Site İçi Arama

tarih

Biz, 1877’de, Türk Oğlu Türk Olarak Erzurum'u Böyle Müdafaa Ettik

1877 senesi Kasım ayının dokuzuncu gecesi, sabaha iki saat var. Topdağı'nın ilerisinde bulunan Aziziye istihkâmında bir kızılca kıyamet koptu. Top, tüfek gürültüsü üzerine askerlerle birlikte Erzurum şehrinin halkı da uykudan uyandı. Aziziye tabyalarında şiddetli bir muharebe olduğu anlaşılıyordu.

Nene Hatun, Erzurum’un ne ilk ne de son kahramanıdır. O diyar, baştanbaşa kahramanlar yatağıdır. Bugün bütün Anadolu’da ve bilhassa Erzurum'da hiçbir Türk ve Müslüman ailesi yoktur ki bir, iki ve hatta daha çok evladını Moskof muharebesinde şehit vermemiş olsun. Nene Hatun aramızda yaşayan canlı bir şahitti.

Onda kim bilir her biri bir Rus cengine ait babadan evlada mukaddes bir emanet gibi devredilmiş kaç destan vardı. İşte size bir tanesi. Anadolu Ordusu Kumandanı Müşir Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın o muharebe sırasında başkâtipliğini yapan Arif Bey anlatıyor:

1877 senesi Kasım ayının dokuzuncu gecesi, sabaha iki saat var. Topdağı'nın ilerisinde bulunan Aziziye istihkâmında bir kızılca kıyamet koptu. Top, tüfek gürültüsü üzerine askerlerle birlikte Erzurum şehrinin halkı da uykudan uyandı. Aziziye tabyalarında şiddetli bir muharebe olduğu anlaşılıyordu. Yerinde duramayan Gazi Ahmet Muhtar Paşa hemen yanına üç tabur asker alıp, genç bir binbaşı çevikliği ile Topdağı'na doğru yola çıktı. Bu sırada minarelerden hazin hazin sabah ezanı okunuyordu. Gazi Paşa ihtiyar kumandanı olan Kaptan Mehmet Paşa'ya iki tabur asker alarak hemen Aziziye istihkâmına gitmesini ve istihkâmın içine girmiş olan düşmanı atmasını emretti.

Yiğit Kaptan Azizeye istihkâmının önüne varır varmaz, mazgallardan üzerine kurşun ve alev yağdı. Daha ilk ağızda askerlerimiz şapır şapır dökülüyordu. Kaptan Mehmet Paşa buna rağmen ileri hareketine devam ediyordu ve istihkâmın önünde moskofların hurra sesleri işitiliyordu. Az sonra mesele anlaşıldı. Aziziye gece karanlığında gayet sinsice tertiplenmiş bir baskınla üç tabyadan ikisini düşürmüşler. Üçüncü tabyanın ise şiddetle mukavemet ettiği ve kumandanı Kaymakam Bahri Bey'in yaralı olduğu haberi geldi.

Tabyaların Önünde

Muharebenin şehre akseden ilk gürültüleri ile yataklarından fırlayıp heyecanla sokağa koşan kahraman Erzurum çocukları, isimleri harp tarihine girmiş Şerife Hanım, Kara Fatma Hanım, Topal Gülizar gibi "Dişi Arslanların" peşine Keyvanlı Hüseyin Ağa, Kantarcı Mehmet Efendi, Kavak Camii imamı, emekli Topçu Mülazım gibi "Erkek Arslanlar da" katıldılar ve Aziziye tabyalarına doğru yürüyüşe geçtiler. Silahını kapan bu korkusuzların peşinden koştu. Silah bulamayan eline geçirdiği balta, kazma, ekmek bıçağı, et satırı ile Moskof’un üzerine atıldı. İşte Üçüncü Ordu’nun Nene Hatun'u da o satır sallayanların arasında idi. Bu baskından asker hariç Erzurumlu kadın-erkek beşyüze yakın yaralı ve şehit verdikleri tahmin olunmakta. Nene Hatun ve emsalinin o gece Ruslara verdirdikleri kayıp sekizyüzden fazla idi.

Askerlerimizin savleti ve Erzurum halkının coşan hamiyeti önünde daha fazla tutunamayan "düşman artıklarının işgal ettikleri tabyaları bırakmak zorunda kalıp dağdan aşağı kaçtıkları görülüyordu. Etrafı dürbünle gözetleyen Gazi Ahmet Muhtar Paşa, bu muharebede fevkalade kahramanlığı görülen Koca Kurt Kaptan Mehmet Paşa'ya yaveri ile şu haberi gönderdi: "Elinizdeki mevcut kuvvetle Rusların tutunmasına meydan vermemek için zayiata bakmayarak şiddetle takibe geçiniz."

Hiçbir milletin tarihinde bir eşine daha rastlanmayan bu destanı bir de NENE HATUN'un ağzından dinleyelim:

“Muharebenin gürültüsü ile uyandık. Kocam baltasını kaptığı gibi dışarı fırladı. Biraz sonra dönerek:

- Nene, Rus tabyalara girmiş, sen çocuğa bak. Arkamdan gelme. Biz Rusları durdururuz. Eğer düşman şehre girerse siz kendinizi boğun”, dedi ve gitti.

Biz daha onbeş gün evvel Pasinler'in Çeperli Köyü'nden küçük bir çocuğumuzla birlikte köyümüzün Ruslar tarafından istilasına tahammül edemediğimizden dolayı Erzurum'a gelmiştik. Bütün memleketin boşaldığı, herkesin Rus'u karşılamaya, vatanını kurtarmaya gittiği bugün ben nasıl evde kalabilirsin? Ufak yavrumu Allah'a emanet ederek evde bulunan satırı aldım ve sel gibi akan kalabalığa karışarak tabyalara doğru koşmaya başladım.

Mecidiye tabyalarını aşıp alçağa indiğimiz zaman, düşmanın kulaklarımızı sağır eden tüfek ateşleri altında yaralanana, ölene bakmadan ileri atıldık. Bazen satırla, bazen taşla vuruyor önümüze çıkan her Rus'u devirerek tabyalara doğru ilerliyorduk. Asker kardeşlerimiz bir taraftan, biz bir taraftan tabyalara girdik. Bu arada tabyanın bir tarafında yaralı olan kardeşim Hasan'ı gördüm, ağlayarak üzerine atıldım. Kardeşin Hasan:

 - "Abla ağlama, anamız bizi bugün için doğurmuştu. Ben de dedem gibi şehitlik mertebesine yükselmeyi her zaman istemiştim. Rus’u kovduk ya gayrısına gam yemem”, dedi ve gözlerini yumdu.

Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın ateş hattında bile yanından ayrılmayan Arif Bey diyor ki: "En ziyade dikkate şayan olan ahvalden biri de o gün Erzurum'dan bir hayli hanımlar, Aziziye’de muharebe eden askere çamaşır sepetleri ile ekmek, peynir, zeytin ve bazıları da testilerle su getiriyorlardı. Bilmem ne vakit bir Rus muharebesinde evladının şehit olduğunu söyleyen bir hanım, düşmandan geri alınan kışlanın önünde hüngür hüngür ağlıyordu. Kendisine bir Moskof gösterilmesini rica etti, olduğumuz yerde bulunan cenazeler içinde bir Moskof neferinin leşini gösterdim. Biçare kadıncağız üstüne çıkıp, ah evladım diye şehit olan çocuğunun sevgisi ve derin bir intikam hırsı ile o leşin üzerinde tepinmeğe başladı. Biz hanımı cenazenin üzerinden geri aldık ve inşallah sizin intikamınız yerde kalmaz gibi sözlerle teselli ederek olduğu yerden tatlılıkla savdık."

Düşünülecek olursa 1677 tarihinden Romanofların son çarı olan İkinci Nikola'ya kadar geçen ikiyüzkırkbir sene içinde Çarlık Rusya ile tam on üç defa süngü süngüye, boğaz boğaza geldik. Millî yapımız o kadar sağlammış ki, bu çok gaddarca akımlar karşısında mevcudiyet ve istiklâlimizi muhafaza edip ayakta durduk. Mukadder ise milli şeref ve namus uğrunda ondördüncüsüne de gözümüzü kırpmadan hazırız. Serhatlerimize "Nene Hatun “gibi ve hatta en az onun kadar kahramanlık gösterecek daha neler var. Aslanın erkeği-dişisi olmaz derler. Erzurum asırlardan beridir hududu bekleyen aslanlar yatağıdır.

Askerlik bu diyarın halkına, onun asil ruhuna öylesine yerleşmiştir ki, bugün hangi Erzurumluya, “Nerelisin?” diye sorsanız, “Dördüncü Orduluyum" der. Ordu onun anlayışı ile baba yurdudur. Keşke şu tarihi ismi değiştirmeseydiler, hep "Dördüncü Ordu" kalsaydı.

BİZ 1877'DE TÜRK OĞLU TÜRK ERZURUM'U BÖYLE MÜDAFAA ETTİK (Feridun Fazıl Tülbentçi)

24 Nisan 1877 tarihinde başlayan Moskof harbi Anadolu'da ve Rumeli'de aynı şiddetle devam ediyordu. Anadolu mıntıkasında Beyazıt, Eleşkirt, Kars ve Ardahan dolaylarını ihtiva etmek üzere 340 km’lik bir cephede ancak elliyedibin kişilik bir müdafaa hattı kurabilmiştik. Kars, Ardahan ve Erzurum istihkâmlarının durumu iyi değildi. Bununla beraber ilk savaşlar bizim için verici oldu. 19 Haziran 1877 ayında Haylaz Savaşı'nı kazanmış, 10 Temmuz’da Kars'ı muhasaradan kurtarmıştık. Fakat düşman asker ve cephane bakımından bizden kat kat fazla idi. Grandük Mihail kumandasında iki yüz bin kişilik ordusu vardı. Tren hattı ile bol miktarda harp malzemesi alıyordu. Biz ise ancak, Trabzon'dan hayvan sırtında gayet az cephane getirebiliyorduk. Bin bir fedakârlıklarla 26 Ağustos 1877 tarihinde Birinci ve 3 Ekim 1877 tarihinde ise İkinci Gedikler Savaşını da kazandık. Bu iki muharebede Ruslar onbinden fazla insan kaybettiler. Ancak ellibin kişi ile dört misli düşmana karşı koskoca müdafaa hattını tutmanın imkânı yoktu. Kış yaklaşmış, askere de kışlık elbise verilememişti. Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Kars-Erzurum arasında geri çekilme yaparak cepheyi kısaltmaya karar verdi. Geri çekilme çok müşkül (sıkıntılı) oldu. Deveboynunda çetin bir kanlı savaş vererek nihayet Erzurum'a çekildik. Deveboynunda Erzurum'un kahraman halkı da ordu ile beraber dövüşmüş, tertemiz kanını akıtarak birçok şehit vermişti.

Gazi Ahmet Muhtar Paşa, halkında vatanperverliğine müracaat ederek istihkâmları kuvvetlendirmek için gece gündüz çalışıyordu. Deveboynu Savaşı'ndan sonra bir zabit ileri hattımıza gelerek bir mektup bıraktı. General Loris Miklos imzasını taşıyan bu mektupta şöyle deniliyordu:

"Ne sizde ne ordunuzda tutar bir yer kalmadı. Bundan sonra da düzeltmek ihtimaliniz yoktur. Bu kadar abd-i ilâhın kanını beyhude yere dökmekten ise teslim olunuz. Eğer muhalefet ederseniz toplarımız şehri ve istihkâmları tamamen tahrip edecektir. Çoluk çocuğun vebalinden korkunuz."Ahmet Muhtar Paşa mahiyetindeki kumandanları çağırarak mektubu onlara da okudu:

- “Arkadaşlar” dedi. “Düşman kapımızdadır. Talih-i harb bize gülmedi. Ben verilecek cevabı biliyorum. Fakat bir defa da sizin fikrinizi almak istedim.” Paşalar kalenin müdafaası üzerinde durdular. Ahmet Muhtar Paşa memnun oldu:

“Teşekkür ederim arkadaşlar. Teslim olmayacağız. Doğunun son kalesini ölünceye kadar müdafaa edeceğiz.”

O gece, Rus ordusu kumandanına şu mealde bir cevap yazıldı: "Erzurum'u müdafaa edenlerin maddi ve manevi kuvveti her şeyin üstündedir. İnayet-i ilâhiyeden ümidimiz berkemâldir. Kaleyi son damla kanımıza kadar müdafaa edeceğiz."

Yabancı unsurlar (Ermeni vb.) ve yobazlar şehrin harabe olacağını bahane ederek halk arasında kötü şayialar çıkarıyorlardı. Bunu önlemek isteyen kumandanlık halka hitaben şu ilanı neşretti. “Bizim burada muhasaraya girmek ve her türlü zarurete düşmek ihtimali olduğu gibi, düşmanla muharebe edilmek ve memlekete gülleler isabet etmek de mümkündür. Çoluk çocuk için bu gibi vukuat aileler ashabınca bâd-i telaş ve heyecan olacağından o makulelerin bugünden itibaren memleketi terk edip çıkmaları lazımdır."

Bu tebligat üzerine ulema iki kısma ayrıldı. Bir kısmı askerin şehirden çıkarak savaşın dışarıda kabul edilmesini ve bu suretle şehrin harap olmaktan kurtulacağını düşünüyordu. Fakat Erzurum'un hakiki vatanperver halkı Ali Efendi’nin fikrinde toplanarak buna razı olmadılar.

- "Hayır, dediler. Vatanımızın müdafaası uğrunda bizde asker kardeşlerimizle beraber dövüşecek, kanımızla, canımızla, evladımızla beraber cenge katılacağız.”

Ahmet Muhtar Paşa, seraskerlik makamına yolladığı bir telgrafla durumu anlatmış, mücadelenin sonuna kadar devam edeceğini tekrarladıktan sonra şöyle demişti:

_"Şayet düşman, bizi bütün bütün buraya kapatır ve muhasara eder de  çare-i  müdafaa kalmaz ve ahalinin hali başkalaşırsa yanıma alacağım askerlerle bir taraftan vurup çıkmak tasavvurundayım.

Bu telgrafa İstanbul'dan gelen cevapta şu satırlar vardı:

- "Bugünkü bulunduğunuz mevki ve Asya'nın en mühim noktası ve düşmanın matma-ı nazarıdır. İşte bu mevki azim bir muhatarada bulunuyor. Erzurum istilâ olursa, böyle bir vaka-ı muallimenin maddi ve manevi beden-i devlette açacağı rahneler size muhtac-ı tarif değildir. Binaenaleyh asıl iş görecek ve devletin üzerindeki hak ve nimetini ifa ve milletin sizden beklediği eser-i hamiyeti isnat edecek gün bugündür. Bulunduğunuz hal ve mevki, ki anın adem-i muhafazası cümlemize kıyamete kadar tarihlerimizden çıkmayacak ve namus-u askerimize şan verecek bir yâd-ı hazin olacaktır."

Bu telgraf bütün ordu erkânına ve şehrin ileri gelenlerine okunduğu zaman, Erzurum'u müdafaa edenler ölünceye kadar dövüşeceklerine namusları üzerine tekrar yemin ettiler. İhtiyar nineler, genç kadınlar, gelinlik kızlar, evlerinde aynı yemini oğullarına, kocalarına ve nişanlılarına tekrarlattılar. Eğer bir gün Erzurum düşerse düşman ancak Türk şehitlerinin üzerine basarak şehre girebilecekti.

8 Kasım 1877 akşamı hava karardıktan sonra Türk olmayan beş on Erzurumlu (Ermeniler) nankörün yol göstermesinden ve askerimizin uykuda olmasından istifade eden büyük bir düşman kolu öncülerine fes giydirerek Aziziye tabyalarına ani bir baskın yapmışlardı. İki ve üç numaralı tabyalar boğaz boğaza cereyan eden bir mücadeleden sonra düşmüştü. Yalnız bir numaralı tabyada bulunan Kaymakam Bahri Bey süratli bir kararla vaziyete hakim olmaya çalışmış ve topçu neferlerini süngü hücumuna kaldırarak bütün şiddetiyle beş misli fazla olan moskof üzerine saldırmıştı. Bahri Bey yaralandığı halde askerin maneviyatını bozmamak bunu gizli tutmuş, son takatine kadar askerin başında dövüşü idare etmişti. Fazla kan kaybetmesinden dolayı kuvvetten kesilirken bir neferle Erzurum'a şu mektubu yazmıştı:

"İkinci ve Üçüncü tabyalar düşmüştür. Birinci tabyada her türlü fedakarlığın üstünde bir feragatle dövüşmektedir. Ben ağır yaralıyım. Askerin henüz bundan haberi yoktur. Vaziyet çok tehlikelidir. Bununla beraber son nefese kadar dövüşecek ve rütbe-i şahadeti almadan tabyayı vermeyeceğim."

Topdağı'nın ilerisinde bulunan Aziziye tabyasında kopan kızılca kıyametin serpintisi şehre kadar gelmişti. Halk top sesleriyle uykudan uyanmış, kışladaki tabutlar silah başı yapmıştı. Tanyeri ağarırken Topdağı'na çıkan Ahmet Muhtar Paşa korkunç bir hakikatle karşı karşıya kalmıştı. Aziziye tabyalarının yalnız bir tanesinde savaşlar oluyordu. Diğer ikisi çoktan susmuştu. Dürbünle iyice tetkik edildikten sonra sessiz duran tabyalarda Türklerden kimse kalmadığı, düşmanın vaziyete hâkim olduğu anlaşıldı. Erzurum istihkâmları haddizatında Topdağı ile Kiremitlik’ten ibaretti. Bu istihkâmlar şehre bir perde vazifesini görüyordu. Topdağı'nı kaybettiğimiz gün Erzurum'da kaybedilmiş sayılırdı. Bu sırada Bahri Bey'den gelen mektup işi bütün acılığı ile ortaya koydu. Erzurum sükût ediyordu. Onu kurtarmak lazımdı.

Gazi Ahmet Muhtar Paşa heyecanla şehre döndü. Hayır, Erzurum dayanacaktı. Halkında vatanperverliğine müracaat etti. Taburlar hazırlanırken, müezzinler minarelerden eli silah tutanları vatan müdafaasına çağırıyordu. Kaptan Mehmet Paşa kumandasındaki iki taburluk bir kuvvet Aziziye tabyasına doğru hareket etti. Bunu, baltaları ile, bıçakları ile, kazma ve sopaları ile halk takip ediyordu.

-        Yâ Rabbim, bizi Moskof'un zebunu etme...

-        Allah'ım sen bizi koru, duaları göklere yükseliyordu.

Gazi Ahmet Muhtar Paşa eski bir şövalye gibi kılıcını çekmiş, halkın önüne düşmüştü. Kars Kapısı'na doğru yürüyordu. Bu ne yürüyüştü Ya Rabbi? Bu iman karşısında hangi ordu durabilirdi? Hangi düşman bu cesareti gösterebilirdi? Sanki Erzurum ayağa kalkmıştı. Vatan müdafaasının bir sembolü olmuştu. Ön sırada saçı sakalı bembeyaz olmuş bir ihtiyar çapasını kapmış, bir yanında altmışlık karısı, öteki yanında kocasını şehit vermiş yirmilik gelini. Arkalarında su taşıyan on iki yaşında bir yavru vardı. Müşirler, ferikler ve livalar halkla omuz omuza gidiyor; analar, babalar, kızlar ve gençler hep beraber Kars Kapısı’ndan çıkıyorlardı. Kapıdan ilk çıkanlar arasında Fatma adında genç ve güzel Türk kadını ile aynı yaşlarda üç kız arkadaş vardı. Erzurum yürüyordu...

İşte Aziziye tabyalarına böyle girdik. O gün akşama kadar hiçbir milletin tarihinde rastlanmayan cesaret ve fedakârlıkla, kadını ile genciyle, ihtiyarıyla böyle dövüştük. Tüfeğe karşı kılıç, bombaya karşı balta ile hücum ettik. Ah orada Fatma’yı görmelisiniz? Güzel yüzünü süsleyen siyah saçlarını rüzgârda savurarak siperlerin üzerinden öyle bir atlıyordu ki...

Akşama doğru düşman, cesetleriyle doldurduğu Aziziye Tabyalarını terk ederek geri çekilmeye başladı. Kaçan düşmanı tamamıyla ezmek için yapılan gayretler arasında gözleri yaşatacak hadiseler oluyordu. Başkumandan Gazi Ahmet Muhtar Paşa, bir topu bizzat ateşliyordu Ferik Kurt İsmail Paşa bir numaralı topçu neferi gibi ona yardım ediyordu.

Güneş yavaş yavaş kaybolurken, başka bir güneş doğuyor, Topdağı tabyalarına Türk bayrağı çekiliyordu.

Biz, Türk Oğlu Türk Erzurum'u Böyle Müdafaa Ettik

Kaynakça:

1- Başımıza Gelenler. Mehmet Arif Bey.

2- Biz 1877’de Türk Oğlu Türk Erzurum'u Böyle Müdafaa Ettik. Feridun Fazıl Tülbentçi.

3- Dişi Arslan. Ragıp Akyavaş.

4- Erzurum Kitabı. Muammer Çelik. Dergah yayınları 4.baskı 2018. Yayına Hazırlayan: Ezel Erverdi.

Tarihçi Enver KABUL
Tarihçi Enver KABUL
Tüm Makaleler

  • 15.07.2024
  • Süre : 6 dk
  • 507 kez okundu

Google Ads