Dünya Türk Kurultayına Giderken
Doğru anlaşılmış milliyetçilik, halkın yüzyıllar boyunca geliştirdiği, örf, adet ve geleneklerine tezat oluşturmaz. Aksine inkılapçı mücadeleyi, Doğu halkları içinde çok daha güçlü kılar. Bizim burada yapmak istediklerimiz, her şeyden önce bu milliyetçiliğe dayanmalıdır. Yoksa başarıyı yakalayamayız
Bitmeyen bir hastalığımız var, “milliyetçiyim” diyen insanlara ırkçı-fasit yaftasını yapıştırmaktan adeta keyif alıyoruz. Bu yazıyı kaleme alırken birden fazla kez düşündüm. Ama yazmasam olmazdı. Kavramlar üzerinden tartışmak bu ülkeye çok şeyler kaybettirdi. Kaybettirmeye de devam ediyor.
Milliyetçilik 200 yıllık mazisi olan bir anlayıştır. Çok yakın bir zamanda Avrupa’nın kalbinde Dünya Türk Kurultayı yapılacak. Burada kardeşlerimle kökleri çok derinlerde olan Türk kültürü, töresi konularında konuşup bilgi alışverişinde bulunacağız. Zıt kutuplardaki insanımızı, Türklük çatısı ve ülküsü adı altında nasıl gelecek yüzyıllara taşıyacağımızın yollarını arayıp bulacağız.
Biz hiçbir zaman ırkçı bir millet olmadık, olamadık. Günümüzde özellikle de ülkemizde kendini sol görüşlü olarak tanımlayan bazı gruplar solcu olan bir insanın milliyetçi (ulusçu) olamayacağının tezini sürekli olarak işlemektedirler ve milliyetçi sol düşünceye sahip insanları da oportünist (çıkarcı, yararcı) olmakla ve hatta ırkçı, faşist olmakla suçlamaktadırlar. Ne ilginçtir ki bu gruplar sözde Ermeni soykırımını kabul ederek Ermenici, emperyalist bir proje olan BOP çerçevesinde bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına katkı sağlayarak, PKK’nın kuyruğuna takılarak, Kürtçü ve hatta yerine göre de Çerkezci bile olabiliyorlar. Ama sadece Türkçü olamıyorlar. Onlara Türkçü olmak yasak! Bize de yasak! Ne ilginç değil mi?
Ulusçu olmak demişken aklıma gelen soru şu: "Ulus ne demek?" Vikipedi'yi açıp baktığımda şöyle bir tanımlama yapılmış: "Millet ya da ulus, çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluk. Ulus ya da Millet adı verilen bu topluluk tanımı feodalitenin yıkılışı ve kapitalist düzenin oluşumu sürecinde ortaya çıkmıştır."
Evet bu tanımlamaya genel olarak katılmakla birlikte bu tanımlamadan farklı olarak Türk Ulusu, ulusal kurtuluş savaşında dünyanın en büyük emperyalist, kapitalist ülkelerine karşı savaşarak varlığının sonsuz olduğunu kanıyla ortaya koymuştur. Yine aynı biçimde diğer mazlum üçüncü dünya ulusları da emperyalist, kapitalist düzen temsilcisi ülkelere karşı savaş vererek var olmaya devam edebilmişlerdir. Yani kapitalist düzenin içinden değil kapitalist düzenle savaşının içinden bu yeni uluslar ortaya çıkmışlardır.
Türklerin Hunlar öncesi çağı ırk çağıdır görüşü vardır. Hunlar ilk defa zayıf da olsa bir konfederasyon kurmuşlar, Mao-Tun’un “eli ok ve yay tutan herkes Hun oldu” dediği gibi, ırksal olarak benzer özellik gösteren, yakın diller konuşan, benzer giyinen ve coğrafi mecburiyetten dolayı bozkır-göçebe-pastoralist yaşam tarzını benimseyen Altaylı ırka, ilk defa bir üst-kimlik, bir kavram kazandırmışlardır. Kavim çağı Hunlar çağıdır. Ardından gelen Göktürk (aslında o devletin adı kitabelerde sadece "Türk" devletidir, kavram kargaşasına engel olmak için Göktürk diyoruz) çağında Göktürkler, Hunlar sayesinde her biri kendi yolunda birer kavim olma yoluna evrilen Altaylı ırk mensuplarını Gök Tanrı dini (Hikmet Tanyu'nun tek tanrılı dinlerin birleşmeyi kolaylaştırdığına dair tespitleri önemlidir) ve bozkır geleneği sayesinde bir "millet" haline sokmuşlar ve daireleri içine alabildikleri herkese kendi adları olan "Türk" adını vermişlerdir. Aynı mantık Cengiz Moğollarında, Selçuklularda, Osmanlılarda da görülür.
Göktürk dairesinin dışında kalan Altaylılar başka kavimler haline evrimleşip bugünkü Moğollar, Tunguzlar, Koreliler, yakın Ural kavimleri gibi kavimleri oluşturmuşlardır. Göktürk çağının çöküşüyle tek tanrılı din de çökmüş, Şamanizm dediğimiz, tek tanrılı dinin tanrısı Gök Tanrı’nın "deus otiosus" haline dönüşüp yerel totemlerin önem kazanmasıyla meydana gelmiş bir "fetret devri" dini ortaya çıkmıştır. Bir millet haline gelen Türkler geriye evrim yaşayıp, Oğuzlar, Uygurlar vs. kavimlere bölünmüşlerdir. Osmanlının içinde "etkin kavim" olarak rol oynayan Oğuzlar tekrar milletleşerek, millet çağı üst-kimliğimiz olan "Türk" adını tekrar resmi ad olarak almışlardır." (M. Bahadırhan Dinçaslan)
Peki doğal olarak diyebilirsiniz ki bu ülkenin adına neden Türkiye ve bu ulusun adına neden Türk denildi? Bunun en önemli nedenlerinden birisi Türk Ulusunun oluşmasında başat ve etkin bir rol oynayan Türk kavminin nüfus olarak sayısal çoğunluğu elinde bulundurmasıdır. Diğer en önemli nedenlerden biri de Türk kavminin bu coğrafyada devlet kurma geleneğiyle, kültürüyle, köklü tarihiyle Küçük Asya'ya yani Anadolu'ya mührünü vurmuş olmasıdır. Kimse gocunmasın ama tarihi gerçeklik böyle cereyan etmiştir.
Konumuzu çok fazla dağıtmadan yazımızın başlığına geri dönelim. Ulusçu (Milliyetçi) düşünce Solcu olmaya Engel mi? Tarihe baktığımızda özellikle de Üçüncü Dünya ülkelerinde "Milliyetçi Sol" "Ulusalcı Sosyalizm" düşüncelerinin var olduğunu görüyoruz. Mesela Tatar Türklerinden Ziynetullah Nuşirevan (Zenun) 1919'da İdrak Gazetesi'ndeki “Milliyetperver Bir Adam Sosyalist Olabilir mi?” başlıklı makalesinde şöyle demektedir:
“Hulâsa sosyalizm halka doğru yürümeye, halkın lisanını, irfânını, hürriyet ve vicdanını ve menâfini müdafaa ve himayeye çalışan halkçı ve mu ’tedil milliyetperverliğe düşman olmadığı gibi; halkçı milliyetperverlik de bir meslek-i iktisadî ve insanî olan sosyalizme muarız olmamak lazımdır. Bunun için hiç korkmadan diyebiliriz ki: ‘Milliyetçi bir adam pek ala sosyalist olabilir. Hem de beynelmileliyetçi sosyalist olabilir." Gerçekten hem ulusallık hem de sınıfsallık önemli tarihi gerçekliklerdir. Ulus da sınıf da yapay ve uydurma kavramlar değillerdir. Gerçek Ulusal Solcular bu gerçeğin farkındadırlar. Bu gerçeğin farkında olan bir başka kişi de yüz yıl öncesinden bize seslenmiştir adeta. O kişi de Rus Bolşevik Devrimi 'nde en önemli dört isimden biri olan Sultangaliyev'in düşüncelerinin gelişmesine çok büyük bir katkı sağlayan Başkurdistan Türklerinden Milli Sosyalist Mollanur Vahidov'dur. Ve şu sözleri tarihe not etmiştir: "Milliyetler ve milli çıkarlar uydurma değildir, tersine sosyalistlerin göz önünde bulundurması gereken gerçekliklerdir. Eğer biz bu gerçekleri ciddiye almazsak Rus devrimi fiyasko ile sonuçlanır."
Gerçekten de Vahidov'un dediği gibi Rus Bolşevik Devrimi fiyasko ile sonuçlanmadı mı? Bu konuyla ilgili başka önemli isimlerden biri de Turar Rıskulov'dur. Türkistan Komünist Partisi (TKP) Merkez Komite Üyesi ve Milli Sosyalizm'in öncülerinden Turar Rıskulov, TKP'nin 3. Kongresinde şöyle demiştir: “Doğru anlaşılmış milliyetçilik, halkın yüzyıllar boyunca geliştirdiği, örf, adet ve geleneklerine tezat oluşturmaz. Aksine inkılapçı mücadeleyi, Doğu halkları içinde çok daha güçlü kılar. Bizim burada yapmak istediklerimiz, her şeyden önce bu milliyetçiliğe dayanmalıdır. Yoksa başarıyı yakalayamayız”
Peki doğru anlaşılmış milliyetçilik nedir ve nasıl olmalıdır? Her şeyden önce ümmetçi değil laik olmalıdır. Irkçı değil sosyal (toplumsal), kültürel (dil-kültür-tarih), ilerici, devrimci ve halkçı bir milliyetçilik olmalıdır.
Atatürk bu doğru anlaşılmış milliyetçilik düşüncesini şöyle açıklar: "Bizim milliyetçiliğimiz medeni beşeriyet içinde onun esaslı bir unsur olarak insanlığın ilâ ve tealisine (yükseltme ve yüceltme) ve bütün dünyayı, mesut ve müreffeh yaşamağa matuf (yönelik) bir milliyetçiliktir" "Bize milliyetperver derler. Fakat biz öyle milliyetperverleriz ki, bizimle teşrik-i mesai eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerin icabatını tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz herhalde mağrurane bir milliyetperverlik değildir."
Solcu Milliyetçilik ya da Milliyetçi Solculuk aslında ülkemizde 1900'lü yılların başlarına kadar uzanmaktadır. Bununla ilgili önemli bir şairimiz olan Galiyevist-Kemalist yazılarıyla tanıdığımız Attila İlhan da: "Türkiye 'de ilk solcular Türkçü, İlk Türkçüler solcuydu." demiştir. İlk Türkçülerden olan Yusuf Akçura da Solcuydu. Ve bütün tahlillerini diyalektik tahlil metoduyla yapmıştır.
1960'lı yıllara geldiğimizde "Sosyalist Milliyetçilik" söylemini yine karşımızda buluyoruz. Yrd.Doç.Dr. Gökhan Atılgan'ın "Sosyalist Milliyetçilik Söylemi (Türkiye, 1961-1968): Temeller, Ayrılıklar" adlı makalesinde bu konuyla ilgili şunları yazmıştır: "Sosyalist milliyetçilik söylemi, 27 Mayıs 1960 sonrasında kendi tarihinin en büyük çıkışlarından birini gerçekleştiren sosyalist hareketin üç ana akımının milliyetçilik ile sosyalizmi eklemleme girişimlerinin bir sonucu olarak doğdu. Yön Hareketi, Milli Demokratik Devrim Hareketi (MDD) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP), dönemin tüm milliyetçilik söylemlerine karşı, bambaşka bir milliyetçi söylem kurma teşebbüsünde bulundular. “Gerçek” milliyetçiliğin sosyalist milliyetçilik, gerçek milliyetçilerin de sosyalistler olduğunu savundular.
Yön dergisi başyazarı Doğan Avcıoğlu, Gerçek Türk milliyetçisinin, “Türkiye’nin, geri, bağımlı durumuna isyan eden ve tek çözüm yolu olan sosyalizm yolunu tutma kavrayış ve cesaretini gösteren” kişi olduğunu yazdı. MDD hareketinin lideri Mihri Belli, “sosyalistlerin en tutarlı milliyetçiler olduğunu” savundu. TİP, kendisini tanıtmak üzere hazırladığı bir broşür aracılığıyla kamuoyuna, “TİP… gerçek milliyetçi bir partidir” diye seslendi. Solculuğu ve sosyalist olmayı vatan, millet ve bayrak düşmanlığı olarak lanse etmeye çalışanların yüzlerine adeta bir tokat gibi inen cevabı 2013 yılında aramızdan ayrılan eski Venezuela devlet başkanı ve Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi'nin önderi olan Hugo Chavez vermiştir: "Vatanını sevmeyene, bayrağını sevmeyene solcu denmez!"
Verdiğim örnekler çok mu Türk çok mu Üçüncü Dünyacı oldu. O zaman şöyle Avrupa'ya, Fransa'ya doğru bir uzanalım. Karşımıza çıkan isim Fransız sosyalist politikacı Jean Jaures (1859-1914) oluyor. Bakalım bize ne söylemiş: “Ulusların bağımsızlığı en yüksek güvenliği Enternasyonal’de bulmaktadır. Öte yandan, Enternasyonal de en güçlü ve en soylu dayanağını bağımsız uluslarda bulmaktadır. Neredeyse insanın şöyle diyesi geliyor: Az yurtseverlik bizi Enternasyonal’den uzaklaştırır, çok yurtseverlik ise ona yaklaştırır. Bu bakımdan sosyalist ve enternasyonalist emekçilerin ulusal savunmanın örgütlerine katılmalarında hiçbir çelişme yoktur. Gerçi burjuvaların aykırı davranışları yüzünden emekçiler bazen Cumhuriyet’ten soğurlar, ama Cumhuriyet’in gerçekten tehdit edildiğini görünce öfkeyle ayağa kalkarlar ve Avrupa’da yeni bir Cumhuriyet’in kurulduğunu görünce sevinçten titrerler. Onlar için yurt da Cumhuriyet gibidir. Burjuvaların ve kapitalistlerin yurt anlayışını protesto etmek için sosyalistler yurt kavramına yüz çevirmezler, tersine ulusun bağımsızlığı tehlikeye girince dört elle sarılırlar ona!”
Son tahlilde ve bu bağlamda görüyoruz ki ulusçu (milliyetçi) olmak solcu olmaya engel değil aksine milliyetçiliği doğru anlamış gerçek bir milliyetçi olmadan gerçek bir solcu olabilmek de mümkün değildir. Ne mutlu Anti-emperyalist ve anti-kapitalist Milliyetçi solculara ya da Solcu milliyetçilere.