Fatih’ten Vahdettin’e Uzanan Yol
Tarihçiler Osmanlı imparatorluğunu kuran hakiki sultan olarak Fatih’i görürler. Kendisi Osmanlının gerçek manada devletleşmesini, imparatorluğa dönüşmesini sağladı. Onun attığı temeller üzerinde yükselen Osmanlı Devleti uzun bir süre bu büyük sınırlar içinde devamını sağlamıştır.
Türk tarihinin en büyük liderlerinden birisi de şüphesiz Fatih Sultan Mehmet Han’dır. Kendisi yaşadığı çağın en büyük Han'larından biri olmakla birlikte aynı zamanda çağdaşları arasında en büyük övgüyü hak eden entelektüel kişiliğe sahip bir padişah ve devasa bir savaş makinasının idaresini elinde bulunduran bir komutandı. Kendisi Osmanlının gerçek manada devletleşmesini, imparatorluğa dönüşmesini sağladı. Onun attığı temeller üzerinde yükselen Osmanlı Devleti uzun bir süre bu büyük sınırlar içinde devamını sağlamıştır.
Tarihçiler Osmanlı imparatorluğunu kuran hakiki sultan olarak Fatih’i görürler. Ben de bu görüşe aynen katılanlardanım. Kanunlarını yapmıştır mesela din adamlarına, dervişlere ait bütün vakıfları devlet hazinesine alma cesaretini göstermiş, hatta bu yüzden onların kendi aleyhine yüzlerini dönmelerine neden olmuştur. O zamanın Avrupa’sında bile böyle bir şeyi yapabilmek her hükümdar için cesaret isterdi. Fatih’in yaptığı bu nedenle her türlü takdire şayan bir hareket olarak görülmüştür.
Fatih tarikat şeyhleri tarafından şimdi olduğu gibi o zaman da pek sevilmezdi. Bu tarikat ve şeyhlere harcanan kaynakları kendi imparatorluğu için, büyük seferler için harcamayı daha doğru bulmuştur. Devlet hazinesinin tamamen kontrol altına alınması onun zamanında olmuştur. Sultanlığı döneminde 25 seferi bizzat yöneten Fatih, babası 2. Murat döneminde 880 bin kilometrekare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını, 2 milyon 214 bin kilometrekareye ulaştırdı.
Tarihçiler tarafından büyük bir devlet adamı ve askeri deha olarak gösterilen Fatih Sultan Mehmet, orduda düzen olarak yeniliklere gidip ateşli ve son teknoloji silahları üretip, asker sayısını arttırarak büyük bir savaş makinasına devletin sahip olmasını sağlamıştır.
Entelektüel kapasitesi yüksek olan Fatih; Arapça, Farsça, Latince, İtalyanca, Slavca biliyordu. Matematik, coğrafya, astronomi, fizik gibi pek çok alanda da yetenekli ve bilgi sahibiydi. Devrinin en büyük alimleri Molla Hüsrev, Molla Gürani, Molla Yegan, Hızır Bey ve Hocazade Muslihuddin’den ders alan Fatih Sultan Mehmet, merak ettiği alanlarda da uzman kişileri getirtip kendilerinden özel eğitim alırdı. Şiire de ilgi duyan Fatih, "Avni" mahlasıyla şiirler yazdı. Sanata ve ilme verdiği önemle de bilinen Fatih, padişahlığı süresince birçok medrese (üniversite) yaptırarak, dünyanın farklı ülkelerinden bilim insanlarını İstanbul'a davet etti.
Tarihteki imparatorluk kurucularının vasıflarını taşıyan Fatih Sultan Mehmet, dünya hakimiyetini amaç edinmiş kudretli bir asker ve geniş görüşlü bir kültür adamıydı. Hatta, bazı Rum tebaalar onu, İstanbul'u elinde tutması sebebiyle "imparator" olarak gördü. Fatih zamanında devlet hazinesi en mükemmel hale getirilerek "devletin iki yakası bir araya getirildi."
Fatih Sultan Mehmet'in bir ideali ve hayali vardı. Bu hayali: İdeal sınırlarda Bizans İmparatorluğu'nun doğal sınırlarına sahip olmak, Osmanlı için bu ideal sınırlara erişmek. En azından doğuda Fırat Nehri, batıda Tuna Nehri temel referans çizgileriydi. 30 yıllık saltanatı süresince de bunu gerçekleştirmeye çalıştı. Rodos, İtalya ve Mısır seferlerini yaptı. Bir yandan İslam hilafetinin merkezi Mısır, diğer yandan Hristiyan dünyasının merkezi İtalya'ya yönelik seferleri olduğunu söyleyebiliriz.
Fatih Sultan Mehmet'in fetih politikasının tamamen plan ve bir proje dahilinde yapıldığını söyleyebiliriz. Fatih dönemindeki yenilikçi hareketler, Fatih’ten sonra durağan hale gelmiş ve devletin çöküşünü hazırlamıştır. Yazımın başlığına "Fatih’ten Vahdettin'e giden yol" dememin asıl amacı budur. Konuyu bu açıdan irdelemekte fayda görüyorum.
Batıdaki ilmî ve felsefî gelişmeler karşısında, Osmanlı'nın son dönemindeki eğitim sistemimizin, daha doğrusu medresenin (üniversitenin) durumu ne idi? Gelişmeleri takip edememiş, kendisini yenileyememiş, gelişmemiş bir ulema takımı vardı. Asırlar öncesinin malûmatları tekrar ediliyordu. Dört-beş asır boyunca geçmişin birikimleriyle idare edilmiş, şerh koyma ve birtakım açıklamalardan öteye gidilememişti. Elbette kendisini yenileyememiş, gelişmelere paralel bir eğitim seyri takip edememiş medrese, tekke ve zâviyeler; “fen, felsefe ve ilmin” sacayaklarına oturmuş bir şekilde Deccalizmin saldırılarına cevap veremezdi. Devletin etrafındaki surlar Osmanlı devletinin çöküş sürecine girmesiyle, medreselerden fen ilimlerinin kaldırılmasıyla, tekke ve zaviyelerin de kendilerini yenileyememiş olmasıyla yıkılmaya yüz tutmuştu. Askerî sahadaki gerileme, ilmiye sahasında da görülmeye başlanmış, eğitim müessesesi skolastikleşmiş; fen ve felsefeden gelen hücumlar durdurulamamıştı.
Yükselme Devri’nde, Fâtih Sultan Mehmed zamanında, Sahn-ı Seman medreselerinde, din ilimleri ile fen ilimleri yan yana okutuluyordu. Ebussuûd’un, “Medreselerde tabiî ilimleri okutmaya gerek yoktur!” mealindeki fetvasıyla; fen ilimleri kaldırılmıştı. Artık, salâbet değil; taassup hüküm sürmeye başlamıştı. Oysa, İslâmiyet “taassubu” (bir şeye körü körüne yapışmayı) değil, “salâbeti”, hakkı, gerçeği, akıl ve burhanlarla bulduktan sonra ona sımsıkı sarılmayı gerektiriyor. Medrese, tekke ve zâviye bundan mahrum kalmıştı.
20. asrın başlarında, II. Abdülhamid tarafından İslâm ülkelerinin durumunu tespit için vazifelendirilenlerden birisi olan Abdürreşid İbrahim, medreselerinde yetiştirdiği ilim adamlarıyla meşhur olan Buhara’daki eğitim sistemi hakkında şunları söylemektedir:
“Öğretim usulü berbat. Bir kitabın mukaddimesini beş senede okurlar. Yirmi-otuz sene bir medrese odasında oturur; bütün ömrünü alât, lisân tahsilinde geçirir; sonunda iki kelimeyi konuşamadığı gibi, bir satır da Arapça ibâre yazamaz. Tahsil, çok acınacak bir haldedir.”
Fatih devri aynı zamanda çağdaşlaşmanın ve Osmanlının devleti aliye olmasının dönemidir diyebiliriz. Fatih külliyesine gidenler onun mezarından önce okuduğu kitaplara baksınlar. Görecekleri şudur: ilim ve bilim olmadan büyük bir Han olunamıyor. Keşke bize Vahdettin’leri referans gösterenler Fatih’in gittiği yoldan bize biraz bahsetseler, daha hayırlı iş yapmış olmazlar mı?
Saygı dolu sevgiyle...