Site İçi Arama

tarih

Fatih’ten Atatürk’e Medeniyetimiz Yapı Taşları

19 Mayıs'tan 29 Mayıs’a, Atatürk’ten Fatih'e ya da Fatih'ten Atatürk'e o kadar çok kesişme noktaları var ki...

Atalarımız, Uluğ Türkistan'dan dalga dalga batıya gelirken, yeni ülkeler fethetmeyi bir milli ülkü olarak benimsemişlerdir. Ulaşmak istedikleri büyük hedeflere de KIZIL ELMA demişlerdir. Kızıl Elma mefkuresi Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinden sonra cihat emri ile birleşip "TÜRK-İSLÂM" ülküsüne dönüşmüştür. İstanbul, tarihte 29 defa çeşitli milletler tarafından kuşatılmış ancak bu şehri alma şerefi 2. Mehmet'e yani Türk milletine nasip olmuştur. Fatih Sultan Mehmet dünya tarihinde bir çağı kapatıp, yeni bir çağ açan Türk. Atatürk, Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan yeni dünya düzeninde yeni bir Türk devletini yoktan var eden koca bir Türk.

İstanbul’un fethi hiç şüphesiz dünya tarihinin en büyük zaferidir. Aynı şekilde Türk İstiklâl Harbi de öyledir. Canı pahasına bir kurtuluşun adımını 19 Mayıs 1919’da Samsun'da atarak kurtlar sofrasından İstanbul'u değil, bir vatanı kurtarmak, kurtardığı vatanın yönetimini Türk milletine bırakmak Atatürk’ün büyük bir zaferidir. 19 Mayıs'tan 29 Mayıs’a, Atatürk’ten Fatih'e ya da Fatih'ten Atatürk'e o kadar çok kesişme noktaları var ki... İstanbul'un alınması Fatih'in en büyük başarısı olarak tarihe geçmiş, bu olay Osmanlı Devleti’ni imparatorluğa dönüştürmüştür. Atatürk Milli İstiklâl Harbi’ni kılıçla kazanmış ancak O bu zaferi asıl kazanılması gereken idari, ekonomik, eğitim ve sosyal zaferlerin başlangıcı olarak görmüş, ana hedefini de Çağdaş Uygarlık Seviyesi olarak ilan etmiştir.

Fatih, İstanbul'u alır almaz ilk işi yeni bir örgütlenme biçimi kurmak olmuştur. Gayrimüslimlere de dini işlerde serbestlik tanımıştır. Fatih, din ve millet ayırmamış yönetimi altındaki halka aynı şefkat ve adaleti göstermiştir. Atatürk de din ve devlet işlerini birbirinden ayırmış, laiklik ilkesi ile ırk, dil, din, mezhep ayrımı yapmaksızın "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" demişti.

Atatürk Osmanlı tarihini iyi biliyordu. En çok takdir ettiği padişah ise Fatih Sultan Mehmet idi. Fatih, bugün kendi adıyla anılan Camii'nin etrafında zamanının üniversitesi sayılan medreseler yaptırdı. Her yandan değerli hocaların İstanbul’a gelmesini teşvik etti. Böylece İstanbul'u kendi zamanının ilim ve irfan yuvası haline getirdi. Atatürk de büyük bir teşkilatçıydı. Birinci Dünya Harbinin enkaz halinde bıraktığı koca imparatorluktan yeni bir "Milli Devlet" kurmayı başardı. Üniversiteler açtı. Yurt dışından bilim insanlarını davet etti. Çünkü geleceğin güvencesi bu okullarda okuyacak, yetişecek Türk gençleri olacaktı. Bunun için de Türk Gençliğine hitabesinde kurduğu Cumhuriyeti Türk gençlerine emanet etmişti.

Genç yaşta iki defa tahta geçen Fatih kendisini fikir, siyaset ve bilim açısından hazırlamıştı. Dünya tarihi hakkında bilgi sahibiydi. Bilim insanlarıyla görüşüyor, danışıyor ve tartışıyordu. Eleştirilere hoşgörü gösteriyordu. Fatih bilginleri, sanatkârları korumak onlara saygı göstermek bakımından atalarından daha ileri gitmişti. İstanbul’a dünyanın dört bir yanından sanatkârlar toplanmıştı. Atatürk büyük siyasetçi, dâhi bir komutan ve inkılapçı kişiliği ile kazandığı zaferlerle yetinmemiş, Cumhuriyet’i kurduktan sonra dönemin bilim insanlarını, yazarları ve yazarları kendi etrafında toplayarak ışıklı bir halka oluşturmuştu. “Efendiler, Cumhurbaşkanı dahi olabilirsiniz ancak sanatkâr olamazsınız" sözleri Atatürk'ün sanatkârlara verdiği değerin en güzel özetiydi.

Fatih döneminin askerlik ve teknik ilimleriyle de kişisel olarak ilgileniyor ve bundan büyük bir zevk alıyordu. Üstün fikir adamı vasıflarını taşıyan Fatih tedbirli, sabırlı, iradeli, yerine göre atılgan ve cesur, uzak görüşlü, örgütçü, savaşta üstün komutan ve kahraman özelliklerini taşıyan ender bir Padişah’tı. İşi ehline vermekte kararlılık göstermiştir. Atatürk vatan savunması için eline silah aldığı emir ve komuta mevkiine geçtiği günden beri de yenilmemiş dâhi bir askerdi. Ülke işgal altındayken O galip gelmenin sırrını bulmuştu. Kazandığı İstiklâl mücadelesi ile de Dünya'da bütün mazlum milletlere örnek olmuş ve onların da istiklâllerinin kazanılmasında en büyük ilham kaynağı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrası büyük kaos ortamında Türk'ün zekâsı ve teşkilat çıkığı, Türk'ün cesareti ve vatanseverliği, Türk'ün disiplin anlayışı, Türk'ün açık kalpliliği ve vefasını iyi özümsediği için en zor dönemde ve en olumsuz şartlarda başlatılan "Milli İstiklâl Hareketi" başarıya ulaşmış ve bu kutlu mücadelenin Baş Mimarı da kim ne derse desin Atatürk’tür.

Bu iki Koca Türk'ün bir başka ortak noktası da Truva Savaşıdır. Erhan Afyoncu "Truva’nın İntikamı" adlı eserinde, Fatih'in, İstanbul'u almakla Troya'nın intikamını aldığını yazmıştır. Çanakkale Zaferi, Truva’nın intikamıdır. Gazi Mustafa Kemal Paşa Başkomutanlık Meydan muharebesini kazanıp İzmir'e doğru yol alırken "Truva’nın öcünü aldık" dediğini Murat Bardakçı yazmıştı. Fatih İstanbul'un fethiyle Bizans İmparatorluğunu tarihin derinliklerine gömmüştür. Mustafa Kemal Atatürk, İstiklal Harbinde, Yunan’ın ve Batı'nın Bizans'ı yeniden diriltme hayallerini paçavra gibi buruşturup tarihin kirli çöplüğüne atmıştır. Atatürk, Konstantinopolis ismini değiştirerek Yüce Peygamberin fethini müjdelediği Dünya'nın en güzel şehrine 28 Mart 1930 tarihinde İstanbul ismini resmen vermiştir. Yurt dışından gelen mektuplarda Konstantiniyye yazılan mektupların da iade edileceğini bildirmişti. Şimdi sorarım size, “Fatih Sultan Mehmet Han ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü "Troya" paydasında buluşturan nedir?”

Kaynakça:

Yesevi dergisi Mayıs 1998. Sayı 5 s.5-8

Erhan Afyoncu. Truva'nın İntikamı. Yeditepe yayınları s.94

Murat Bardakçı köşe yazıları. 04-10-1998 Aşil'in Hektor'u Vurduğu Yer Bulundu makalesi.

Savaşkan İlmak. Çanakkale Truva'nın İntikamı mıydı? Erzurum Pusula Gazetesi.

Tarihçi Enver KABUL
Tarihçi Enver KABUL
Tüm Makaleler

  • 11.07.2024
  • Süre : 4 dk
  • 698 kez okundu

Google Ads