Haçlı Zihniyetinde Barbarlık
Bu yüzden onlar ölülerin karınlarını yardılar, çünkü onlar Müslümanların bağırsaklarında Bizans altını bulmayı umuyorlardı. Ve diğerleri ölülerin etini dilimlere ayırdılar ve yemek için pişirdiler.
“Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin”
(Matta incili 5:39).
Bu yazıda, din’in siyasete alet edilmesinin vahim sonuçlarını, Haçlı Seferlerinde yaşanan vahşet, barbarlık ve yamyamlıkları, bizzat Haçlı kaynaklarından okuyacağız.
1095 yılında Avrupa’daki siyasî, ekonomik ve sosyal krizlerin sonucunda, bu krizlerin hepsinden çıkış yolu olarak başlatılan Haçlı seferleri günümüzde hala etkisini devam ettiren bir harekettir. Bu hareket esnasında galeyana gelen kitlelerin geçtiği her yerde gösterdikleri vahşet insanlık adına utanç verici boyuttadır.
Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin, size hakaret edenler için dua edin. Bir yanağınıza vurana öbür yanağınızı da çevirin. Abanızı alandan mintanınızı da esirgemeyin. Sizden bir şey dileyen herkese verin, malınızı alandan onu geri istemeyin. İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. “Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile kendilerini sevenleri sever. Size iyilik yapanlara iyilik yaparsanız, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile böyle yapar. Geri alacağınızı umduğunuz kişilere ödünç verirseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile verdiklerini geri almak koşuluyla günahkârlara ödünç verirler. Ama siz düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık beklemeden ödünç verin. (Luke 6:27-36)
İncil’deki bu çok açık emirlere rağmen, dinin siyasi ve ekonomik hırslar sonucu nasil istismar edildiği, bunun sonucu yaşanan vahşet, barbarlık, hatta yamyamlıklar utanç vericidir.
Haçlı Seferlerinin Başlaması
Doğu Roma Ortodoks düşüncesi Hristiyanlığı müdahale dini olarak değil, daha çok müdafaa olarak görüyor ve diplomasi yolunu tercih ediyordu. Savaş genellikle hoş görülmüyor, savaşta ölenler “martry” yani “şehit” sayılmıyorlardı. Uzun müzakereler sonucu hıristiyanların vatanlarını korumak için savaşabilecekleri, bu yolda ölenlerin şehit olacakları kabul edildi.
1071’de kazanılan Malazgirt Zaferi’nden sonra 4 sene içinde İznik’in fethi ve tüm Anadolu’nun işgali üzerine Doğu Roma, 1074 yılında Papa’dan ücretli asker yardımı istemişti. İmparator VII. Mikhail Dukas’ın (1071-1078) bu isteğini Papa VII. Gregorius (1073- 1085) olumlu karşılamış, ancak yardım gönderememişti. Papa, Venedik Patriği Dominicus’u İstanbul’a elçi olarak gönderdi. Patrik Dominicus, Doğu Roma’nın mevcut silah gücünün Malazgirt’ten sonra çok zayıfladığını, Anadolu’nun neredeyse tamamen Türkler tarafından işgal edildiğini, hac ve ipek yolunun Türkler’in kontrolünde olduğunu, Anadolu ve Büyük Selçuklu Devletlerindeki iktidar zafiyetini de görerek Papa’ya rapor verdi.
Gregorius’un ölümünden sonra seçilen Papa II. Urbanus (ö. 1099), İmparatorun 1094 yılında tekrar yardım istemesini değerlendirdi. Avrupa’daki sosyo ekonomik problemler, papa- imparator mücadeleleri, Doğu Roma’nın asker zafiyeti, Selçuklulardaki iktidar problemleri göz önüne alınınca, kendinden önceki papa’nın değerlendiremediği fırsatı kaçırmadı.
Papa II. Urbanus, haçlı tarihçisi, John France’ın tabiriyle “çok becerikli bir diplomat” idi. 27 Kasım 1095 tarihinde Clermont Konsilini topladı. Toplantıya katılacak lordları ve ruhanîleri özenle davet etmişti. Papa II. Urbanus, konsülde yaptığı konuşmada; “Türklerin, yedi savaşın sonucunda, Akdeniz’den Saint George boğazı (İstanbul)’na kadar Roma topraklarını yakıcı bir istila ile işgal ettiklerini, birçok insanı öldürüp, birçoğunu esir aldıklarını, kiliseleri yıktıklarını, Tanrı’nın Krallığını harap ettiklerini” anlatarak, bunlara müsaade edilirse fetihlerine devam edeceklerini söyledi. “Bu kötü ırkın çok geç olmadan Hristiyan topraklardan kökünü kazımak için herkesin bu kutsal savaşa katılması gerektiğini, bu kutsal savaşta ölenlerin şehit, kalanların günahlarının affedileceğini” söyleyerek Haçlı Seferlerini başlattı. Sefere katılanlara Haç arması dağıtıldı.
İncil’de geçen ifadelere tamamen ters düşen bu çağrı vaizler tarafından bütün Avrupa’da dalga dalga yayıldı.
Vaiz keşiş Pierre l’Ermite (ö. 1113) ve yardımcı papazlarının yaptıkları propagandalar sonucu toplanan ilk ve düzensiz ordu, 20 Mayıs’ta Köln’den yola çıkarak Viyana, Budapeşte, Belgrad, Sofya, Edirne üzerinden 1 Ağustos 1096 tarihinde İstanbul’a ulaştı. İznik yakınlarına kadar gelerek buradaki köyleri yağmalayıp çoluk çocuk demeden katliama başladılar. Roma İmparatoru’nun kızı olan Anna Komnena, Alexiad isimli kitabında bebekleri şişlere geçirip ateşte kızarttıklarını nakletmektedir. Bu ordu İznik yakınlarında I. Kılıcarslan orduları tarafından hemen hemen tamamen yok edildiler.
Pierre l’Ermite İstanbul’da idi, topladığı ordu yok olunca geriden gelen nizami ordu ile Antakya’ya kadar gitti. Kin ve nefret ile doldurulan düzenli ordu ise vahşete ilk önce karşılarındaki Yahudilerden başladılar. Papa II. Urbanus’un “Tanrı’nın düşmanı, Kötü ırk” olarak gördüğü Türklere karşı yola çıkan düzenli büyük ordu, Mainz’deki Yahudileri “İsa’nın ilk katilleri” diye öldürerek mallarını yağmaladılar. Bu Yahudi nefretinin temelinde, yapılan tefeciliğin büyük bir zulme sebep olması da yer almaktadır. Mainz şehrinde Kont Emicho’dan korkan 700 kişilik bir grup Yahudi, şehrin piskoposu Ruthard’a sığındılar. Kont Emicho piskoposun evini basarak korkunç bir katliama başladı. Albertus Aquensis, “nakletmek ne kadar korkunç” diyerek anlattığı katliamda “sünnetsizlerin kılıçlarıyla öldürülmektense kendi elleriyle ölmeyi tercih ederek, birbirlerini öldürdüklerini, hatta annelerin süt emen çocuklarının boğazlarını kestiklerini” rivayet etmektedir. Kont Emicho’nun ordusu Macaristan’da dağılacak, yaptıkları taşkınlıklar sonucunda tamamı Macar ordusunca kılıçtan geçirilecektir.
Düzenli ordu İznik kuşatmasında Kılıcarslan’ın askerlerinden şehit düşenlerin başlarını Selçukluların morallerini bozmak için mancınıklarla kaleye atmışlardı. Antakya kuşatması sırasında yaşanan vahşet ayrı bir yazı konusu olacak boyuttadır. Haçlılar hangi kaleyi kuşatsalar, can emniyeti sözüyle teslim alsalar bile sözlerinde durmayarak teslim olan herkesi öldürüyor, altın ve mücevher aramak için esirlerin karınlarını yarıyorlardı. Haçlı kronikçileri çizmelerinin dizlerine kadar kana battığını ifade etmektedirler.
Gesta Francorum et aliorum Hiero soliminatorum’da Hıristiyanların Antakya kuşatmasındaki vahşetleri ve insan eti yemeleri kısa ve özlü bir şekilde şöyle anlatılır: Biz ordayken (Antakya), surların dışında yağmalayacak hiçbir şey olmadığı için gerek uzun kalıştan veya gerekse de o kadar çok aç olduklarından dolayı adamlarımızdan bazıları ihtiyaçlarını karşılayamadı. Bu yüzden onlar ölülerin karınlarını yardılar, çünkü onlar Müslümanların bağırsaklarında Bizans altını bulmayı umuyorlardı. Ve diğerleri ölülerin etini dilimlere ayırdılar ve yemek için pişirdiler.
Ma’ararratur ra’mandaki kuşatma çok daha ileri bir boyuta ulaşacaktır. Fulcherius Carnotensis, haçlıların yamyamlığını ızdırap verici bir durum olarak şöyle dile getirir: Kuşatma yirmi gün sürdüğünde, insanlarımız aşırı açlıktan acı çektiler. Titreyerek ve ürpererek bahsediyorum, çünkü insanlarımızdan birçoğu aşırı açlığın sebep olduğu cinnetten rahatsız oldu, orada henüz ölmüş olan Saracenlerin (Müslümanların) kaba etlerinden kestikleri parçaları dilimleyerek pişirdiler ve çiğnediler ve ateşte yeteri kadar pişmediğinde vahşi bir ağızla oburca yediler. Ve böylece kuşatanlar kuşatılanlara göre daha fazla zarar görmüşlerdir.
Tafurları temsil eden bir delege grubu yanlarında kralları olduğu halde vaiz keşiş Pierre l’Ermite’in çadırını ziyaret ederek, bir rivayete göre ondan eşeğini yemek için kendilerine verilmesini, diğer bir rivayete göre de açlıklarını nasıl dindirecekleri hususunda akıl almak istediler. Eşeğini kurtarmak kaygısı ya da haçlılar üzerindeki bir süredir yitirmiş olduğu saygınlığını yeniden kazanmanın beklentisiyle Pierre l’Ermite onlara ölü Türklerden bazılarını yemelerini tavsiye etti. O, bu önerisini İncil’den alıntılar yaparak, Hıristiyanlığa uygun olduğunu söyledi (Not).
Pierre l’Ermite’in tavsiyesini hiç tereddüt etmeden kabul eden Tafurlar, sayıları on binden daha fazla oldukları halde kısa bir süre önce bir Türk birliğinin katledilmiş olduğu Asi Nehri kıyılarına inerek orada bulunan çok sayıda cesedi yemek üzere götürdüler. Bu sırada etler pişerken kokuyu alan ve açlıktan kıvranan bu sefillerin ne eti kızartmış olabileceklerini merak eden Türkler, Antakya surlarının üstünden korkunç manzaraya tanık oldular ve acıyla feryat ettiler. Kendilerinin Türkler tarafından izlendiğinin farkına varan Tafurların kralı onları daha çok öfkelendirmek amacıyla adamlarına mezarlıklara giderek tüyler ürpertici ziyafet için birkaç Türk daha çıkarmalarını emretti.
Raimundus Aguilers da yamyamlık olaylarını teyit ederken Hıristiyanların yaşadıkları açlığı zorlayıcı bir sebep olarak ileri sürmüştür: Bu arada orduda o kadar büyük bir açlık vardı ki insanlar iki hafta ya da daha önce şehrin arazisine atılmış olan birçoğu yeni kokmuş Müslümanların bedenlerini büyük bir iştahla yediler. Bu olaylar yabancıları olduğu kadar bizim ırkımızdan da birçok insanı korkuttu. Bunun üzerine aramızdan birçoğu geri döndüler.
Alman Tarihçi Albertus Aquensis ise çaresiz durumda olan haçlıların yamyamlığını doğrularken onların buna mecbur kaldıklarını ifade etmeye çalışmıştır: Bu şehirlerin etrafında büyüyen açlık öyle bir ızdıraplı hale geldi ki Hıristiyanlar yaşadıkları kıtlık karşısında cesetleri yemekten korkmadılar. Sadece öldürdükleri Müslümanlar veya Türkleri değil, aynı zamanda yakalamış oldukları köpekleri de ateşte pişirdiler.
Gesta Francorum adlı eserden aktarılan "Bizlerden bazıları ihtiyaçlarını karşılayamadılar ve aç kaldılar. Bazıları bağırsaklarında Bizans altını bulacaklarını umarak, ölülerin vücutlarını yardılar ve bazıları da ölü etini kesip, parçalayarak yemek için pişirdiler" cümlesi dahi yaşanan vahşetin sınırlarını görmek için kâfi olsa gerektir.
Historia Ierosolimitana yazarı ise “bu şehir civarındaki açlık ızdırabı öylesine muazzam boyutlara ulaşmıştı ki, yapılması şöyle dursun söylenmesi bile tuhaftır, Hristiyanlar sadece öldürülen Türkleri ve Sarazanleri değil, aynı zamanda yakaladıkları köpekleri ateşte pişirip yemekten kaçınmadılar” beyanıyla Haçlıların sadece insanlara ve doğaya değil hayvanlara dahi nasıl bir katliam uyguladıklarını belirtmektedir.
Fulcheris Carnotensis bu hadiselerin kuşatma esnasında gerçekleştiğini beyan etmiş ve Haçlıların cesetlerden et koparma hallerini de şu sözlerle aktarmıştır: "Bu kuşatma esnasında adamlarımız şiddetli açlığın neden olduğu cinnetle korkunç eziyetler çekmiş ve çevrede yatan ölü Müslümanların kalçalarından et parçaları kesmişti. Bu parçaları pişirip yemiş, yeteri kadar kızarmamış olan etleri bile vahşice yutmuşlardı".
Willermus Tyrensis ise kuşatma sonrasında Haçlıların yamyamlığa başladığını belirtmiş ve hadiseleri şöyle anlatmıştır: “Adı geçen şehrin zaptından sonra (…) orduda aynı zamanda öyle bir kıtlık hüküm sürmekteydi ki vahşi hayvanlar gibi pis yaratıkları yiyecek olarak değerlendiriyorlardı. Ayrıca eğer inanılabilirse, açlıktan insan eti yedikleri söylenir ve tabiata aykırı olarak böyle pis ve rezilce şeyler yedikleri için talihsiz halktan pek çoklarının öldüğü vakidir”.
Normandiyalı bir şövalye olan ve aynı zamanda da gördüklerini kaleme alan Radulf von Caen’in şu sözleri gerçeği bir kez daha göstermektedir: “Bu utancın faillerinden öğrendiklerimi, işittiklerimi nakletmek utanç verici, zira yiyecek yokluğundan insan eti yemeye mecbur kaldıklarını söylediler. Kâfirlerin (Müslümanların) yetişkinleri çömleklerde pişirildi, çocuklar ise şişlere geçirilip kızartıldı. Hristiyanlar, bu etleri iştahla midelerine indirirlerken insanları kızartıp pişiren köpekler gibi vahşi hayvanlara benziyorlardı”.
Batı kültürü yamyamlık üzerine kuruludur. Raoul de Caen şöyle yazıyor: ‘Halkımız yetişkin putperestleri tencerelerde pişirdi ve onları ızgarada pişirmeleri için çocukları şişe geçirdi’. Yaklaşık 1000 yıl boyunca Batı kültürü bu günahla ve günahın getirdiği sonuçla yaşadı. Sonuçlar, dilin bir parçası haline bile geldi. Yamyamların liderlerinden biri olan Gottfried von Bouillon’ın ismi bir çorba çeşidi olarak kullanılmaktadır. Bulyon’un yemek kitaplarından silinmesi ve bunun yerine eski sebze sulu yemek denmesi gerekir”.
Tarihçi Radulfus Cadomensis, "Askerlerimiz yetişkin Müslümanları yemek kazanlarında pişirdiler, çocukları şişe geçirip ızgara yaparak yediler" diye yapılanları tasvir etmiştir. Daha sonra Haçlılar Papa'ya bir mektupla bu konuda mazeret beyan ettiler: Sebep açlıktı. IV. Haçlı seferinde Kudüs’ü kurtarma bahanesiyle yola çıkan Haçlı otdusu İstanbul’u ele geçirerek Ortodoks rahibelere bile tecavüz ederek, tarihte hiçbir benzeri olmayacak şekilde madeni her eşyayı talan ettiler. Haçlı seferleri aradan yüzyıllar geçen bir zamana rağmen hâlâ Hıristiyan ve Müslüman dünyaları arasında açık bir yara olarak durmaktadır.
Farklı inanç ve medeniyetlere mensup her iki kesim arasındaki geçmişten gelen sorunların giderilmesi kolay görünmemektedir. Bu belki her iki medeniyetin doğasından kaynaklanan bir durum olabilir. Ancak haçlı seferleri zamanında yaşanan yamyamlık olayları ve Hıristiyanların sergiledikleri diğer vahşetler Müslümanların hatıratlarında hâlâ canlıdır. Hıristiyan dünyası haçlı seferlerinde işlenen yamyamlık ve diğer insanlık dışı suçlarından dolayı özür dilemedikçe Türk ve Müslümanların onlara yönelik nefreti canlı kalmaya devam edecek ve Batılılar daima insan yiyen kişiler olarak hatırlanacaklardır. Haçlı şuuru ile zihniyeti ve dayanışması da günümüzde devam etmektedir.
2001 yılında Irak işgali için ABD başkanının “Bu bir Haçlı Seferidir” dediğine şahit olduk. 15 Mart 2019’da Avustralya’da fanatik bir hıristiyan’ın otomatik silahlarla camilere girerek biri Türk, elli bir Müslümanı öldürdüğünü, bir o kadarını yaraladığını gördük. Brendon Tarrant isimli bu fanatik, hadiseden sonra Papa II. Urbanus’un Clermont Konsili’nden esinlenen bir bildiri yayınladı. Halen devam etmekte olan Rusya-Ukrayna savaşında, Ukrayna’dan kaçan insanlara bütün Avrupa’nın kucak açtığını görüyoruz. Bu insanî tavrın Suriye ‘den kaçanlar için gösterilmemesine, Avrupa ordusu kurma teşebbüslerinin yeni bir Haçlı Ordusu olarak kurulmamasına dikkat etmeliyiz.
Not:
Kuşatma sırasında düşmanınızın vereceği sıkıntıdan rahminizin meyvesini, Tanrınız Rab’in size verdiği oğulların, kızların etini yiyeceksiniz. Aranızdaki en yumuşak, en duyarlı adam bile öz kardeşine, sevdiği karısına, sağ kalan çocuklarına acımayacak; yediği çocuklarının etini onların hiçbiriyle paylaşmayacak. Çünkü düşmanın kuşatma sırasında sizi sıkıştırması yüzünden kentlerinizde hiç yiyecek kalmayacak. Aranızda en yumuşak, en duyarlı kadın -yumuşaklığından ve duyarlılığından ayağının tabanını yere basmak istemeyen kadın- bile sevdiği kocasından, öz oğlundan, kızından, plasentayı ve doğuracağı çocukları esirgeyecek. Çünkü kuşatma sırasında düşmanın kentlerinizde size vereceği sıkıntıdan, yokluktan onları gizlice yiyecek. (Tevrat, Yasa, 28: 53-57)
Geçen gün şu kadın bana dedi ki, “Oğlunu ver, bugün yiyelim, yarın da benim oğlumu yeriz.” Böylece oğlumu pişirip yedik. Ertesi gün ona, “Oğlunu ver de yiyelim” dedim. Ama o, oğlunu gizledi (2. Krallar, 6: 24-33).
Kaynaklar
Aachen, Albert of. History of the Journay to Jerusalem, Volume 1: Books 1-6. The First Crusade, 1095-1099, Translated by Susan B. Edgington, London and New York: Routledge, 2016.
Aguilers, Raimundus. Haçlılar Kudüs’te Bir Papazın Gözünden İlk Haçlı Seferi. Yayına Hazırlayan Süleyman Genç. İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2019.
Anna Comnena, Alexiad Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’nda İmparator Alexios Komnenos Dönemi’nin Tarihi Malazgirt Sonrası, Çeviren BilgeUmar, (İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1996)
Fulcherius Carnotensis, İ Fulcher of Chartres, A History of the Expedition to Jerusalem 1095-1127. çev. F. Rita Ryan. Konoxville, 1969.
Ralph of Caen, The Gesta Tancredi of Ralph of Caen. A History of the Normans on the First Crusade, trans. Bernard S. Bachrach and David S. Bachrach, Aldershot, 2005.
Tyre, William Archbishop of. A History of Deeds Done Beyond The Sea, Volume Two. Translated and Annotated by Emily Atwater Babcock and A. C. Krey. New York: Columbia University Press, 1943