve müdafaa etmek dışında bir gayesi olmayan TMT bu mukaddes görevine 21 Aralık 1963 tarihine kadar yeraltında ve ketumiyetini tamamen koruyarak girer.
Garantör Devletlerden Beklenen Müdahale:
Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğü altında 16 Ağustos 1960 günü kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Türkleri ve Rumları bir araya getirmiş gibi görünse de Rumların ve Yunanların adayı Yunanistan’a dâhil etmek ve bitip tükenmek bilmeyen Megali İdea hayalini gerçekleştirmek amacıyla kaldıkları yerden silahlı mücadeleye devam ettikleri ortaya çıkacaktır. Bunun dünya tarafından bilinen en önemli kanıtı ise Kıbrıs yakın tarihine Kanlı Noel olarak giren ve Binbaşı (merhum emekli Tuğgeneral) Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğunun 23 Aralık 1963 günü Lefkoşa’nın Kumsal bölgesindeki evlerinde katledilmeleridir. Bu olayın hemen ardından TMT gizliliğini bir ölçüde deşifre ederek yeraltından yerüstüne çıkar ve silahlı EOKA çetecilerine karşı cephe savaşı vermeye başlar. Kanlı olayların yaşandığı bu dönemin ardından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ömrü de maalesef uzun sürmeyecek ve kurulan devlet fiilen ortadan kalkacaktır. Bütün bu olup bitenler Kıbrıslı Rumların ve Yunanistan’ın Enosis düşüncelerini ve Megali İdea hayallerini köreltmek yerine iyice ateşler ve Rum saldırıları neredeyse 1974 yılına kadar gelir.
20 Temmuz 1974:
15 Temmuz 1974’e gelindiğinde Yunanistan’da faşist Albaylar Cuntası iktidardadır ve adada yönetimi elinde bulunduran Başpiskopos Makarios’la aralarında ciddi görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İktidarın dayanılmaz çekiciliği karşısında Yunanistan’a ayak direyen ve isyan bayrağı açan Makarios kendisine Bağlantısızlar Grubu ve üçüncü dünya ülkeleri arasında yer bulmaya çalışır. Albaylar Cuntası tarafından yöneltilen yaptırımlara rest çeken Makarios böylece kendi ipini de çekmiş olur ve bütün bunların sonucunda 15 Temmuz 1974 günü başını Mahi gazetesinin sahibi ve EOKA’nın en eli kanlı katillerinden birisi olan Nikos Sampson’un çektiği darbeciler tarafından iktidardan indirilir. Sampson kendisini Cumhurbaşkanı ilan eder ve Kıbrıslı Türklerle Rumlara ülkenin kurtarıldığı (!) ve herkesin güven içerisinde (!) olduğu bildirilir.
Oysa hiç de öyle olmayacaktır ve tıpkı 1950li yıllardan itibaren yaşandığı üzere sıra Kıbrıs Türklerine de gelecek ve ada tam bir Rum-Yunan adası haline getirilecektir; ancak evdeki hesap çarşıya uymayacak ve hemen 5 gün sonrasında Türkiye’nin garantör devlet olarak müdahalesi söz konusu olacaktır.
Sonuç:
Bu hafta TSK’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan Londra ve Zürih anlaşmalarından doğan garantörlük haklarına dayanarak adada Kıbrıs Türklerini topyekûn katletmeye yönelik başlatılan 15 Temmuz Yunan darbesine dur demek üzere gerçekleştirdiği 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekâtı’nın 48. yılını tamamladık. Kıbrıs Türklerini soracak olursanız kiminin dedesi Anamurlu, kimininki Silifkeli, bazıları Karamanlı, bazıları Fethiyeli, bazıları da Adanalı. Kısacası Torosların Fethiye’den başlayıp Kahramanmaraş’a kadar uzanan dağ silsilesinin güney yakasından hemen hepsi.
Etle tırnak mı, havayla su mu, yoksa öz mü, yürek mi, can mı varın siz karar verin. Son yıllarda bilinçli olarak adada Kıbrıs Türkleri üzerinde Türkiye’de ve Kıbrıs’taki “malum ve taraf” çevrelerce oynanan ve bir sahnesi de Türkiye’de sergilenen “kimsizleştirme ve kimliksizleştirme” oyununun Kıbrıs ayağı tamamen bitmese de nispeten yavaşlamış durumdadır. Aynı saksının toprağıyız, varsın aramızda karanfil de, gelincik, sümbül de, nergis de olsun. Renkli olalım, hamur olalım, biz olalım çünkü burası bizim yurdumuz, vatan yaptığımız bizim toprağımız.